Yıllarca
kırsal kesimden şehirlere göçler yaşandı, gittiği yere tutunanlar oldu, tutunamayanlarsa çoğunlukta... Son zamanlarda ise kalabalık, gürültülü, stresli, işsizlik oranı yüksek şehirlerden köylere, dağ ya da kıyı kasabalarına kaçma hali var. Kiminle konuşsam ya bir ada hayatına özlem duyuyor ya da dedesinin köyüne... İyi de ne oldu da şehirlerin ruhu iyi gelmemeye başladı bize? İstanbul gibi dünyanın çekim merkezi olan bir şehirden bile neden kaçıp gitmek istiyoruz? Neden bazı şehirlerde yaşayanlar daha mutlu, bazıları daha mutsuz? Bu soruları bireyler ve çatışmalı toplumlarla yaptığı aile dizimi çalışmalarıyla geçmişte yaşanan travmaların bugüne etkilerini ve çözüm yolları gösteren psikoteparist Mehmet Zararsızoğlu'na sorduk. Ona göre büyük şehirlerde uyum içinde yaşamaktan söz edebilmek için önce geçmişin izlerinden ve birbirimize karşı önyargılardan kurtulmak, biraz durup etrafımızı anlamaya çalışmak şart.
-
Yaşadığı şehri sevemeyen, benimsemeyen, mutlu olamayıp mecbur olduğu için yaşayanların ruh hali, şehre nasıl yansıyor?
- İnsanın doğduğu topraklarla uyum içinde olması, oraya ruhsal bağlılık hissetmesi yaşamda kökleşmesiyle eşdeğerdedir. Birtakım hayati koşullar insanları bulundukları yerden göçe zorluyor. Bu yaşadığımız dünyanın realitesi... Medeniyetler, keşifler de böyle oluşmuş. Doğanın yeterlilik sunamadığı, ekonomik iktisadi ve siyasi koşulların zorlamasıyla insanın dünyalılaşması aslında şehirleşme...
-
İstanbul örneğinden bakarsak şehirde bu kadar farklı coğrafyadan insanın bir arada uyumlu yaşaması mümkün mü?
- Hangi sebepten gelirse gelsin, İstanbullu olmanın şifrelerini bilmeden gelenlere bile şehir tarih boyunca kucak açmış. Ama bu başkalarını ötekileştirme "Geldiler düzenimizi bozdular" fikri, insan kendi içinde bir bütünlük elde edemediği zaman, o toplumun diğer paydaşları ve kentin ruhuyla bir bütünlük içinde olması da kendi içinde sağladığı bütünlük kadar olur. İstanbul sadece Taksim'de insanların güzel kafelerde modern kıyafetlerle dolaşıp Avrupai yaşamlar sürdüğü bir kentin ruh haline sahip değil. Çok daha derin, çok daha talepkar bir kentin ruhu burası. Biz önce kafamızdaki önyargılardan uzaklaşmalıyız. Kendini tanımayan, kendinden ve çocuklukta ilgi, sevgi göremeyince oluşan gölge yanlarından kaçan herkes, kentin ruhundan da kaçar. Bireyin yanı sıra toplumun da gölgeleri var.
-
Birbirine bakmaktan bile korkan, dışlayan anlayışla huzurlu komşuluk olur mu?
- 100 yıllık sürecin sonucunda 'Bu artık böyle gitmez' denilen günleri yaşıyoruz. Herkes kendi içine dönmek zorunda. Biz hâlâ kendi içimize bakamıyoruz, bizden farklı olana tahammülümüz yok. Şu an Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturduğunu düşündüğümüz değer yargılarının dışındaki hiçbir şeye bakma cesareti olmayan bir kesim var. Ben kırılmanın burada olacağını düşünüyorum. Çünkü aydın, kentli kişilerin daha kırsal kesimden gelen, muhafazakarlara göre görece daha uygun olduğunu düşünüyorum. Devleti yönetenlerin de Ermeni olayında olduğu gibi barış dilini geliştirmelerine ihtiyacımız var. Şu an nefes alamayan, oksijeni kesilmiş bir Türkiye hissediyorum.
-
Nefes alabilmek, ruh halimizi düzeltmek için ne yapmalıyız?
- Herkes, yönetenler de muhalefet de kendini daha modern tanımlayanlar da muhafakazar tanımlayanlar da durmalı. Türkiye durmayı beceremiyor. Çok şiddetli biçimde durmaya ihtiyacımız var. Biz terapide de insanları durdurmaya çalışırız. Çağımızın araçları çok ciddi iletişim bağımlılığı yarattı. Herkes her an her yerde; Twitter'da, Facebook'ta, Instagram'da... İçindeki her şeyi öfke ve sevinçle dışarıya atıyor.
-
İyi değil mi işte, rahatlıyor...
- Hayır, bu şuursuzca bir durum. Asla kendi içlerinde değiller. İnsanın kendi içinde durması için acıya cesaret edebilmesi gerekiyor. Bizi bu kadar kaçışa sürükleyen kendi acılarımızdan, görevlerimizden kaçış. Çünkü durursak onlar bizi yakalar. O hakikatle yüzleşmemek için ötekileştiriyoruz, içimizden gelen kendi gölgemizdeki her şeyi şuursuz ve tehdit edici şekilde yansıtıyoruz. Türkiye'nin ruhu sıkışmış durumda. Kimse de durup 'Türkiye'nin ruhu, bizden ne istiyor?' diye sormuyor. Çünkü sorduğunda 'Sen bir dur, kendi içindeki bölünmüşlüğüne, toplumsal hakikatlerine bak' yanıtını alacak. Bu kaçışla ve bu ötekileştirmeyle tanrının bu kadar lütufkar oldu topraklarda tatsız tuzsuz hayatlar sürdürmeye devam ederiz. Buradan kimse kazançlı çıkmaz.
-
Kadın ve çocuklara yönelik şiddetin artışında travmatik geçmişin etkileri var mı?
- Zamanında tacize uğrayan, tacizkar olur. Zamanında şiddete uğrayan, şiddet uygular. Zamanın mağduru, geleceğin faili olur. Erkeklerin şiddete yatkınlıklarında kendilerini dönüştürememelerinin etkisi var. Çok ciddi bir erkek yaralanması olduğunu görüyoruz.
-
Şehirlerin kodları neden bu kadar farklı? Bazı şehirlerde neden intihar oranı, bazılarında şiddet yüksek? Neden bazı şehirler mutsuz, bazıları ise mutlu?
- New Yorklu bir psikoterapist grubun araştırmasına göre bireyin öyküsü travmalara evsahipliği yapar ama çok önemli bir unsur daha var: Şehirdeki gürültü, trafik, kirlilik, ırkçılık, polisin davranışı... Bütün bu şehirde gözlemlediğimiz, yaşamımıza endirekt gibi görünen ama birebir etkisi olan unsurlar, beyindeki nöronsal stres faktörlerini etkiliyor. İstanbul gibi bir metropolde, trafik sesi, kalabalık, yeşil alanların azlığı, sürekli telefon ve yaydığı radyasyon var. Bunlar bireysel öykülerimiz kadar ruh halimizi, beynimizdeki nöronsal aktivasyonları artırıyor. Bunun da şiddet, intihar ve depresyona yatkınlıkta birebir etkisi var. Bir de o şehrin arka planına bakmalıyız. Şehrin enerjisi zamanında neleri kaydetti? Almanya'da yapılan araştırmalar bir yerde olay olduğunda, o yerin hafızasına kaydedildiğini ve o duyguyu geriye yansıttığını söylüyor. Yer bilimciler ormanda bir ağaç kesimi olduğunda bile, yanındaki ağaçlarda da çok ciddi etkileşimler olduğunu gözlemliyor.
İSTANBUL YERYÜZÜNÜN OMURGASI
- 20 milyona yakın nüfusuyla İstanbul'un ruh hali nasıl görünüyor?
- Slovenyalı ünlü bir yerbilimci, İstanbul'u insanoğlunun yarattığı medeniyetler açısından 'yeryüzünün omurgası' olarak tanımlar. Bu kadar önemli. İstanbul'daki yaşanmışlıklar, farklılıklar, savaşlar, hoşluklar, zıtlıkları bilmeden burada hayatlar sürdürülüyor. İstanbul'a çeşitli nedenlerle gelen, burada sadece tutunuyor. Şehirle yaşamak, şehirle bütün olmak demektir. Bu şehirde doğduğu halde şehri sahiplenmeyen, bunu kibirle yapan seçkinler bile İstanbul'un sihrine sahip değil.