Bir futbol takımının kaptanı olmak için o iki renk altında uzun yıllar ter dökmek gerekli mi, değil. Büyük bir yıldızsanız, kariyerinize olan saygıdan dolayı kolunuza o pazubandını takabilirler, yakışır da. Takımda eski olmak, düzenli oynamak, yaşça da takımın ağabeyi olacağı yıllara gelmek, soyunma odasında saygı duyulan bir isim olmak... Bütün bunlar birer kriter ama sonuçta her takımda kaptanı belirleyen kulüp yönetimleri ve vahşi maç trafiğinde her oyuncunun bir yedeği olduğu gibi her kaptanın da birden fazla dublörü var. Bayrak adam olmayı, takım kaptanı olmaktan ayıran da bu. Bir takımda tek bayrak adam vardır ve o artık derisi haline gelmiş formayı çıkartana kadar da taraftarın gözünde, kalbinde bir başkası bayrak adam olmaz. İtalyanlar bayrak manasına gelen 'bandiera' kelimesini futbol dünyasında takımın ikonlaşmış futbolcuları için kullanırlar. Yıllar önce bu kalıba giren futbolcuların hikayesini kaleme aldığımda 'bandiera'lar için ilk kez bayrak adamlar tabirini kullanmıştım.
HERKES BAYRAM ADAM ARIYOR
Nedir peki bayrak adam? Bir kulübün altyapısından yetişen, yetişmediyse de genç yaşta o takıma gelen, mutlaka ve mutlaka büyük yetenek olan ve kendisine gelen yüklü transfer tekliflerini sol elinin tersiyle itip sağ elini her seferinde armanın altında kalbinin üzerine götüren, kariyeri boyunca gemiyi terk etmeyen ve kendi jenerasyonu içinde bir takımda birden fazla olmayan oyuncular, futbol dünyasında bayrak adam olarak kabul görürler. Tarifi uzun olduğundan kimin bayrak adam, kimin efsane futbolcu olduğu da sabahlara kadar sürecek bir tartışmanın konusudur. Cihat Arman, Lefter, Metin Oktay, Baba Gündüz, Baba Hakkı'lardan, Şenol Güneş'e, Rıza Çalımbay'a, Bülent Korkmaz'a uzanan yolda Türk futbolu da Avrupalılar gibi eski bayrak adamlarını arıyor. Galatasaray'da Arda Turan bayrak adamken Madrid'in yolunu tuttu
, Beşiktaş'ta Necip, Fenerbahçe'den Roma'ya giden Salih Uçan potansiyel adaylardı. Trabzonspor'da Onur Kıvrak ise bu tanıma bugünlerde en çok yakışan isim. Galatasaray'da Semih Kaya ise bu yolun daha başında... Futbol kültürüne bu tabiri hediye eden İtalyanlardan başlayalım. Inter'de Fachetti, Bergomi ve Mazzola gibi efsanelerden bayrak adamlığı teslim alan bir Arjantinliydi. 22 yıllık kariyerinin 20 yılını Inter'de geçiren Zanetti, büyük kaptan olarak çağrıldı ve son çeyrek asırda, Milano'nun öteki yakasındaki Milan'da Baresi'den bayrak adamlığı teslim alan Paolo Maldini'ye ancak o rakip olabilirdi. Juventus, 2006'da küme düştüğünde yabancı yıldızlar kaçarcasına giderken Çek yıldız Nedved ile dümeni tutan Alessandro Del Piero, 1993'te giymeye başladığı siyah-beyazlı formadan vazgeçmedi. Real Madrid, Manchester United yıllarca peşinden koştu ama gün geldi Juventus ondan vazgeçtiğinde bırakın İtalya'yı kıtayı terk edip gitti Avustralya'ya, futbol sevdasının peşinden. Francesco Totti, 20 yıldır Roma'nın merkezine inemediğini söylüyor, haklı da çünkü duvarlarına resimleri yapılan sokaklarda yürüyebilmesi imkansız. O Roma'nın son imparatoru. Real Madrid'e hayır diyen adam. Çocukluğundan beri giydiği sarı-kırmızı formayla bir şampiyonluk kazanabildi ve 38'inde bu sezon hâlâ ikincisini kovalıyor. Antonio di Natale, Serie A tarihinin en önemli golcülerinden biri ama 11 yıldır bütün transfer tekliflerini geri çevirip Udinese forması giymeye devam ediyor. Paolo Cannavro, Parma'da, Nesta ise Lazio'da bir zamanlar bayrak adamlardı, ama onlar kupalar kazanabilecekleri takımları, bayrak adamlığa tercih ettiler.
RAUL, PUYOL, XAVI...
İspanya'da bayrak adam denilince akla gelen ilk isim Real Madrid'li Raul elbette. Maldini ya da Totti gibi kariyerini tek forma altında tamamlayamadı ama kapatılan Atletico Madrid altyapısından Real Madrid'e gelen Raul, sadece kaptan ve büyük bir golcü olmadığını yıllar boyunca dünyaya kanıtladı. Barcelona cephesinde La Masia'dan yetişenler arasında kimine göre Carles Puyol kimine göre ise Xavi, Katalanların bayrak adamıdır. Atletico Madrid'de 21 yaşında kaptan olan ve Raul'un karşısında bayrak adam olarak dikilen Fernando Torres ise yedi buçuk sezonluk İngiltere ve İtalya macerasının ardından kürkçü dükkanına döndü. Bayern Münih'te Franz Beckenbauer, Dinamo Moskova'da Lev Yaşin kariyerlerini tek bir kulübe adadılar ve bugün hâlâ birden fazla kuşağın duvarlarından inmeyen posterlerinde yaşıyorlar. Son durağımız ise futbolun doğduğu topraklar. Chelsea, Rus milyarder patronu Abramoviç ile milyar euro'nun üzerinde para harcadı transfere ama bir adam ne formasından vazgeçti ne de tribünler ondan. John Terry, Londra kulübünün bayrak adamı ve görünen o ki öyle kalmaya da devam edecek iki-üç sezon daha. Manchester United'da işler karışık, Alex Ferguson'un yetiştirdiği jenerasyon bol bayrak adam verdi! Beckham bu unvanı Real Madrid'e giderek üzerinden attı. Scholes mu Ryan Giggs mi, artık tercih sizin... Ve hikayenin sonundaki adam. İtalya'da Francesco Totti, bayrak adamların kalesini ayakta tutarken o da Liverpool formasıyla yıllardır bize selam çakıyordu. Real Madrid'e iki farklı dönemde hayır diyen, Chelsea'ye gitmeyen ve kırmızıdan vazgeçmeyen Steven Gerrard, dokuz yaşında geldiği Liverpool'dan 35 yaşında, bu sezon sonunda ayrılacağını açıkladı. Büyük bir ihtimalle de Los Angeles Galaxy forması giyecek. Kariyerinde Premier Lig şampiyonluğu olmayan bu adam, o kupaya en çok yaklaştığı geçen sezonun sonunda Chelsea maçında ayağı kayıp topu kaptırınca Liverpool tribünleri topu filelerinde görmüştü. O unutulmaz golü atan Demba Ba, bu akşam Steven Gerrard'ın Liverpool ile kazandığı -finallerin en erken golüne bir başka bayrak adam Paolo Maldini'nin attığı- en büyük kupa olan Şampiyonlar Ligi'ni kazandığı Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Galatasaray derbisine çıkacak. Dünya küçük, bir formaya bir ömrü verenlerin kalbi ise çok büyük...