"Bilgisizlik kuvvettir."
1984-Orwell
George Orwell, Nazi Almanyası'nın Hitler'den sonraki en şeytani icadı Joseph Goebbels'in intiharından dört yıl sonra yayınlanan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanında, Doğruluk Bakanlığı'nda çalışan Winston Smith'in hikâyesini anlatır. Doğruluk Bakanlığı'nın misyonu, tıpkı Goebbels'in Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı gibi doğruları (bilgi) değil, yalanları (dezenformasyon) toplumsal hafızaya yerleştirmektir.
Bugün benzer bir fonksiyonu; iç savaş yaşayan veya komşularıyla çatışma halinde olan Suriye, Irak, Mısır, Pakistan gibi ülkelerde Enformasyon Bakanlıkları icra ediyor. Boşuna değil bu bakanlığın, meselelerini büyük ölçüde halletmiş gelişmiş ülkelerde değil de halen savaş halinde olan ülkelerde bulunması.
Enformatik Cehalet adlı kitabın yazarı Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'yla ilgili bir yazıya bakanlık ve enformasyon kelimeleriyle girizgâh yapmak, Avcı'nın öyküsündeki önemli dönemeçler göz önüne alındığında ilgisiz değil. Ne var ki Avcı'nın, bu iki kelimenin bir araya getirildiği yerden mümkün olduğunca uzak tutulması gerekiyor. Zira Enformasyon Bakanlığı, Avcı'nın Enformatik Cehalet'te baktığı perspektiften bakıldığında ancak cehaleti artıracak bir müessese.
Yeni binyılın henüz başında, Ocak 2000'de günümüze ışık tutan Enformatik Cehalet adlı kitabın yayınlanmasından tam 13 yıl sonra Milli Eğitim Bakanı oldu Nabi Avcı. Kitap, askeri ihtiyaçlardan doğan Amerikan icadı ARPANET'in (Advanced Research Projects Agency Network) internete dönüşmesinden sonra enformasyon denilen kavramın hayatımıza etkin bir şekilde girmesiyle, bilgiden adım adım nasıl uzaklaştığımızı anlatıyordu. Avcı, ancak negatif ilerleme ya da ileriye doğru gerileme gibi oksimoronlarla açıklanacak bu tuhaf durumu yıllar sonra vereceği söyleşide şu cümle ile özetleyecekti: "Enformasyonda bilgiyi, bilgide hikmeti kaybettik."
Bu sözleri göz önüne alındığında Nabi Avcı'nın, Gezi eylemlerini erken ve doğru anlayan kabine üyesi olması boşuna değildir. Bunda yalnızca iletişim profesörü olmasının değil, aynı zamanda yeni neslin bilgiye ulaşma, anlama ve itiraz metotlarını anlamış olmasının da etkisi vardır.
MUHAFAZAKÂR MEDYANIN KURUCULARINDAN
Üç Boyutlu Portre'nin bu haftaki konuğu Nabi Avcı, 8 Ekim 1953 Bilecik doğumlu. Eskişehir Maarif Koleji'nden mezun oldu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) İdari Bilimler Fakültesi'ni bitirdi. Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde İletişim Bilimleri doktorası yaptı. Anadolu Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde iletişim üzerine dersler verdi. Başbakan başdanışmanlığı yaptı.
Avcı, muhafazakâr medyanın kuruluşunda etkili olmuş bir isim. Zaman Gazetesi'nde Molla Kasım takma adıyla mizah yazıları yazdı. (Daha öncesinde Yeni Devir Gazetesi'nde Enes Harman müstearıyla yazmışlığı da var.) Ardından 1995 ve 1996 yıllarında Kanal 7'de program yaptı. Yeni Şafak Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni yürüttü. Ben 1995 yılının Kasım ayında Yeni Şafak'ta gazeteciliğe başladığımda Nabi Avcı gazeteden yeni ayrılmıştı. Avcı, Kasım 2002'den sonra sırasıyla Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Baş ve son olarak Ömer Dinçer'in oturduğu Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna 24 Ocak 2013'te oturdu.
YENİ TÜRKİYE'NİN ÜÇ DÖNEMECİ
Nabi Avcı, Türkiye'nin 21. yüzyılın hemen başında geçirdiği kritik evreleri de en iyi yorumlayabilecek kabine üyelerinden biri. İlk evre, 3 Kasım 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle başladı. Bu evrede siyaset kurumu, kendisinin yıllardır mahrum edildiği tahta yerleşmek için eski devlet kadroları ile yeni bürokratik kadrolar arasında bir denge politikası yürüttü.
12 Haziran 2007'de başka bir evreye geçildi. Ergenekon Operasyonu'nun başladığı dönemden 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın şüpheli sıfatıyla sorgulanmak istenmesine kadar devam eden bu beş yıllık süreçte yaşanan tarihsel dönüşüm sırasında Gezi Parkı eylemlerinin sebeplerini içeren bir toplumsal öfke birikmesi de meydana geldi. Yargı ve emniyetteki yeni kadrolar, toplumsal gerginliği artıracak hukuki tasarruflarda bulundu. Öyle ki yakın geçmişte 'cehalet yaratacak düzeyde enforme etme' hangi dönemde yaşandı derseniz 2007-2012 arası demek işten bile değildir. O kadar çok enformasyon/dezenformasyon yayıldı ki, olan biteni soğukkanlı bir biçimde anlamak neredeyse olanaksız hale geldi.
2012'den sonra siyasetin, kelimenin gerçek anlamıyla etkin olmaya başladığı görüldü. Ne var ki bu arada toplum çok gerilmişti. Bununla birlikte Cumhuriyet tarihinde ilk kez askeri vesayetin geriletildiği, Kürt sorununun çözümü için Türkiye tarihinin en önemli adımlarının atıldığı, Alevi meselesinin çözümü için gerekli tarihsel şartların oluştuğunu da kabul etmek gerekir. Böyle bir dönemde, ülkenin, köklü sorunlarını çözerek geleceğe yürümesi için toplumsal gerginliğin azaltılması şart.
Tansiyonu düşürebilecek kabine üyelerinden biri olan Nabi Avcı'nın, Gezi olaylarından sonra yaptığı şu yorum yeni Türkiye'deki gergin fay hatlarını anladığını gösteriyor:
"Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi, beş günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk."
Aynı Avcı, "Bu gaz bulutları dağıldığı zaman, koltuğunun altında Orhan Pamuk'un kitabını taşıyan açık radyo dinleyicileri, yanlarında koltuğunun altında ulusal gazeteleri taşıyan beyaz bereli çocukları görürlerse hiç şaşırmasınlar," diyerek eylemci kitlenin kahir ekseriyetinin profilini de vermişti.
Enformasyonun, cehalet yaratacak ölçüde bollaştığı günümüzde cehaleti engelleyecek eğitimi yönetmekle görevli bakanlığa Nabi Avcı'nın getirilmesi anlamlı. Bakan Avcı, eğitimin birikmiş sorunlarının (atanamayan öğretmenler, sınav sistemi ve hepsinden önemlisi ilk ve orta öğretim ile üniversite eğitiminin gelişmiş ülkelerdeki standartlara kavuşturulması) çözümü için çalışmanın yanı sıra 'akil insan' kimliği ile var olan toplumsal gerginliği azaltacak adımlar atılmasına da vesile olabilir.
Zira Avcı, çatışma/gerginlik dönemlerinde kendi öz değerlerinden çok evrensel değerleri öne çıkarabilecek bir isim. Buna özellikle şu içinde bulunduğumuz süreçte ihtiyaç var. Çünkü çatışma anlarında öz/kadim fikirlere, inançlara dönmek, bu değerleri bayraklaştırmak hiçbir çözüm üretmez. Aksine çatışmayı daha da sertleştirir. Geleceği inşa edecek uzlaşma, ancak ortak değerleri güçlendirmekle sağlanabilir.