Bir
akşamdı... Kentin ileri gelenlerinden birinin evine 'ilim seyahati'ne çıkmış bir derviş konuk oldu. Adet olduğu üzere bir irfan meclisi kuruldu. Muhitin tanınmış kimseleri, ününü duydukları bu dervişle tanışmak için mecliste hazır bulundu. Münazaralar sırasında söz dönüp dolaşıp Aristo'nun Arapçaya
Sırru'l-Esrar olarak çevrilmiş makalesine geldi. Bilahare Şeyh-i Ekber olarak adlandırılacak olan bu gezgin, ne Aristo'yu ne de sözü edilen çalışmasını duymuştu. İncelemek için izin istedi ve odasına çekildi. O gece uyumadı. Önce okudu, sonra yazdı, yazdı ve yazdı. Ev sahibi sabah uyanıp da konuğuyla karşılaştığında, elinde o gece yazılmış,
Tedbirat-ı İlahiyye adlı bir risale bulunduğunu fark etti. Kendisine hediye edilen bu risalede özetle şöyle deniyordu: "Aristo denen bu hekîm (filozof) eserinde daha çok cismani (fiziki) alemin idaresi üzerinde durmuş ve manevi alemi ihmal etmiş. Bendeniz o ciheti ikmal eyledim (tamamladım)."
BİR BİLGENİN YATAY VE DİKEY SEYAHATİ
Voltaire kendi ironik üslubuyla şöyle der: "Bu Araplardan düşünür olarak çıka çıka bir İbn Arabi çıktı; onu da kendilerinden saymıyorlar." Voltaire'in başka Arap düşünürlerini bilmemesi onun bu konudaki cehaletini gösterir elbette; öte yandan, İbn Arabi, İslam metafizik düşüncesi içerisinde kurucu bir yere sahiptir. 86'sı günümüze ulaşan yüzlerce eser vermiş, eserlerine yüzlerce yıl boyunca şerhler yazılmıştır. Sadece İslam dünyasını değil Uzakdoğu'dan İspanya'ya pek çok farklı din ve inanıştan insanı etkilemiştir. Hindistan'da yaygın bir inanış olan Sihizmin doğmasında İbn Arabi'nin etkili olduğu söylenir. Yahudi araştırmacı Paul Fentom'a sorarsak, Kabala düşüncesi İbn Arabi'den etkilenen Musevilerin uydurduğu bir şeydir. Fentom, Kabala'nın en eski metinlerinden olan, Katalan dilinde yazılmış
Safer Yeksira'nın İbn Arabi'nin eserlerinden yaptığı intihalleri sayfalar süren örneklerle açıklamıştır. Ve Anadolu... Sadrettin Konevi'yi, Mevlana'yı, Yunus Emre'yi, Hacı Bektaş'ı, Şeyh Bedrettin'i, Niyazi Mısri'yi anlamak için İbn Arabi'yi bilmek şarttır. Osmanlı Devleti'nin kurucusu sayılan Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebali'nin onun öğrencisi olduğu söylenmiştir. Orhan Gazi ilk Osmanlı medresesini İznik'te kurduğu zaman başına İbn Arabi'nin
Füsusu'l- Hikem adlı eserine şerh yazmış Davud-u Kayseri'yi getirmiştir. İbn Arabi 1165 yılında o günkü adı Endülüs olan İspanya'nın Mürsiye kentinde doğar. İlmiye sınıfına mensup saygın bir ailenin çocuğudur. Bu sayede ilk eğitimlerini annesinden, babasından, dayısından, amcasından alır. Siyasi karışıklıklar nedeniyle aile Sevilla'ya taşınır. 16-17 yaşlarına geldiğinde Muhyiddin, eğitim için Fas'a gider ve bir süre sonra geri gelir. İki yıl daha Endülüs'te kaldıktan sonra bir daha geri dönmemek üzere terkeder memleketini... İbn Arabi'nin yatay yolculuğunun izlerini sürmek istesek yolumuz şu ülke ve şehirlerden geçecektir: Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Kudüs, Medine, Mekke, Basra, Bağdat, Kerkük, Musul, Hilvan, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Malatya, Kayseri, Sivas, Konya ve Antakya... Bu ülke ve şehirlerden bazılarında birkaç ay, bazılarında birkaç yıl kalarak ilerleyecek ve 1238 yılında Şam'da son bulacaktır bu yolculuk. Bu kadar çok seyahat eden biri nasıl oluyor da yüzlerce eser veriyor? "Eserlerimin ardına düşmedim," der İbn Arabi. Yazdığını yazdığı yerde bırakır. Dikey seyahat de bu demek zaten. Toplayarak ve dağıtarak ilerlemek. Bu yüzdendir başta 64 ciltlik Kuran tefsiri olmak üzere eserlerinin birçoğunun kayıp, yakılmış ya da tahrip edilmiş oluşu.
Her insan bir tohumdur ve dünya insana hamiledir
18 ciltlik dev bir kitabı kısa bir mülakat çerçevesinde özetlemek imkansız. Yine de Demirli'yle yaptığımız görüşmelerde ön plana çıkardığı bazı hususlar şöyle:
İbnü'l Arabi bir insan düşünürüdür. Klasik dini düşünceyi insan üzerinden eleştirdi. Ona göre 'alem'den hareketle Allah'ın varlığına delil getirmeye çalışmak yararsızdı; esas delil insandı. Bu bakış açısı tasavvufun İslam düşüncesine yaptığı en önemli katkılardandır.
İbnü'l-Arabi için her insan potansiyel olarak Allah'a halifedir, değerini buradan alır. Dünyadaki varlığımız ise bu potansiyelin ortaya çıkabileceği yegane yer. Aslında dünyanın varlık sebebi de budur. Her insan bir tohumdur ve bu tohum içinde 'kamil insanı' taşımaktadır. Dünya ise o kamil insanın tarlası, hatta İbnü'l- Arabi'nin ifadesiyle 'annesi.' Arabi "Dünya insana hamiledir," der. Bu, insanın dünyayla ilişkisini anlatabilecek en iyi ifadelerden biridir. "İnsan yaşadığı sürece tohumdan umut kesilmemiştir." Allah'ın muradı tohumun ağaca dönmesidir. Bu tohumdan umut kesilmez. Hiçbir ideoloji, menfaat, düşünce vs. bir insanı yok etmeyi mubah kılamaz.
İnsandan söz ederken, sıkça yapıldığı gibi, sadece erkekten değil erkek ve kadından, her ikisinden birden, söz etmiştir. Bize kadının ve erkeğin gerçekte ne olduğunu göstermek istemiş, ikisi arasında kurulan ilişkinin insanın kendisini ve Allah'ı tanımasındaki merkezi rolünü anlatmıştır. İbnü'l- Arabi'ye göre Allah insan ilişkisini anlayabileceğimiz en önemli modellerden biri kadın-erkek ilişkisidir. Eserlerinde 'aşk' kavramının metafizik derinliğine de değinmiştir.
İbnü'l Arabi'nin evren tasavvuruna göre varlıkta 'cansız' diyebileceğimiz bir şey yoktur. Dağlar, taşlar, bitkiler, hayvanlar, hatta eşyalar; kısacası her şey canlıdır. İnsanın olgunluğu çevresindeki bütün canlılarla diyalog kurabilmesinde gizlidir. Öğrencilerine her birinde bir kişilik gördüğü bu varlıklarla iletişim kurmayı öğütlemiştir.
Allah bizim sadece varlığını kabul edeceğimiz bir varlık değildir. O isimleri olan, özellikleri olan bir 'mutlak hakikat'tir. O'nun isimleri ise insanlığın ahlak ilkeleridir. Ahlakın temel ilkeleri olan merhamet, bilgi, doğruluk, sabır, diğergamlık, cömertlik vs. hepsi ilahi isimlere dayanır. Allah'ın isimleri insan için ahlak ilkesi demektir. İnsan, Allah'a benzedikçe ahlaklı olur. Daha doğrusu gerçek bir insan haline gelir. 'Güzel ahlakı tamamlamak' insanda nüve olarak bulunan ahlakı Allah'a bağlayarak ikmal etmek demektir.
Deli cesareti
İbn Arabi'nin adı, en çok atıf yapılan ama en az tanınan bilgeler arasına yazılsa yeridir. Bunda eserlerinin çokluğuna vurgu yaparak takip edilemez hâle getirilmesinin rolü olduğu gibi, bilinen temel yapıtlarının Türkçeye tam metin olarak tercüme edilmemiş olmasının da rolü vardı. Artık bu bahaneler ortadan kalkıyor. Çünkü Doç. Dr. Ekrem Demirli adeta bir 'deli cesaretiyle' -kendi ifadesi- bu işe girişti ve İbn Arabi düşüncesinin omurgalarından olan 37 defterlik dev eseri
Fütuhat-ı Mekkiyye'yi 18 cilt halinde Türkçeye kazandırdı. Demirli 1994 yılında düşmüş ilk notunu Fütuhat-ı Mekkiyye üzerine: "Bu kitap inşallah tercüme edilecek." 2004'te ancak başlayabilmiş çevirmeye; çünkü öncesinde müellife ulaşmak için başka okuma ve çeviriler yapması, uzun bir yol katetmesi gerekmiş. 2012'de bitirmiş 18. cildi... Böyle bir kitabı yayımlama cesaretini gösterdiği için Litera Yayınevi'ni de kutlamak gerek. Çeviri süreci epey zorlu geçmiş. 15- 16 saat çalıştığı günler olmuş. "Eşimle hep İbn'ül Arabi hakkında konuşuyoruz. Oğlum o zamanlar üç buçuk yaşındaydı. Evde sürekli 'İbrahim Abi' diye birinden bahsediyor. Ben biraz asosyalim. 'Herhalde kuzenlerden biri' diye düşünüyorum. Çok sonra anladık İbrahim Abi'nin İbnü'l-Arabi olduğunu." İbn Arabi okunması zor bir yazar olarak görülür. Hatta 'herkesin okumaması gerektiği' söylenir. Demirli bu düşüncede değil: "Aristo'yu, Platon'u, Kant'ı ve Doğu'daki benzerlerini okuyan herkes İbn Arabi'yi neden okumasın? İbn Arabi, İslam metafizik düşünce geleneği içerisinde çok özel bir yere sahip. Bu gelenek içerisinde ortaya çıkmış metinlerin belli bir zorluğu vardır, doğru. Ama hakikati merak eden, insaf sahibi herkes İbn Arabi'yi okuyabilir. Hakikat herkese aktarılabilir. Herkes ondan kendisine lazım olanı alır." "Yüzyıllar önce yaşamış bir adamın kitaplarından bugünün insanı ne öğrenebilir?" diye düşünenlerdenseniz çevirmene kulak verin: "İbnü'l-Arabi İslam'ın evrensel düşünce ufkunu göstererek kendisi de evrensel bir düşünür oldu. Entelektüellerimiz İbn Arabi okusalar Türk düşünce ve sanat hayatı bütünüyle değişir. Önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde ciddi bir İbnü'l-Arabî yorumculuğu oluşur; bu da edebiyata, sanatın diğer dallarına, felsefi düşünceye, ahlak anlayışına çok büyük katkılar sağlar."