Gazeteciliği, savaş muhabirliğinden medya patronluğuna yükselmiş babası Keith Murdoch'dan devralmış basın imparatoru Rupert Murdoch, casusluğu oğlu Kim Philby'ye miras bırakmış John Philby'nin kitabıyla 'dönemin Başbakanı' Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etmişti.
Murdoch, paralel devletin, devlete ilk kurşunu sıktığı 7 Şubat krizinin hemen ertesinde gerçekleşen bu mühim ziyaretten umduğunu bulamadı. Başbakanlığa ulaşan istihbarat raporlarının da etkisiyle Türkiye'de büyük bir medya grubunu satın almak için vize alamadı. Ama ziyaret, gelmiş geçmiş en büyük 'double casus' olarak kabul edilen Kim Philby'nin, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Arabistan yarımadasında Lawrencevari espiyonaj operasyonları yürütmüş babası John Philby'nin Empty Quarter (Boş Bölge) adlı kitabını koltuğunun altına sıkıştırmış Murdoch imgesiyle kolektif görsel hafızaya kazındı. Murdoch'la ilgili hâlâ belleklerde olan bir başka şey daha var. O da medya grubunun merkezinde olduğu telekulak skandalı. O dönemde, yani 2012'nin başında, İngiltere'de adının karıştığı büyük bir telekulak skandalından ötürü sarsılan Murdoch, Türkiye ve Ortadoğu'ya açılarak imparatorluğuna nefes aldırmak istemişti!
Rupert Murdoch Avustralya Melbourne doğumlu. İsrail'i kayıtsız şartsız destekleyen yayınlarıyla tanınan New York merkezli News Corporation şirketinin sahibi. Dünyanın en zenginleri listesinde ilk yüze kadar yükselen Murdoch, babasının kurduğu medya şirketlerini 1950'lerde devraldı ve sürekli büyüttü.
MAXWELL'İN PARALEL ÖYKÜSÜ
Burada kısa bir paralel öykü parantezi açalım ve sonra tekrar asıl konumuza dönelim: Medya patronlarının İsrail'le ilişkileri söz konusu olduğunda Murdoch'la birlikte akla Musevi medya patronu Robert Maxwell'in öyküsü geliyor. Murdoch'dan farklı olarak tek kuşaklık hızlı bir yükseliş öyküsüne sahip Maxwell'in düşüşü de hızlı oldu. Ukrayna doğumlu bir köylü çocuğu olan Maxwell, Britanya Ordusu'ndaki muvaffakiyetlerinden ötürü İngiliz derin devletinin gözüne girdi! Sonra tıpkı Murdoch gibi İsrail devletinin hoşuna gidecek genel yayın politikalarını benimseyen bir medya imparatorluğu kurdu. Maxwell, 1991'de Kanarya Adaları açıklarında seyreden yatında şüpheli biçimde öldü. 2002 yılında İrlanda'da görüştüğüm Mossad'a yakın gazeteci Gordon Thomas, tıpkı Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh gibi Maxwell'in Mossad'a çalıştığına inanıyordu. Hatta daha da ileri giderek Maxwell'in, bildiği sırları açıklama tehdidinden ötürü Mossad tarafından kaza süsü verilmiş bir suikast sonucu öldürüldüğünü de iddia ediyordu. Maxwell'in casusluk efsaneleri ve komplolarla karışık öyküsü aydınlatılamadı ama Murdoch'ın hikâyesi bütün berraklığı ile önümüzde duruyor.
7 Şubat sürecinden sonra Murdoch'ın Türkiye'de medyada tekelleşmemiş olmasının ülkemizin hayrına olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyoruz. Yalnızca medya etiğinin ilkelerini çiğnemekle kalmayıp yasalar nezdinde cürüm kabul edilen pek çok fiilin işlendiği telekulak skandalından ötürü sabıkası epey kabarık olan Murdoch medyasının gazeteleri The Times, The Sunday Times ve The Sun, 14 Aralık operasyonunu muhalif medyayı susturma girişimi olarak nitelendirdi.
BÜTÜN İKTİDARLARI DESTEKLEDİ
Murdoch; 1950'lerde babasından devraldığı medya şirketlerini sürekli büyüttü ve zamanla bir medya imparatorluğu kurdu. Bunu da sürekli iktidarların yanında yer almasına borçluydu. 1980 ve 90'larda Demir Lady Margaret Thatcher'ı destekledi, sonra muhafazakâr partiden uzaklaşıp Tony Blair'in İşçi Partisi'ne destek vermeye başladı. Ve ardından da yine muhafazakâr partinin başkanı, Başbakan David Cameron'ı…
İlginç olan, telekulak skandalından ötürü 18 ay hapis cezasına çarptırılan Murdoch'ın eski çalışanı Andy Coulson'ın David Cameron tarafından iletişim danışmanı olarak işe alınmasıydı. Yani Murdoch, destekliyor göründüğü Cameron'ın etrafına kendi adamlarını yerleştiriyor, medya gücünü kullanarak siyaseti etkilemeye çalışıyor ve bunda bir parça muvaffak da oluyordu. Cameron'ın, Murdoch'ın İngiltere'deki şirketlerinin yöneticisi Rebekah Brooks'a istifa çağrısı yapması boşuna değildi. Brooks, Cameron ve kamuoyu baskısıyla istifa etti.
PARALEL DEVLET METOTLARI
Mahkeme Coulson ile beraber News Corporation'ın dört çalışanına çeşitli hapis cezaları verdi ama Murdoch'ın prensesi Rebekah Brooks'un suçsuz olduğuna hükmetti nedense. Murdoch ve yöneticileri, skandalı salt gazeteciliğin haber alma şehvetinin, yani mesleki bir zaafın ürünü gibi gösterseler de gerçek farklıydı.
Murdoch, medya gücünü kullanarak polis ve istihbarat teşkilatında uzantısı olan bir yapı kurmuştu. Bu yapı, siyasilerden 'celebrity'lere, terör saldırısı mağdurlarından adli vakalarda öldürülmüş maktullere kadar pek çok kişinin telefonunu izlemiş ve dinlemişti. Bu dinlemeler sonucunda elde edilen bilgilerle manipülatif haberler yapılıyor ve böylelikle siyasete yön verilebiliyordu.
Bu yapının ilk farkına varan İngiliz Polis Teşkilatı Scotland Yard oldu. İngiltere prensleri Harry ve William ile ilgili hiç kimsenin bilemeyeceği konularda haberler çıkınca bu bilgilerin teknik takiple elde edildiği yönünde kuşku doğdu. Yapılan soruşturmada Murdoch'ın gazetesinin kraliyet ailesine bakan editörü Clive Goodman'ın prenslerin telesekreter sistemlerine girdiği ortaya çıktı. Skandal, daha sonra Başbakan Cameron'ın basın sözcüsü Andy Coulson'a uzandı. Ardından News of World'ün Hollywod'un gözde çifti Sienna Miller ve Jude Law'un da
telefonlarını hacklediği bilgisi faş oldu.
Ve sonra Murdoch medyasının pek çok politikacının ve 'celebrity'nin yanı sıra kayıp kızlarla ölen askerlerin ailelerini dinlettiği ortaya çıktı. 168 yıllık News of the World gazetesinin yayın hayatına son verilmiş olması skandalın boyutlarına göre küçük bir faturaydı. Skandalın devlet ve istihbarat kurumlarıyla ilgili boyutu ortaya çıkarıl(a)madı.
Strateji üretme ve uygulama konusunda bir numara kabul edilen dünyanın en yaman gizli servislerinden birine sahip İngiltere'nin skandalın tüm boyutlarını istediği halde açığa çıkaramaması ihtimal dışı. Buradan işin derin kısmının bilerek örtüldüğü sonucu çıkıyor.
DERİN GIRTLAK'TAN DERİN KULAĞA
Murdoch, 1980 ve 90'larda muhafazakâr Thatcher hükümetlerini, 1990'ların sonu ile 2000'lerin başında Tony Blair'in İşçi Partisi'ni ve 2010'dan sonra da muhafazakâr Başbakan David Cameron'ı destekledi demiştik.
Murdoch Grubu, Cameron'a destek veriyor görünüyordu, ancak onu kuşattığı ve dolaylı olarak yıprattığı telekulak skandalının patlak vermesiyle anlaşıldı. Bu yöntem Gülen'in paralel devletinin metotlarını ne kadar andırıyor değil mi? Devam edelim: İngiltere'de 1997-2007 arasında Başbakan Yardımcılığı yapmış John Presscott, "Murdoch; Tony Blair, Gordon Brown ve David Cameron üzerinde çok etkiliydi. Rebekah Brooks, Blair ile Brown'u, laf taşıyarak birbirine düşürüyordu" itirafında bulundu. News of the World'de aktüel haber editörlüğü yapmış olan Paul McMullan da Brooks'un 2007 yılından sonra Cameron'ın başbakan olması için gerekli şartların hazırlanmasını istediğini öne sürmüştü. Brooks'un ve kocası Charlie'nin Başbakan David Cameron'la geçmiş yıllardaki yakın ilişkileri bu iddianın yabana atılacak türden olmadığını gösteriyor. Mezkur iddia da pijamayla Başbakan karşılamış medya patronlarının yaşadığı ülkemiz için hiç yabancı değil. Soruşturmanın kilit ismi Brooks ise mahkemede tüm iddiaları yalanlamakla kalmadı ve "Bu bir cadı avıdır" dedi. Bu söylem de paralel devletle mücadeleyi yaftalamak için sık kullanıldığı için epey tanıdık gelmiştir size.
Özetle Murdoch'ın medya imparatorluğunun merkezinde olduğu skandal, kurmacayı aratmayacak zenginlikte bir hikâyeye sahip. Nitekim George Clooney, skandalı film yapmayı düşünüyormuş. Yine sonradan film olmuş Watergate'in 'Derin Gırtlak'ı tarihe geçmişti. Artık Murdochgate'in de 'Derin Kulak'ı tarihe geçer herhalde.