Son yıllarda tüp bebek tedavisi uygulanan çiftlerin sayısı arttıkça çoğul gebeliklerin, çoğul gebeliklerin artışıyla da erken doğumların sayısı arttı. Hal böyle olunca yenidoğan yoğunbakım ünitelerindeki bebek sayısı da giderek artıyor. Yenidoğan yoğun bakımına giren bir bebek, ölüm riski olan bebek demek. Öyle ki bazıları 500-600 gram kadar düşük ağırlıkta ve gelişimini tamamlamadan dünyaya gelebiliyor. Eskiden bu bebeklerin yaşatılması imkansızken, tıptaki gelişmeler sayesinde son yıllarda bu kadar küçük bebekler bile hayata tutunabiliyor. Yenidoğan yoğun bakımında yatan minicik bebeklerin ne yazık ki sadece sağlık sorunları yok. Ağır durumları nedeniyle onlar, anne kucağının sıcaklığını tadamayan bebekler. Onların anne diye bildikleri kişiler ise yenidoğan yoğun bakım hemşireleri. Avuç içi kadar bebeklerin bakımını yapan, yeri geldiğinde doktordan önce müdahale edip hayat kurtaran, bunu başaramadığı zamanlarda ise tüm benliğinde acısını yaşayan dört yenidoğan yoğun bakım hemşiresiyle görüştük. Onlar duygusallar ama duygularını işlerine yansıtmamak zorundalar. Bakın yaşadıklarını bize nasıl anlattılar...
KENDİMİ DOKUZ BEBEK DOĞURUP BÜYÜTMÜŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
Acıbadem Bakırköy Hastanesi yoğun bakım hemşirelerinden Seda Yeşilyurt, çok küçük doğan bebeklere nasıl bir özel bakım yapıldığını şu sözleriyle çok net açıklıyor: "Kapıların dillerine bile bant koyuyoruz ki kapı kapanırken ses çıkmasın. Yoğun bakım apayrı bir dünya. Orada bebeklere nörogelişimsel bakım uyguluyoruz. Işık, gürültü olmuyor. Yanında annesinin kokusunu alabileceği bir eşya oluyor bazen. Anne karnı ortamı oluşturmaya çalışıyoruz onlara." Onun da en çok zorlandığı konu, aylarca emek verdikleri bebekleri kaybetmek: "Yoğun bakımda olan bebek zaten hayati riski olan bebek demek. En kötü durumda olan bebek de artık yapacak bir şey kalmamış, son anını beklediğimiz bebek oluyor. Ona palyetif bakım dediğimiz bir bakım yapıyoruz. Ama o son anın gelişini izlemek bizim için çok travmatik. O sırada tabii aileye de bilgi vermek, o yas sürecini paylaşmak gerekiyor. Mesain bitince de bunlar hiç olmamış gibi evine gidip gündelik hayatına devam etmek biraz travmatik oluyor. Ama bebekleri sevmek terapi oluyor bize." Bir de tabii özel hayatları var. Yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor Seda Hemşire: "Dedem yoğun bakımda yaşam mücadelesi verirken ben burada başkalarının evlatlarını yaşatmaya çalışıyordum. Başkasının canı bana, benim canım da başkasına emanet. Karmaşık duygulara sokuyor insanı". Mesleğini yaparken karşılaştığı başka bir çarpıcı durumu da şöyle anlatıyor Seda Yeşilyurt: "Bazı aileler bebekleri için aşırı endişe ediyor. Ancak tedaviyi reddeden, bebeğinin yaşamasını istemeyen aileler de gördüm. Sağlıklı bir bebek hayal ediyor ve olmayınca... Bebeğinden ayrı kalmak zorunda olduğu için depresyona giren anneler de var. Sütünü sağmak istemeyenler var."
BİR BUÇUK YAŞINA KADAR BAKTIĞIMIZ BEBEK VAR
Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Türkiye'nin en önemli doğum hastanelerinden biri. Yenidoğan yoğunbakımında hemşire olan Elmas Kahramanoğlu, 16 yıllık bir hemşire ve son 11 yıldır bu hastanede. Çok şey görmüş geçirmiş. Öyle ki tecavüz sonucu dünyaya gelen ve ailesinin terk ettiği bir bebeğe bir buçuk yaşına kadar bakmışlar, dokuz yıl önce. Elmas Hemşire bu anısını şöyle anlatıyor: "Burada bizim çocuğumuz gibi olmuştu artık. Adını İrem koyduk. Ona oyuncaklar aldık, yürüteç aldık. Evlerimize götürüp yıkadık, yedirdik. Gerçek hayatı da görsün istedik. Sonra Çocuk Esirgeme Kurumu'na verildi. Bir daha görmemize izin verilmedi tabii. Ama öğrendik ki iyi bir aile evlat edinmiş onu." "Peki ayrılık zamanı geldiğinde napıyorsunuz?" diye soruyoruz, şöyle diyor Elmas Hemşire: "Büyük bir yıkımdı bizim için. Çocuğumuz gibi oluyorlar çünkü. Düşünsenize, 600 gram doğup yaşattığımız bebekler var. Tedavileri çok uzun sürdüğü için aileleriyle de yakınlaşıyoruz bir süre sonra. Benim hâlâ görüştüğüm aileler var. Çocuğu beş yaşına gelmiş, bana görmeye getirenler var." Bir bebeği hayata döndürmenin manevi tatmininin hayattaki başka hiçbir şeyde olmadığını söylüyor Elmas Hemşire. Bebekleri kucağına alırken, sanki anneleriymiş gibi aldığını söylüyor. Ancak çok ağır durumda olan ve ne yapılırsa yapılsın hayata tutunmayı başaramayan bebekler de var. Bizim görüştüğümüz günden bir önceki gün Elmas Hemşire de dört aydır baktığı, 680 gram doğan bir bebeğini kaybetmiş. "Sabah gittiğimde yatağı boştu, içim burkuldu" derken gözyaşlarını tutamıyor. Başka bir bebeğin onu annesi sandığını anlatıyor sonra: "Başka hemşireler kucağına aldığında kıyameti koparıyordu, ben alınca sakinleşip uyuyordu." Her şeye rağmen mesleğine âşık olduğunu ve asla bırakmayı düşünmediğini söyleyen Elmas Kahramanoğlu, kendi bebek yapmayı ise şimdilik düşünmüyor: "İtiraf ediyorum ki kayıpları gördükçe gözüm korkuyor..."
BİR BEBEĞİ HAYATA DÖNDÜRMEK MUHTEŞEM BİR HİS
Medipol Hastanesi yenidoğan yoğun bakım hemşirelerinden Sultan Hasar, aynı zamanda Haliç Üniversitesi'nde paramedik (ilk ve acil yardım) eğitimi alıyor. Yaptığı işin manevi tatmininin başka hiçbir şeyde olamayacağını söylüyor: "Bazen bebekler ölüme çok yakın olabiliyor. Ama buna rağmen özenle bakmaya devam ediyoruz, 'Belki olur' diye. Ve bazen gerçekten de oluyor, bebek yaşıyor. İşte bu o kadar muhteşem bir şey ki... Bir hayatı geri döndürebilmenin hazzı çok başka. Ancak ne yazık ki o da görüşmemizden bir gün önce ikiz bebeklerini kaybetmiş: "24 haftalık doğdular. Biri 450, diğeri 500 gramdı. Ne yazık ki yaşamadılar. Çok çok üzüldük. Biz babayı teselli etmeye çalışıyorduk ama bizi de teselli edecek birileri lazımdı." Yine de bebeklerde kayıp oranının son yıllarda çok azaldığını da belirtiyor. "Peki en büyük sıkıntınız nedir?" diye soruyoruz. Şöyle yanıtlıyor Sultan Hemşire: "Bebekleri çok seviyoruz. İşe gelir gibi gelmiyoruz zaten buraya. Bazen ailelerle sıkıntımız oluyor. Onlar da ajite oluyor tabii. Bazıları tüp bebekle seneler sonra çocuk sahibi olmuş oluyor. O yüzden çok endişeli oluyorlar. Sürekli görmek istiyorlar. Ama biz içeriye alamıyoruz. Çünkü bu bebekler inanılmaz derecede enfeksiyona açık oluyor. Çok bozuluyorlar bu duruma. Halbuki biz zaten bebeklerin aileleriyle aralarındaki bağı olabildiğince koparmamaya çalışıyoruz." Bir erken doğum sonrası neler yaşandığını ise şöyle anlatıyor Sultan Hasar: "Bebek doğar doğmaz biz alıyoruz. Bebeği stabil hale getiriyoruz. Sonra yoğun bakıma alınıyor bebek. Anne de odasına çıkarılıyor. Biz bebeği temizleyip kuvöze alıyoruz, vücut ısısını ayarlıyoruz. Mide lavajı yapıyoruz. Eğer akciğerleri kendi kendine nefes alabileceği kadar gelişmemişse ve oksijen desteğine ihtiyacı varsa aspire ediyoruz. İleri yaşam desteğini sağlıyoruz yani. Altı saat sonra, bebek stabil duruma geldiyse ve anne de eğer yürüyebilecek durumdaysa, bir defaya mahsus olmak üzere yoğun bakıma alıyoruz anneyi. Ellerini dezenfekte ediyoruz. Önlük ve maske takıyor. Ve bebeğine bir defa dokunabiliyor. 12-12.30 ve 6.00-6.30 arasında da camlarımız açılıyor, o sırada bebeklerini görebiliyorlar. Sonra her üç saatte bir annenin kendini sağmasını istiyoruz ve anne sütünü biberona koyup bebekleri biz besliyoruz." Sultan Hemşire de bebeklerden ayrılırken içi burkulanlardan: "Bebekler yoğun bakımdan çıkarken bizim için çok duygusal anlar oluyor. Aile kıyafetlerini getiriyor, biz giydirip teslim ediyoruz. Uzun süre baktığımız bebeklerle zor vedalaştığımız oluyor."
SEVİMLİ GÖRÜNSÜNLER DİYE BAZEN SAÇ BANDI YAPIP TAKIYORUM
Ebru Karakuş da Acıbadem Bakırköy Hastanesi hemşirelerinden. Onun en büyük sorunu, acil durumlarda soğukkanlı olabildiği halde, genel olarak çok duygusal olması. Hemşirelik eğitimini bitirdiğinde, bebekleri çok sevdiği için özellikle yenidoğan yoğun bakımında çalışmak istemiş. "Başlarda onları çok sevdiğim için iğne yapamam gibi geliyordu. Ama sonuçta onları yaşatmak için yapmamız gereken şeyler olduğunu gördüm." "Erken doğan bir bebeği elinize ilk aldığınızda ne hissettiniz?" diye sorunca şunları söylüyor: "İğne yaptığım ilk bebeği elime aldığımda, ellerim titriyordu. Ama sonra bebeğin iyileştiğini gördükçe insan başardığını hissediyor. Duygusal yapılı biriyim ama dışadönük değilim, içimde yaşarım duygularımı. O yüzden başlarda benim için sıkıntılı olmuştu ama sonra ister istemez soğukkanlı olmayı öğreniyorsun." Ancak onun da kaybettiği bebekler olmuş: "Doğumundan beri baktığım bir bebeğim vardı, çok küçüktü ve tıbbi olarak yaşama şansı yoktu, elimizden geleni yaptık ama benim ellerimde öldü. Bayağı kötüydü benim için. Bebek kucağımdayken ağladığımı hatırlıyorum. Sonra son bakımını yapıp, sarıp götürüp morga koydum. Bunun psikolojisi çok ağır gerçekten. Sonra rüyalarıma da girmişti." Ebru Hemşire'nin, kötü durumda olan bebeklere baktığında kendisini çok kötü hissetmemek için bulduğu yöntem ise şöyle: "Bazılarına saç bandı yapıp takıyorum. Bazen ısı proplarını takarken bantlarını kalp şeklinde kesiyorum. Bebekler çok kötü göründüğü zaman üzülüp yıpranıyorum."