Dünyanın bir çok kıtasında ve çok sayıda memlekette mülteci kamplarına gittim. Bosna-Hersek'te, Darfur'da, Lübnan'da, Orta Afrika Cumhuriyeti ile Çad sınırındaki kamplarda bulundum. Savaşlar, soykırımlar, kardeş kavgalarından kaçıp yuvasız kuşlar gibi yeryüzüne dağılmış binlerce insanla söyleşiler yaptım. Bundan üç yıl önce Suriye'de ve günümüzden bir yıl önce de Irak'ta büyük bir yıkımla karşılaştık. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Bombalardan, esaretten ve felaketten kaçmak için yollara düştü. Kalsalardı 40 katırla 40 satır arasında seçim yapmak zorundaydılar. Ölüm, esaret, kitlesel tecavüzler onları bekliyordu ülkelerinde. Farklı mezheplere, etnik yapıya ve değişik dinlere mensuptular. Birileri onları düşman ya da kafir ilan etmiş, kanlarını, mallarını ve ırzlarını kendilerine helal kılmıştı. Yani göç yollarına düşmek kaçınılmazdı. Ve komşularının kapısını çaldılar. Yani Ürdün, Lübnan ve Türkiye'nin sınırlarına yığıldılar. Suriye'de savaş başladığında Lübnan ve Ürdün önceleri kapılarını kapattı. Mülteciler kuzeye yani Türkiye'ye doğru hareket etti. Türkiye onlara kapılarını sonuna kadar açtı, kim gelirse gelsin sorgulamadan kabul etti onları. Önemli bir kısmını hızla oluşturduğu ve misafirhane adını verdiği kamplara yerleştirdi. Aşevleri, okullar, marketler, camiler, meslek eğitim merkezleri, çocuk parkları kuruldu bu kamplara. Sağlık ocakları açıldı. Yaralılar tedavi edildi, çocuklara aşılar yapıldı, hastalar iyileştirildi, yaşlılar öldü, çocuklar doğdu bu merkezlerde. Bu toprakların yetiştirdiği büyük şair diyor ya: "Yeryüzü vatanım, insan türü milletim. İnsan insan olur ancak bunu anlarsa, inandım." Aslında Türkiye Tevfik Fikret'in dediği gibi tarih boyunca yeryüzündeki insanlığın evi gibiydi. Komşularda ya da uzaklarda bir yerlerde bir felaketle karşılaşan insanlar hep Türkiye'ye sığındı.
BÜTÜN KAPILARI AÇIN!
Yüzyıllar boyunca Osmanlı her başı sıkışana kapısını ve sofrasını açtı. 20. yüzyılın başında yaşanan Balkan Savaşları sırasında evlerini terk etmek zorunda kalan ve sayıları bir milyonu aşan Balkan ahalisi anavatanlarına gelmişti. 1917 Ekim Devrimi sonrasında Ruslar, 1923'te Yunanistan'daki topraklarından sürgün edilen 800 bin mübadil de bu memlekete sığınmıştı. Daha bitmedi. 1933'te Hitler'den kaçan muhalif Almanlar ve Yahudilerin ilk kapısını çaldıkları ülke Türkiye olmuştu. 1989 Mayıs'ında 500 bin Bulgar vatandaşı Türk ve Pomak sınırlarımıza dayandı. Dönemin başbakanı Turgut Özal, "Bütün kapıları açın" diye talimat verdi. Derhal açıldı kapılar. 1991 yılında Halepçe'de kimyasal gaz saldırısıyla binlerce Kürt hayatını kaybetti. Sağ kalanlar Türkiye'ye sığındı. Bu insanlardan bir bölümü bu topraklarda kaldı, bir kısmı ise memleketine geri döndü. Ama nesiller boyunca Türkiye'yi hayırla yad ettiler. O insanların torunlarının torunları bile bizimle olan gönül bağını hiç koparmadı.
BİR KAFKAS VE ORTADOĞU MOZAİĞİ
İki tam teşekküllü ambulansla Ezidilerin yaşadığı okula gelen hemşire ve doktorlar sağlık taraması yaptı. Tüm çocuk ve yetişkinleri bahçede tek tek aşıladılar. Doktorlar bir odayı dezenfekte edip şikayeti olan herkesi kontrolden geçirip ilaçlarını verdi. Ateşli hastalığı olan üç hastayı da yanlarına alarak akşama doğru köyden uzaklaştılar.
HER DİLDE EĞİTİM
Nizip Misafirhanesi'nde kalan Suriyeli Çerkes ailenin reisi Halit Carsu'yu ziyaret ettik. Bundan altı ay kadar önce İstanbul'dan bir Kafkas vakfının temsilcileri gelmiş ve neye ihtiyaçları olduğunu sormuş. Onlar da "Sadece çocuklarımıza Çerkesce eğitim verecek bir öğretmene ihtiyacımız var" diye karşılık vermişler. Vakıf yöneticisi "Kamp yönetimi bunu kabul eder mi?" diye sormuş. Yönetime gitmişler. Çerkesce eğitimin hiçbir sorun ve sıkıntı yaratmayacağını öğrenmişler. 15 gün sonra İstanbul'dan bir öğretmen gelmiş ve okuldaki bir sınıfta eğitime hemen başlamış. Kamp yönetimi de öğretmene bir lojman temin etmiş. Aynı şekilde Türkmenlere Türkçe, Araplara Arapça eğitim veriliyor.
GÜVEN İÇİNDE, DERİN UYKUDA
Roboski'den ya da sınır kapısından girenler ilk olarak Yekmal'deki okulda konaklıyor. Biz gittiğimizde birkaç saat önce giriş yapmış olan 350 kişilik bir grup vardı. Hasta ve yaralı olanlar ambulanslarla Uludere ve Şırnak'taki hastanelere taşınmıştı. Yaklaşık 100 kişinin ayakkabısı yokmuş. Şengal'deki köyleri basılınca yalınayak çıkıp dağlara vurmuşlar kendilerini. Okuldaki gönüllüler hemen onlara ayakkabı vermiş. Ama giyememişler çünkü büyük bir kısmının ayakları yaralar içindeymiş. Okuldaki sağlık birimi onların pansumanlarını yapıp yaralarını merhametle sarmış. Sınırdaki askeri birlik hemen çok sayıda yatak göndermiş. Ve gönüllüler sıcak yemek ikram etmiş misafirlere. Saatler henüz 21.00'i göstermesine rağmen misafirlerin istisnasız tümü uyuyordu. Neden diye sorduk. Son üç aydır tek bir gece doğru dürüst uyumamışlar. Altı gün boyunca dağlarda yolculuk yapıp sınırı aşmışlar. Okula varıp bir şeyler atıştırıp hemen yatmışlar. Huzur içinde uyuyorlardı. Kurtulmuşlardı çünkü. Savaş ve acı sınırın diğer yanında kalmıştı. Cehennem uzaklardaydı artık. Öyle miydi acaba, cehennem gerçekten uzaklarda mı kalmıştı? Sabah uyanacaklar ve huzur içinde uyudukları bir gecenin ardından bir hafta önce yaşadıkları cehennemi yeniden hatırlayacaklardı. Öyle de oldu. Ertesi sabah yanlarındaydık. Yaşlı kadınlar bir lokma ekmek yemeden güneşin kızıllığına dönüp ağıtlar yakmaya başlamışlardı. Çünkü canlarının yarısı sınırın ötesinde kalmıştı. Ve insanın neresi acıyorsa canı oradaydı...
DÜNYADA CEHENNEMİ YAŞAYAN MÜLTECİLER
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR'ın) Küresel Eğilimler raporuna göre, 2013 yılı sonu itibariyle zorla yerinden edilen kişi sayısı 51.2 milyona ulaştı; bu rakam 2012'de rapor edilmiş olan 45.2 milyon kişiden tam altı milyon fazla. Bu büyük artışın başlıca nedeni, geçen yılın sonu itibariyle 3 milyon kişinin mülteci durumuna düşmesine ve 7 milyon kişinin de ülkelerinde yerinden edilmesine neden olan Suriye'deki savaş. Afrika'da da, özellikle Orta Afrika Cumhuriyeti'nde ve 2013 yılı sonlarına doğru Güney Sudan'da önemli boyutta yeni yerinden edilmeler yaşandı. Dünya üzerinde en büyük mülteci nüfusunu Afghanlar, Suriyeliler ve Somalililer oluşturuyor. Bu ülkelerden gelen mülteciler dünya genelindeki toplam mülteci nüfusunun yarısından fazlasına denk geliyor. Pakistan, İran ve Lübnan ise diğer ülkelerden daha fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapıyor. Bölge bazında, Asya ve Pasifik toplamda 3.5 milyon kişi ile en büyük mülteci nüfusuna sahip. Sahra altı Afrika'da 2.9 milyon kişi varken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da 2.6 milyon kişi bulunuyor. Dünya genelinde Suriyeli mülteci sayısı ise yaklaşık 3 milyon. Ülkelerinden kaçan Suriyeliler Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak'taki kamplarda yaşıyor. Ülkelerindeki savaş, kıtlık ve susuzluk gibi hayati tehlikelerden kaçan mülteciler dünyanın farklı yerlerinde bulunan kamplarda zor şartlar altında yaşıyor. Çoğu açık havada uyuyor. İçecek temiz su sıkıntısı çekiyor. Bu kampların çoğunda eğitim ve sağlık hizmetlerinin sağlanmasında da aksaklıklar yaşanıyor.
BENİ ORAYA GÖNDERECEĞİNİZE KURDA KUŞA YEM EDİN
Kadınların içindeki genç kızlardan birinin adı Asya Kemal. IŞİD canileri babasını öldürmüşler, olay yerinde bulunan Peşmerge ise müdahale etmemiş. Sonra erkek kardeşini alıp köyün ortasında kellesini kesmişler. Sonra diğer akrabalarını diz çöktürüp kurşuna dizmeye başlamışlar. Teröristlerden sekiz on tanesi ise gelip kızları toplamış. Okula götürmüşler. Bir sınıfa doldurmuşlar. Bir başka sınıfı ise zifaf odası yapmışlar. İmam olduğu anlaşılan bir adam gelip kızlardan birini alıp her seferinde "Allah'u ekber" dedikten sonra sağ omuzuna üç kere dokunup cariye olarak erkeklerden birine veriyormuş. O da götürüp zifaf odasında tecavüz ediyormuş. Asya'ya sıra geldiği esnada köyde ansızın silahlar patlamış. Dört bir yandan silahlar patlayınca IŞİD'çiler telaşla okulu ve sonra da köyü terk etmiş. Aralarından 10 tanesi de ölmüş. Gelenler PYD üyesi Kürtlermiş. Sağ kalanları toplamışlar ve bir güvenlik koridoru oluşturarak rehberlerle kuzeye doğru yollamışlar. Yer yer IŞİD'çilerin saldırısına uğrayan 400 kişilik topluluk sekiz günlük yolculuk sonrasında Türkiye'ye ulaşmayı başarmış. Yollarda çoğu yaşlı ve çocuk 12 kişi hayatını kaybetmiş. Onları orada toprağa vermiş, dualarını okuyup hemen yola devam etmişler. Başlarındaki din adamı, bir sabah vakti vardıkları için Türkiye'ye "Güneşin ve umudun doğduğu ülke" adını vermiş. Asya Kemal, yaşlı kadınların havar nidaları arasında feryadını şöyle sürdürüyordu. "Beni oraya yeniden göndermek istiyorsanız burada hemen öldürün. Çünkü ölmekten beterdir tecavüze uğramak, mal gibi satılmak. Beni oraya yeniden göndermeyin. Çünkü her kayanın dibinden, her sokağın başından, her meydandan geçerken orada kurşuna dizilerek ya da boğazlanarak öldürülen akrabalarımın hayaletlerini göreceğim. Beni oraya göndereceğinize burada dilim dilim kesin, parça parça edip kurda kuşa yem edin..."
TÜRKİYE'YE SIĞINDIK, VAR OLUN
Nizip'teki kampta yaşayan Çerkes Halit Cansu'ya burada kendilerini nasıl hissettiklerini sordum. "İnsanın evi gibi yoktur ama buradan çok memnunuz. Çünkü biz Kafkasyalıyız. Göçlere alışığız" diyerek söze başladı. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: "1840'lardan beri yollardayız. Ruslarla yapılan savaş sonrasında önce Anadolu'ya gelip Kars'a yerleşmişiz. Sonra Ruslar oraya da gelmiş. Osmanlı bizi alıp Maraş'a yerleştirmiş. Sonra 'Suriye'de size ihtiyacımız var' deyip bizi Şam'a göndermiş. Bir asır boyunca da orada yaşadık. Sonra bu savaş başladı. Evimizi, ocağımızı bırakıp ana kucağı, baba ocağı diye bellediğimiz Türkiye'ye sığındık. Ekmeğinizi, aşınızı bizimle paylaştınız. Sağ olun. Üstümüze bizi güneşten ve yağmurdan koruyacak bir dam yaptınız. Var olun." Kampta kalanların üç dönüm bostan yan gel Osman yaptıklarını söylemek yanlış. Çocukların hepsi ana okulundan liseye kadar eğitim görüyor. Geçen yıl TÖMER'in kurslarından yararlanıp Türkçe öğrenen 15 gençten altısı Türkiye'deki çeşitli üniversitelere girmeyi başarmış. Genç bir avukat olan Mecid Elibol üç yıl önce Halep'ten buraya gelmiş. Geçen yıl kurslarda altı ayda Türkçe öğrenmiş. İngilizcesi de mükemmel. Bu sene insan hakları hukuku alanında yüksek lisans yapmayı hedefliyor.
KIZLARIMI KURTARIN
IŞİD militanları ele geçirdikleri Ezidi yerleşimlerinde önce kız çocuklarını bir mal gibi yağmaladı. İnceler'deki okulun bir sınıfında beyazlar giymiş 20 kadar yaşlı kadın oturmuş bizi bekliyordu. Aralarında siyahlara bürünmüş iki de genç kız vardı. Kadınlar "Havar, havar" diyerek ağıtlar yakmaya başladı. Arada ağıtlar susuyor biri konuşmaya başlıyordu. IŞİD'çiler 64 yaşındaki Zehra İshak'ın iki kızını ve dört kız torununu alıp götürmüş. Üç erkek torununu ve bir oğlunu öldürmüşler. "Kızlarımı kurtarın" diye feryat ediyordu. Bu sırada 76 yaşındaki Ahmedi İsmail, "Kızlarımızı alıp önce tecavüz ediyor sonra da Musul'da kurdukları köle pazarında Birleşik Arap Emirlikleri'nden gelen petrol şeyhlerine satıyorlar. Gözleri kör olasıca dünya da bunu seyrediyor. Birleşmiş Milletler niçin vardır, bilen var mı?" diye bağırmaya başladı.
DÜNYANIN EN ÇİLELİ TOPLULUĞU: EZİDİLER
Bütün dünya şu anda Ezidilerin yaşadığı büyük dramı konuşuyor. Son üç aydır IŞİD terör örgütünün soykırımıyla karşılaşan Ezidilerden kaçıp kurtulanlar kuzeye yürüyüp Türkiye'ye sığınmaya başladı. Şırnak Uludere hattındaki sınır kapılarından ve dağlardaki mayınlı bölgelerden yürüyerek memleketimize gelmeyi sürdürüyorlar. Şenoba ile Habur 2 sınır kapısı arasındaki dağlardan Türkiye'ye sığınan Ezidiler için önce belediyeler harekete geçmiş. Silopi, Cizre, Hilal ve Uludere belediyeleri onları çeşitli yerlere yerleştirmiş. Silopi'de bir kamp kurulmuş. Cizre'de yeni yapılan ama henüz faaliyete geçmemiş olan Organize Sanayi Sitesi'ne yerleştirilmişler. Uludere yolundaki Hilal Belediyesi sınırlarında yer alan İnceler Şehit Er Ahmet Akyol İlköğretim Okulu ve Yekmal'deki Yemişli Umut Işığı İlköğretim Okulu da kapılarını Ezidilere açmış.
EZİDİLERİ KAFİR İLAN ETTİLER
Bölgede bulunan BDP'li ya da AK Partili belediyeler ayırım yapmaksızın Ezidilere el uzatmış. Son 30 gün içinde Türkiye'ye 20 binden fazla Ezidi giriş yapmış. Adı sanı pek duyulmayan Yekmal diye bir köy var. Ezidiler sınırdan geçip önce oraya geliyor. Habur 2 kapısından ya da hani şu meşhur Roboski tepesi var ya oradan giriş yapıp Türkiye topraklarına sığınıyorlar. Kutup Dalgakıran'la birlikte dört saatlik bir tırmanıştan sonra Roboski tepesine çıktık. Daha önce kanlı bir olaya tanıklık eden tepeden, bir başka Kürt kavmine mensup insanların canlarını kurtarmak için giriş yaptıklarını görünce hayatın ne tuhaf sırlarla dolu olduğunu düşünmeden edemedik. Sincar bölgesinde ve Şengal'de yaşayan yüzbinlerce Ezidi tarihin gördüğü en büyük katliamla karşı karşıya. Yeryüzü kültürünün en önemli halkalarından biri olan ve tarihte tek bir Tanrı'ya inanan ilk kavim olarak kabul ediliyor. Kürtçe konuşuyor ve ibadetlerini aynı dille yapıyorlar. 19. yüzyılda sayıları 4 milyonun üstündeymiş. Ama iki asır boyunca bölgede yaşanan savaşlarda ilk saldırıya uğrayanlar onlar olmuş. Şu anda bütün dünyadaki sayıları 800 bin civarında. IŞİD bütün Kürtleri ve özellikle Ezidileri kafir ilan etti. Suudi Arabistan'daki bir Selefi şeyhi bunların kanının, malının ve ırzının sözde Müslümanlara (yani IŞİD'çilere) helal olduğuna dair fetva verince Ezidilere yönelik büyük bir soykırım yaşanmaya başladı. Başlangıçta hiç kimse onlara yardım eli uzatmadı. Dünya olup bitenleri seyretmekle kaldı. Şırnaklıların, Uluderelilerin hepsi, Ezidilere karşı yüzyıllar içinde oluşturulmuş alçakça ön yargıları ellerinin tersi ile bir kenara itip kardeşlerinin imdadına yetişiyorlar. Okula gelen kadınlar çocukları ve kadınları toplayıp evlerine götürüp elleriyle yıkıyorlar. Kız çocuklarının saçlarını tarayıp örgülerle süslüyorlar. Erkekler sırtlarında yiyecek, ilaç taşıyor. Yörenin yoksul insanları bir parçacık aşlarını cehennemden kurtulan akrabalarıyla paylaşıyor.
TÜRKİYE İNSANI EL UZATTI
Hilal Köyü'nün güngörmüş adamlarından biri olan ve bizi de evinde misafir eden Şerif Kara, Ezidilere karşı eskiden çok fazla ön yargıları olduğunu belirterek şunları söyledi: "Hepsi yalanmış. Bizim gibi ağlıyor, bizim gibi ağıtlar yakıyorlar. Bebeklerine tıpkı bizim gibi bakıyorlar. Bizden farklılar. Olsun varsın. Allah isteseydi hepimizi aynı yaratmaz mıydı? Demek ki ulu takdir böyleymiş. Ki Ezidiler binlerce yıl önce dünya alem taşa, kuşa, öküze, toteme taparken 'Allah birdir ondan başka tanrı yoktur' diyen ilk insanlardır. Kürtler şimdi, eğer Ezidiler yok olursa kendi tarihlerinin de silineceğini, kaybolup gideceğini çok iyi biliyor. Türkiye insanı bu insanlara elini uzatarak insanlığa örnek oluyor. Ezidiler sadece Kürtler için önemli değildir. Ezidiler biterse insanlığın binlerce yıl içinde oluşturduğu kültür zincirinden önemli bir halka kopacak ve yerine asla yeni bir şey koyulamayacak."