Önceki hafta sonu Fener ve Balat semtlerinde değişik bir tiyatro etkinliği düzenlendi. Belirli bir parkur üzerinde beş ayrı mekanda gerçekleştirilen bu etkinlikte sahneye semtin sakinleri çıktı. Fener'de kafe işleten bir dernek başkanı, çocukluğu Balat'ta geçmiş bir Yahudi huzurevi yönetisi, yanıp kül olan bir okulda eğitim görmüş bir Ermeni öğretmen, gençlik yılları Fener'deki Rum Kız Lisesi'nde geçmiş bir öğretmen ve bir de ben. Her birimiz kendi hikayemizi anlattık. Balat'taki tiyatro projesini Almanya'daki Schering Stiftung ve MitOst Derneği adlı iki sivil toplum kuruluşu yaptı. Berlin Büro Milk Tiyatro Grubu, organizasyonunu üstlendi, oyuncu seçimini yaptı. Çağla İlk ve Silvina Der-Meguerditchian yönetmen koltuğundaydı.
MAHALLE KÜLTÜRÜ YAŞATILIYOR
İlk durağımız Fener'deki Hanımeli Kafe. Bu kafeyi Kadriye ve Hasan Acar çifti işletiyor. Hasan Acar bölgedeki sivil toplum hareketinin efsane isimlerinden de biri, yeni bir yerel kahraman. Fener Balat Semtleri Kültür Mirasını Koruma ve Yaşatma Derneği'nin de başkanı olan Acar şunları anlattı: "135 yıldır buralıyız. Dedem 12 yaşında, Kastamonu İnebolu Gemiciler Köyü'nden gelmiş. 1932'de bugün hâlâ ailemizin olan evi satın almış. Burası yeni nesillere devredilecek gerçek bir kültür mirasıdır. Başka neler yaparız diye düşünürken, eşimle birlikte bu kafeyi açtık. Amacımız, kaybolan mahalle kültürünü yaşatmak." İkinci durağımız Köprübaşı Sokak'taki doktor David Eskenazi'nin binasıydı. Çocukluğumda Eskenazi ailesi evin üst katlarında ikamet eder, binanın girişinde ise doktorun muayenehanesi yer alırdı. Bir Yahudi huzurevinde yöneticilik yapan Robert Elmas binanın girişinde seyircileri bekliyordu: "Burada iki efsane doktor yaşardı. Biri çok namlıydı. Yoksul hastalarından para almaz, bedava ilaç verirdi. Adı Jak Kurtaran'dı ama ahali ona 'Doktor Cankurtaran' derdi. Balat'ta dil, din farkı yoktu. Şimdi de yok."
ÇOK AZ RUM AİLE KALDI
Balat'tan çıkıp Fener'in dik yokuşlarına vurduk kendimizi. Seyirciler olan biten karşısında büyülenmiş gibiydi. Tepede Yuvakimyon Rum Kız Lisesi'ne ulaştık. Sınıflardan birinde bizi Agni Nikolaidis bekliyordu. Kendisi de bu okulda eğitim görmüş: "Burada 18-19. yüzyıllarda zengin Rum aileleri yaşardı. Patrikhanemiz de buradaydı. Şimdi çok az sayıda Rum aile kaldı."
DÖNECEKLER DİYE BEKLEDİK
Benim evim de bu okulun karşısında. Seyircilerimi bahçede ağırladım ve onlara çocukluğumun kozmopolit İstanbul'unu anlattım. Komşularımızın birer ikişer gittiğini, onları ya Sirkeci Garı'ndan veya İstanbul Limanı'ndan uğurladığımızı, arkalarından beyaz mendiller salladığımızı, bir gün dönecekler diye yıllarca beklediğimizi söyledim. Sonra onlara, bir zamanlar meşhur bir şarkıcı olan Esengül'ün, güzeller güzeli Despina'nın, ağabeyim Ersoy'un, Adnan Şenses'in olduğu kırık bir aşk hikayesi anlattım. Ve oyun bitti...
HİLAL Mİ YOKSA HAÇ MI?
Bir başka sahnemiz Surp Hıraştegabet Ermeni Kilise'ydi. Kilisenin içinden geçip bir bahçeye ulaştık. Burada eskiden Küçük Horenyan Ermeni İlkokulu varmış. Bahçede bizi 1948 doğumlu Garbis Horasanciyan karşıladı. Ve hikayesini anlatmaya başladı: "Ben burada okudum. 6-7 Eylül Olayları'ndan sonra tatsızlıklar yaşandı. Bir kere bir kavgaya karıştım. Beş-altı çocuk, ellerinde kartondan yaptıkları hilal ve haç taşıyordu. Kartonları yere koyup 'Bunların hangisine basarsın?' diye sordular. 'Hiçbirine' dedim. Çünkü ikisi de kutsaldı. Haça basmamı istediler. Basmayınca saldırdılar. Üç beş darbe aldıktan sonra kurtuldum. Ama bu çocukların kabahati değil. Hani Hrant Dink'in hanımı Rakel'in bir sözü vardır: 'Çocuktan katil yaratmak.' Aynı durum.
"