Marilyn
Monroe ile şöyle karşılıklı oturup sohbet etmeyi hep hayal etmişimdir. Eğer ben büyüyüp de gazeteci olduğum zamanlarda yaşıyor olsaydı bütün engelleri aşıp onunla buluşur ve mutlaka konuşurdum. Lakin olmadı, o çok erkenden çekip gitmişti bu dünyadan. Ama Marilyn bulutların üstünde süzülürken arzu ve güvensizlik makasında açılıp kapanan dudakları, belirgin bir şehvet ve gizli bir kederle aleme bakan gözleri, hep hafifçe sağa sola yatan yüzü yeryüzünün her yerinde dolaşmayı sürdürdü. Marilyn'den sonra dünyada arzunun öznesi değişti; erkekler onu istedi kadınlar ona benzemek için anlamsızca durmaksızın çaba sarf etti. Ama artık o yoktu, herkes bir hayalin peşindeydi. Eğer yaşasaydı ona soracağım çok şey vardı. Çocukluğunda uğradığı seri cinsel tacizleri, annesinin akıl hastanesinde geçirdiği günleri, dayısının intiharını, yetimhanelerin ıssızlığını, üşümenin bin bir halini, gök gürültülerini soracaktım ona. İlk kocası olan o aptal denizcinin nesine vurulduğunu, üçüncü eşi Arthur Miller'in kibriyle nasıl başa çıktığını, Miller'in onu aşkın öznesi değil de bir yaratma nesnesi olarak kullanmasına nasıl ve neden itiraz etmediğini (Bu arada Miller'e denizciden daha fazla kızdığımı anlamışsınızdır) soracaktım.
AİLE BOYU HASTALIK VE İNTİHAR
Bugüne kadar sayısız makale ve çok sayıda kitap yazıldı Marilyn hakkında. Bunların çoğunu okudum ama sorularıma asla cevap bulamadım. En sonunda Artemis Yayınları geçen hafta Marilyn Monroe Notlar isimli bir kitap çıkardı. Benim haberim yoktu. Bizim şef sanki hâlâ bu soruların peşinde olduğumu fark etmiş gibi elime tutuşturdu kitabı. Ve en nihayetinde bu kitapta sorularımın bir kısmının cevaplarını bulabildim. Kitapta Marilyn'in şiirleri, kişisel metinleri ve mektupları var. 1962'de ölen Marilyn Monroe'nin kişisel eşyaları yakın arkadaşı Lee Strasberg'e kalıyor. Lee 1982'de ölünce de eşi Anna Strasberg Marilyn'den kalma kıyafetlerin, kozmetiklerin, resim ve kitapların, yemek tariflerinin ve hatta alışveriş fişlerinin de içinde yer aldığı geniş bir koleksiyonun tek sahibi oluyor. Bir gün koleksiyonu karıştırırken içinde birkaç kitaba ve çok sayıda yazılı kağıda rast geliyor. Bunların Marilyn'nin notları olduğunu anlıyor ve işte bu kitabın ortaya çıkmasının hikayesi de böylece başlıyor. Monroe'nun hayat hikayesi 1 Haziran 1926 tarihinde Los Angeles Devlet Hastanesi'nde başlıyor. Asıl adı Norma Jeane Mortenson. Annesi Gladys Pearl Baker ama biyolojik babasının kim olduğu tam olarak bilinmiyor. Norma henüz bebekken annesi şizofreni hastalığı sebebiyle akıl hastanesine yatırılıyor. Küçük kız da bir yetimhaneye bırakılıyor. Bir manik depresyon hastası olan dayısı da o sırada yatırıldığı hastaneden çıkar çıkmaz kendini öldürüyor. Bir müddet sonra annesinin arkadaşı olan Grace McKee ona sahip çıkıyor. Ama Grace'nin kocası tarafından dokuz yaşındayken cinsel tacize uğruyor. Bu sefer büyük halasının yanına taşınıyor. Ama talihsizlikler burada da peşini bırakmıyor ve bu sefer de halasının oğullarının tecavüzüyle karşı karşıya kalıyor. Yetimhaneye geri dönüyor ve bu hapishaneden kurtulabilmek için henüz 16 yaşındayken kendinden beş yaş büyük olan James Dougherty'le evleniyor. Kitaptaki kişisel notlarından öğrendiğimize göre Marilyn'in parlak ve soğuk suratlı bu anlamsız adamla evlenmesinin birinci nedeni onu yetimhaneye gitmekten kurtarması, ikinci sebep ise adamın klasik müziği sevmesi! Evlendikten bir yıl sonra Catalina Adası'na tatile gidiyorlar. Ama adam adaya eski sevgilisini de çağırıyor. Ve zamanının büyük bir bölümünü eskisiyle geçiriyor. Marilyn o yalnız geçirdiği geceler boyunca daktiloyla o günlerin hikayesini anlatıyor: "Aslında başta onunla asla kalmazdım ama klasik müzik sevmesi ve entelektüelliği, karakterini ve kişisel ilişkilerdeki özelliklerini olduğundan daha olgun göstermeye çalışması beni etkiledi. O dönemde 21 yaşındaki bu genç adamın hayallerimin erkeği olduğu konusundaki bastırılmış şüphelerime göğüs gerdim. Herhalde cinsel bakımdan tiksinmediğim birkaç erkekten biri olduğu için ona karşı büyük bir çekim duydum ve bu bana yanlış bir güven hissi verdi."
SENİ SEVİYORUM DİYECEK AMA...
Kişisel notlar devam ediyor ve bu olaydan birkaç gün sonra Marilyn'nin sürünmeye devam ettiğini görüyoruz: "Bence benim aşkım, eğer ona bu adı verirseniz, istenmenin, sevilmenin ve cinsel açıdan ilgi görmenin verdiği muhteşem ve baş döndürücü bir histi. Galiba bu gece daha özgür olacağım, hatta doğrudan gözlerine bakarak, 'seni seviyorum' diyebileceğim ve hafif bir nefret ya da ona yakın bir şey hissedeceğim..." Kitapta Marilyn'nin büyümesini izliyoruz. Büyürken içinden geçtiği sıkıntıları, şöhretin ışıklarını görüyoruz. Bu büyük oyuncunun bazen kendini sertçe silkelediğine de şahit oluyoruz: "Unutma hiçbir eksiğin yok. Unutmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Öğrendiğin ve kendinde aradığın disiplin ve tekniğe sahipsin. Sonuçta sana hiçbir şey verilmedi ve verilmiyor. Bu işlerin hiçbiri yoluna serilmedi. Onlar seni aramadı, sen onları arayıp buldun."
KENDİNİ HEP EKSİK GÖRDÜ
Zaman zaman anlıyoruz ki onun not aldığı defterlerden ya da otelde üstüne kayıtlar düştüğü kağıtlardan başka sığınacağı bir yer yok. Muhteşem kalabalıklar içinde yapayalnız ve çaresiz. Sadece günlüğüyle sohbet ediyor, ona içini döküyor. Dolayısıyla siz bu kitabı okurken onunla karşılıklı sohbet ediyormuşsunuz hissine kapılabiliyorsunuz. İnsanlardan daima şikayet ediyor ama bunu sakil bir dedikoduya çevirmiyor. Kitabın İtalyanca Ajanda diye bir bölümü var. Burada Peter diye birinden söz ediyor. Bu adamı kendine yönelik büyük bir tehdit ve korku kaynağı olarak yansıtmış. Peter'in kim olduğunu araştırdığımızda 1950'lerde tanıştığı ama araya mesafe koyduğu Peter Lawford adlı bir ahbabı olduğunu görüyoruz. Lawford 1954'te Patricia Kennedy'le evlenmiş ve Başkan John Kennedy'nin eniştesi olmuş. Bu evlilikten sonra iki eski arkadaş daha sık görüşmeye başlamış. İşte o tarihlerde Marilyn söz konusu kişi hakkında şunları kayda geçmiş: "Bu işkenceyi neden çekiyorum? Ya da kendimi neden başkalarından aşağı görüyorum (hep insanlardan aşağı olduğumu hissediyorum, diğer bir deyişle en kötü olduğumu düşünüyorum, neden?) Fiziksel olarak bile bende, orada bir sorun olduğundan emindim. Nerede olduğunu söylemeye korkuyorum ama son zamanlardaki şiddet hissimin yerini biliyorum. Peter'dan korkmamla ilgili - bana zarar verebilir, beni zehirleyebilir vs. neden mi? Gözlerinde tuhaf bir bakış var, davranışları da tuhaf. Ondan korkmamın asıl sebebi onun homoseksüel olduğuna inanmam. Peter kadın olmak istiyor. Bence ben olmayı isterdi..."