İnsan
zihnini yekpare mi sandınız? Değildir efendiler değildir! O uçsuz bucaksız alan, sınırsız çeşitlilikte düşünceyi barındırır içinde. Tabii riskleri de... Mesela an gelir, koca zihninin içinde türlü sebeplerle yolunu kaybeder insanoğlu. Veya bazen küçücük bir kafese hapseder kendini ve ne kadar çırpınıp dursa da, tek başına başaramaz kendini özgürleştirecek anahtarı bulmayı. Böyle durumlarda doktorlar koşar yardıma. Peki hastalarıyla neler yaşar, nasıl anılar biriktirirler? Bu sorunun cevabını, 30 yıla yakın süre Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde görev yapan psikiyatrist Dr. Lâtif Ruhşat Alpkan, kısa süre önce yayımlanan kitabında veriyor.
Bakırköy Akıl Hastanesi'nden Anılar adlı kitapta, Alpkan hastanenin geçmişini, bugününü, zihninde iz bırakan 'hasta'ları ve yaşanan ilginç olayları hem kendi anılarına hem de kendinden önceki kuşakların anılarına başvurarak anlatıyor. Bize de Okuyan Us Yayınevi'nden çıkan kitaptan tadımlık bir seçkiye yer vermek düşüyor.
Hastanenin bahçesindeki
Düşünen Adam heykeli, en az hastanenin kendisi kadar ünlüdür. Orijinali heykelin büyük ustası Rodin'e ait olan heykelin bir benzerinin hastane bahçesine yerleştirilmesinin hikayesiyse pek bilinmez. Alpkan'ın anlattığına göre, Başhekim Dr. Fahri Celal Göktulga, 1953'te bir dergide heykelin fotoğrafını görünce "Bunun aynısını başhekimlik binasının karşısına yaptıralım," demiş ve hastanede tedavi gören heykeltıraş Kemal Künmat görevlendirilmiş. Ancak heykelin bitmesine az zaman kala, Künmat "Para vermezseniz işi bitirmem," demiş ve Düşünen Adam'ın elini çenesinin altına koyduğu kolunu yontmadan öylece bırakmış. Bu iş için bir kaynak ayrılmadığından, hastalar arasında heykelle uğraşan başka birininin bulunup bulunmadığını tespit etmek için bir tarama yapılmış. Tabii bu süreçte "Ben büyük bir heykeltraşım!" diye ortaya çıkan pek çok hasta olmuş. Sonuçta aylar sonra, hobi olarak resim ve heykelle ilgilenen bir hasta heykeli tamamlamış.
1960'larda hastaların şiirleri bir kitapta toplanır. 27. sayfada, N.C. imzalı bir şiir vardır.
Aşkımı Düşürmüşüm adlı şiirin bir bölümü şöyledir: Sabahleyin adım adım/Yolları hep aradım/Körolası çöpçüler/Aşkımı süpürmüşler... Tanıdık geldi mi? Evet, sözlerini 1970 yılında Ali Toprak'ın yazdığı ve Erkin Koray'ın seslendirdiği
Çöpçüler şarkısının sözlerine epey benziyor: Dün gece çok aradım/Aradım bulamadım/Körolası çöpçüler/Aşkımı süpürmüşler...
Hastanenin en ünlü sakinleri de olmuş elbet. Onlardan biri, tiyatromuzun efsane ismi Afife Jale. Jale ilki 1934'te olmak üzere birkaç kez hastaneye yatmış ve son yatışı sırasında hastanede hayatını kaybetmiş. Usta tiyatrocu Vasfi Rıza Zobu, Jale'yi hastaneye nasıl yatırdığını şöyle anlatıyor: "(...) Afife yalnız başına kaldı, sonraları hastalandı. Gittim yerinde buldum. Şehzadebaşı'nda, yangın yerinde, bir tek ev kalmış, harap, onun ikinci katında, kapısı falan açık. Girdim içeriye, "Afifeee!" diye seslendim. Ses seda yok. Yerde... Bir mahluk kıvrılmış oracığa... O güzel kadın kurumuş, iskelet olmuş. Yanına gittim. (...) Yapacağım tek şey var... Bunu iyi bir yere yatırmak. Hiçbir hastane almıyor. Neşet vardı, doktor. Bakırköy'de tımarhaneye sertabip yardımcısı olmuş. Allah razı olsun, Afife'yi oraya yatırdık...."
Bir başka ünlü hasta, ilki 1929'da olmak üzere 14 kez hastaneye yatan Neyzen Tevfik. Neyzen 1950 yılında verdiği bir söyleşide, hastanenin hayatında kapladığı yeri evindeki karyola demirlerini göstererek şöyle anlatıyor: "Bunlar tımarhanede yattığım karyolanın demirleri. Deliklerini açtım, onları ney yapacağım, tımarhanede geçirdiğim günleri dile getirsinler diye..."
Sene 1979... Humeyni Devrimi'nin gerçekleşmesine kısa süre var. Şah'ın hâlâ iktidarda olduğu günlerde, iki İran askeri, eşlerini de yanlarına alıp arabayla seyahata çıkıyor. İstanbul'a geldiklerine benzinleri bitiyor. Subaylardan biri, arabayı terk edip elindeki boş bidonla uzakta gördüğü havuzlu binaya doğru koşmaya başlıyor. Görevlilerse kendilerine yaklaşan atletli, terlikli adamın elindeki bidonu sallamasına bir anlam veremeyerek onun akıl hastası olduğuna kanaat getiriyor. Böylece subay hastaneye yatırılıyor. Yatış kağıdındaki bilgilerse şöyle: Hastanın adı: Meçhul. Geliş şekli: Gece iç çamaşırları ile hastanenin bahçesinde görevliler tarafından bulunmuş. Elindeki bidonla etrafa saldırıyor, sözleri anlaşılmıyor. Ertesi sabah ise bir doktor hastayla İngilizce iletişim kuruyor, durum elçiliğe soruluyor ve 'hasta' taburcu ediliyor.
AŞKIMIN ŞİDDETİNDEN KOPTU GÖNLÜN FRENİ, DOKTOR SANIYOR BENİ HALA ŞİZOFRENİ
Zaman zaman firar olaylarına da sahne olur hastane. 1993'te hastaneden kaçan şair Recep Güngör Öztolon da onlardan biri. Firarından birkaç gün sonra Eyüp'te bir arabanın altında kalarak can verir şair. Geriye biri Alpkan'da, diğeri de o yıllarda hastanenin psikiyatri servisinde görev yapan yönetmen Yağmur Taylan'da olmak üzere iki şiir defteri bırakır. Alpkan, bu şiirlerden epey etkilenir ve elindeki defterde yer alan
Şizofreni şiirinin ilk iki mısrasını kitabın kapağına taşır: Aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni/Doktor sanıyor beni hâlâ şizofreni. Alptekin'in
Melankoli adlı şiiriyse şöyle: Âlem mesut yaşar, bilmez elem keder nedir Şairin ruhu bir harap mabet viranedir Hulasa şairin ömrü bir içli senfoni Kalbinde bir misafirdir, gitmez melankoli