16-23 Temmuz
tarihleri arasında Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) tarafından gerçekleştirilen 'Doğal Yaşam - Ekoloji ve Kültürel Miras' projesi kapsamında 25 farklı üniversitede okuyan 35 genç, sekiz gün boyunca Tunceli'nin sokaklarında dolaşıp kahvelerinde, evlerinde insanlarla sohbet ettiler, ibadethanelere gittiler, dedelerin dizinin dibinde oturdular. Tunceli'nin gençleriyle kaynaşıp halay çektiler. Bazen gülmekten gözleri yaşardı, kimi zaman da dinledikleri katliam öyküleriyle ağladılar. Tunceli Belediyesi çok güzel bir kamp alanı açmıştı. Bu kampta gençlerle iki gün geçirdik, cemevi ve kahve ziyaretlerinde yanlarındaydık.
BARIŞA KATKIDA BULUNMAK
Kocaeli Üniversitesi öğrencisi N. Naki Şavlı, kendini bir rüyada hissettiğini belirterek izlenimlerini şöyle anlattı: "Munzur'da yüzmek, gözelerden su içmek, dağlarına tırmanma heyecanını yaşamak çok güzeldi. Hem geziyorduk hem de ekoloji, insan hayatı, barış, kültürel miras eğitimleri, atölye çalışmaları ve oyunlarla yeni şeyler öğreniyorduk. Teyzelerle, kahvede sohbet ettiğimiz büyüklerimizle Aleviliği, Dersim Kürtçesini, Dersim-38'i konuşmak bizler açısından çok anlamlı ve önemliydi. Cemevine gitmek, Alevi dedeleriyle tanışıp konuşmak, Ana Fatma ziyaretine uğramak nasıl güzeldi anlatamam." Leyla Atayan ise Maraş Sütçü İmam Üniversitesi'nden katılmış kampa. Bir Kürt kızı olmasına rağmen bölgeyi hiç bilmediğini, Alevileri hiç tanımadığını anlamış. Ve şu sonucu çıkarmış: "Barış mümkün ama yerimizde oturarak, değil, rahatımızı bozarak mümkün." İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde okuyan Hicran Akdeniz, Diyarbakır'da doğmuş. Henüz iki yaşındayken köyleri boşaltılmış ve ailesi Mersin'e göçmüş. Bugün kadar da bölgeye hiç gelmemiş. Tunceli'de ne gördüğünü kendisi anlatsın size: "Cemevini, Ovacık gözelerini, Seyit Rıza Meydanı'nı, 38 Kayalıkları'nı ve daha birçok yeri dolaştık. Ekolojik bir kamp yaptık. Munzur nehri kıyılarını ve Dersim sokaklarını temizledik."
HAK'KIN YOLUNU BİLİRİZ
Tunceli'de gezerken kampa katılan bir grup gencin bir kahvede oturmuş, bir adamı dinlediklerini gördüm. Yaşlı adamın adı Ali Rıza Arın. Dersimli ama zamanında memleketinden sürgün yemiş, başka şehirlerde, ülkelerde çalışmış. Yıllar sonra da memleketine dönmüş. Şunları söylüyordu: "Her geceye bir sabah veren, bizi buraya gönderendir. Bizi farklı farklı yaratıp, böylece sevendir. O bütün alemlerin efendisi, isteseydi bizi bir yaratmaz mıydı? İsteseydi bizi sadece tek bir dille donatmaz mıydı? Arzu etseydi bize tek bir din ve mezhep verip 'İşte benim yolum sadece bundan ibarettir' demez miydi? O, 'Bana hangi yoldan gelirseniz gelin ama sadece kul hakkıyla gelmeyin' diyendir. Hak'kın yolunu ve halini böyle biliriz." Tunceli Cemevi'nde karşılaştığımız iki Alevi din adamından biri olan Kadir Bulut genç bir Alevi dedesi. İki üniversite bitirmiş. Şu anda teoloji alanında yüksek lisans yapıyor. Farklılıklar ve ötekileştirme üzerine sorulara şu cevabı verdi: "Tarih bize farklılıkları ortadan kaldırmak isteyenlerin asla başarıya ulaşamadıklarını göstermiştir. Diyelim ki bunu yaptılar. Yani herkesi aynı din, mezhep, inanç ve dil bütünlüğü içinde erittiler. Ya sonra? Mesela insanın gözü ve parmak izi en belirgin mührüdür. Her gözün içinde kendine has işaretler vardır. O zaman bu farklılığı ortadan kaldırabilmek için insanların gözlerini kör etmeniz gerekir. Ya da ne kadar insan varsa bu alemde o kadar farklı parmak izi yok mudur? Farklılıklara düşman olanlar bütün tttinsanların gözlerini kör etmeden ve parmaklarını kesmeden başarılı olamazlar."
ANATOMİ DERSİNDE AKRABA İSKELETİ
Tunceli Cemevi yetkilileri gençleri kahvaltıya davet etmişti. Cemevinin kapısında gençleri Alevi Dedesi Seyit Mahmut Yıldız karşıladı. 80 yaşındaymış, çocukluğu ve hayatının bir bölümü Tunceli'de geçmiş. Dersim katliamını hayal meyal hatırlıyor. Yaraları fazla deşmemek için bu konuya fazla girmiyor. Fakat ısrarlı sorular tren rayları gibi uzayınca bir hikaye anlattı hepimize: "Katliam olmuş bitmiş. Ben ilkokuldayım. Genç bir öğretmenimiz vardı. Değişik bir adamdı. İnsan anatomisini anlatırken 'Bu dersi iskeletler üzerinden görürsek daha faydalı olur. Dağda bayırda bildiğiniz iskeletler var mı?' diye sordu. Bir yer vardı, öğretmeni oraya götürdük. Dağın altı sanki bir sundurma gibi oyulmuştu. Burada 300-400 insan iskeleti vardı. 1938'de askerler Tunceli'nin güneyindeki köylere gelip herkesi toplamış, bu dağın oyuğuna getirmişler. Orada beş-10 gün aç bırakmışlar. Sonra da dağın yamacına dizip öldürmüşler. Karın ve rüzgarın altında eriyen insan bedenleri de iskelete dönmüşler... Öğretmenimiz çuval bulmamızı istedi. İskeletleri dikkatlice bulduğumuz çuvala yerleştirdik. Sonra onları okula götürüp yeniden birleştirip sabitledik. Bir gün anneme anlattım. 'Dayın da o dağın altında öldürüldü. Belki de onun kemikleri üstünden ders görüyorsundur' diyerek hüngür hüngür ağlamaya başladı... Okulda öğrendiğim birçok şey hafızamın derinliklerinde kaybolup gitti. Ama anatomiyi hâlâ çok iyi bilirim. Çünkü bizler anatomi dersini akrabalarımızın kemiklerinin üstünde öğrendik...