Muhterem Nur programını yapıyor ve sahneden iniyor, fakat olanları bir türlü sindiremiyor ve hemen bir intikam planı hazırlıyor. Planı sade ama etkili. Önce Müslüm Gürses'i rezil edecek, ertesi gün de bavulunu topladığı gibi orayı terk edecek: "Alkışlar arasında sahneden indim. Benden hemen sonra Müslüm çıkacak. Kendi kendime dedim ki 'İnsanlar beni bu kadar alkışladı, çok seviyorlar, o gürültülü patırtılı alkışlardan sonra o çıkacak, ben de onun keyfini kaçırayım. Kulisten sahneye inmek için böyle 10-15 basamaklı bir merdiven var, oradan inip sahneye çıkıyorsun, seyirci görüyor. Dedim ki; o sahneye çıktığında, ben oradan ineyim herkes bana bakar, ilgi gösterir, o da bozulur. Senaryoyu çok güzel yazdım. Tuvaletimi dahi çıkarmadım, üzerime şalımı aldım, Müslüm'ü hemen sahneye attılar. Ama ne patırtı, ne gürültü! İnsanlar ayağa kalktı. Birbirlerinin üzerine çıkıyorlar Müslüm Gürses diye... Havuz var, havuza atlıyorlar falan... Ben merdivenlerden aşağı iniyorum, ama kimse bana bakmıyor, gençler ailelerin üzerine çıkıyorlar böyle... Hiiiççç kimse bana bakmıyor! Ay çok kötü bozuldum, derken masalardan iki tane aile lütfen 'Çok güzeldiniz,' falan dedi... Yürüdüm gittim..."
MÜSLÜM BENDEN ÖZÜR DİLEMEZSE GİDERİM!
Devam ediyor anlatmaya Muhterem Nur: "Paldır küldür odama çıktım, 'Müslüm benden özür dilemezse ben gidiyorum,' dedim. Menajer, herkes yalvarıyor 'Gitme,' diye. Aslında ben de bir yandan gitmek istemiyorum, çünkü gecede 15 bin lira alıyorum, o para önemli benim için, ev geçindiriyorum ben. Ama bir yandan da gururum için gitmem gerek diye düşünüyorum. Müslüm'ün yanındaki adamlar bana dedi ki: 'O öyle bir adam değil, Müslüm kimseden özür dilemez!' Malatya'da hamamlar var, banyo yapmak için. Gittim hamama, yıkandım, yıkandım... Böyle hırsımı aldım. Bu arada sürekli düşünüyorum, ne yapacağım ben diye. Kaldığımız yere geldim, bavulumu toplamaya başladım, 'Ama özür dilerse boşaltırım bu bavulu,' diyorum içimden.
SAHNE HAYATINDA BABANLA BİLE MÜCADELE EDERSİN
Müslüm Gürses çocukluğundan beri hayran Muhterem Nur'a, ama sırası geldiğinde kabalaşabiliyor, hatta tokat atıyor. "Bu nasıl olur?" diye sorunca Muhterem Hanım o pırıltılı dünyanın acımasız kurallarından birini ifşa ediyor: "Sahne hayatı başkadır. Sahneye çıktığınız zaman babanız olsa kendinizi ondan üstün görürsünüz. Sahne hayatında mücadele vardır, hep as olan benim dersiniz. Bu nedenle kavga ettik, ama o olay bizi birbirimize yaklaştırdı sanıyorum."
GECE OLUNCA HEPİMİZ YALNIZIZ
Sonrası çorap söküğü gibi gelmiş, Muhterem Nur birbirlerine nasıl açıldıklarını hatırlamıyor bile: "Onun sessizliğinden çok hoşlandım. Öyle her şeye girmiyordu. Boş zamanlarında çok kitap okurdu, bağlama çalardı. Kendi dünyasında bir insandı, ben de çok yalnızdım." 1982 yılında arkadaşlıkla başlayan bu ilişki bugün 30 yılı devirmiş bir evlilik. Bütün bu süre içinde hiç ayrılmadıklarını söylüyor Muhterem Hanım: "Bizim hiç ayrılığımız olmadı. Bu hastalık ayırdı bizi. Önce ben gidersem Müslüm yalnız kalır, o giderse ben. İnşallah birlikte gideceğiz. Şu anda yalnızlığın acısını çekiyorum. Herkesin candan seven ailesi, arkadaşları var. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok. Benim de komşum, arkadaşım var. Ama gece olunca hepimiz yalnızız, Allah hiç kimseyi yalnız bırakmasın. Yeğenlerim var ama benimle beraber değiller, herkes hayatını yaşıyor." Onlar büyük bir aşkın yanı sıra gerçek anlamda hayatı, yalnızlıkların da paylaşmışlar, yürekten bağlılar birbirlerine ve henüz birbirlerinden ayrılmaya hazır değiller, Allah ayırmasın. Muhterem Hanım'ın son sözleri çok şey anlatıyor, "Gerçek aşk böyle bir şeymiş demek ki," dedirtiyor insana: "O çocuk gibidir. O benim her şeyim; annem, babam, ağabeyim, çocuğum her şeyim... Orada yatan sadece Müslüm değil; benim kalbim yatıyor orada. Kalbimi tekrar geri alacağım... Buna inanıyorum..."
NE GÜZEL BURNUN VAR SENİN
Yıldız ile gitmez ama sinema bir kez aklına girmiştir küçük Muhterem'in: "Balat'ta oturan bir arkadaşım daha vardı: Zerrin. Onun elinde bir gazete parçası, artist aranıyor ilanı. Kaçtık evden, gittik, ama kimse yoktu büroda. Beyoğlu'nda vitrinlere bakarken, adamın biri geldi bana: 'Hanım kız, ne güzel burnun var senin,' demez mi! Dedim 'İşte annemin dediği oldu, adam beni alıp götürecek.' Adı Atilla'ydı; 'Ben sinemacıyım, gelin sizi filmde oynatalım,' dedi, gitti. Birkaç gün sonra gittik ve ilk kez Kara Efe filminde figüranlık yaptım. Sonra bir süre öyle devam etti."
DENEYİMLİ OYUNCUDAN BAŞROLÜ ÇALDI
Kısa sürede şansı döner Muhterem Nur'un ve ilk başrol gelir: "Dönemin önemli oyuncularından Cihan Işık vardı, Boş Beşik çekilecekti, o da başrol oynayacaktı. Sonra rolü bana verdiler. Annemin bunlardan hiç haberi yok, yapımcılar ikna ettiler onu, '200 lira kazanacak,' dediler. O para annem için çok önemli bir miktardı. Söke'ye film çekmeye gittik. Filmin yarısında ben başladım 'Annemi özledim, gideceğim ben,' diye ağlamaya." Böyle olunca bütün film ekibi el ele verir, ikna ederler küçük oyuncuyu, ama sorunlar bitmek bilmez.
AĞLAYAYIM DİYE KARNIMA , MİDEME VURDULAR
"Bana 'Ağla,' diyorlar; ağlıyorum, dişlerim görünüyor, gülüyor gibi oluyorum. Adam beni kayaların arkasına götürüyor, karnıma, mideme vuruyor acıdan ağlayayım diye... Filmde kartal geliyor, beşikten bebeğimi kaçırıyor. Ağlayıp kendimi yerden yere atmam lazım. Dişlerim görünüyor, yapamıyorum, neyse güç bela film bitti. Montajda beni çağırıp küçük monitörden gösterdiler. Seyrederken keyiften öldüm, o an bana bir şey oldu, her şey değişti benim için. Çok güzeldi yaptığın işi görmek. Sonra Kara Sevda'da oynadım, Türkiye yıkıldı yıldız oldum, Memduh Ün'ün Üç Arkadaş'ında oynadım artık stardım."
KÖYLÜ FİLMLERİNDEN İYİ KAZANIYORDUM
"Çok para kazandınız mı?" diye sorunca, nerede der gibi bakıyor Muhterem Nur: "O zamanın koşullarında çok para, bugünün koşullarında az para. Ailemi geçindirmek zorundaydım. Benim kazandığım parayla yaşıyorduk. Bir de şimdiki gibi elbiseler falan bedavaya gelmiyordu. Hep kendi paramızla alıyorduk. Filmden 10 bin lira alıyorsak, 7 bini kostümlere gidiyordu. Almak zorundayız. Ama köy filmleri oynadığım zaman kazandığım para cebime kalıyordu. Köy filmlerinde, kostümleri filmci yaptırıyordu. Ben ekseri köylü kadın oynadım, zengin modern kadını az oynadım."
CAHİDE SONKU BENİ BEĞENMEDİ
İlk zamanlar küçük roller, figüranlıklarla idare eder Muhterem Nur, aslında aklında daha ilerisi de yoktur: "Cahide Sonku sanıyorum, Zeki Müren'le Senede Bir Gün'ü çekiyordu. Figüran organizatörü hepimizi topladı, Cahide Sonku'nun evine götürdü. Kuru kalabalık yapacağız, küçük roller olacak. Herkesi seçti, beğendi, bana gelince beni beğenmedi. Eyüp'ten gelmişim, yorgunum, cebimde param yok. 5 lira yevmiye veriyorlar, sevinmiştim para kazanacağım diye. Çok kızdım, beddua ettim, 'Allah kahretsin seni,' dedim içimden... Benim şimdiki evimin salonu gibi salonu vardı. O zaman çok özel geldi bana, ben artık o kadar önemsemiyorum öyle salonları."
"EVDE OTUR, HARACIMI YE MUHTEREM"
Çok çalışır, çabalar Muhterem Nur. "Küçücük bir ailem vardı, onlara bakmak için erkek gibi çalıştım ben," diye anlatıyor o günleri. 1985 yılında Müslüm Gürses ile evlendikten sonra da bir süre film çekmeye devam eder ta ki Müslüm Gürses onu karşısına oturtup şu şahane cümleyi edene kadar: "Sen artık çalışma, evde otur, benim haracımı ye Muhterem."
YEMEKLERİ BEN YAPARIM
"Evde ben yemek yaparken yanıma gelir, beni konuşmaya tutar. Yalnız benim elimden yer, yemekleri onun için ben yaparım. Dışarı çıkarsa kuru fasulye yer, yerken de söyler 'Senin kuru fasulyen gibi olmuyor hiçbiri,' diye. Kuru fasulye, yaprak sarması, bulgur pilavı, içli köfte, çiğ köfteyi çok sever. Artık bunları yiyemez, hayalde kaldı..."
BELGRADLI OLGA, MUHTEREM OLDU
Aslen Manastırlı olan Muhterem Hanım'ın hayat hikayesi ilk günden itibaren acılı olmuş: "Ailem Manastırlı, ben Belgrad'da doğmuşum. Büyük teyzem eşiyle birlikte göçmen olarak buraya gelip Eyüp Sultan'a yerleşmiş. 1944 yılında, ben iki yaşımdayken beni buraya kaçak olarak getirtti teyzemler. Sadece gizlice getirildiğimi hatırlıyorum. Hüviyetimi burada çıkardılar. Orada adım Olga'ydı. Sonra Muhterem oldu, daha güzel bir isim bence."
BEJ PANTOLON, SARI İPEK GÖMLEK
Malatya'ya bir kız arkadaşımla otobüsle gittik. Kız gitmiş, 60 bin lira harcamış kendisine elbiseler almış, Müslüm'ü yakalamak için. Neye niyet neye kısmet. Kız bir daha benimle konuşmadı, kaybettim onu. Aslında kızın bir sevgilisi vardı, paralı bir sevgili. Müslüm'ü yakalamak için aldığı kıyafetlerin parasını ondan almış... Otobüsten indik, otele gittik; kız bana Müslüm'ü gösterdi. Merdivenin başında Müslüm'ü gördüm, böyle bej bir pantolon giymiş, üzerinde sarı ipek bir gömlek. Ben adamı kısa boylu zannediyordum. Kısa boylu erkeleri hayatta sevmem. Onu öyle upuzun görünce beğendim.
O BOYNUNU BÜKÜNCE, İÇİME ATEŞ DÜŞTÜ
- Müslüm Bey hastalandığında ne hissettiniz?
- Çok üzüldüm. Sağlam gittik hastaneye, kontrole gittik. Stentleri değişti, doktor akciğerlerinde problem olduğunu ve kalbe giden ana damarlardan birinin tıkalı olduğunu söyledi. 'Bir anda kaybedebiliriz,' dedi. Ameliyattan önce akciğerlerini tedavi ettik. Çok iyi baktım ona. Ameliyattan bir ay önce sigarayı bıraktı.
- Böyle bir şey beklemiyordunuz herhalde?
- Yok, biz hastaneye yürüyerek gittik. Müslüm çok korkuyordu ameliyattan. Onu teskin etmeye çalıştım hep: 'Müslümcüm bu ameliyat şart, aniden ölürsün, yalnız kalırım,' diyordum. Biz koltuk altından girecekler zannediyorduk, bypass olacağın düşünemedim. Hastaneye gittik, odaya yerleştik, ceketini astı askıya. Doktorlar, hemşireler geldi, direkt ameliyata girecek. Hemşirelere sinirlendi, biraz kaba davrandı çünkü korkuyordu. Sonra 'Özür dilerim, heyecanlıyım,' dedi. Doktor 'Bypass olacaksınız,' deyince, döndü bana baktı, hiç unutamıyorum o bakışını... 'Muhterem eve gidiyoruz, ameliyat olmaktan vazgeçtim,' dedi. Sonra bir düşündüm, göğsünü yaracaklar, kalbini çıkaracaklar... Ben de onunla kaçmayı düşündüm oradan. Fakat doktor o arada 'Son raddeye gelmişsiniz, belki de asansörde kalbiniz sıkışacak,' deyince, 'Peki,' dedi, boynunu büktü. Ama benim içime ateşler düştü.
- Hemen girdi mi ameliyata?
- Evet. Hemen göğsündeki tüyleri almak için geldiler. Banyoya gittiler, ben makinenin sesini duyuyordum. Hep 'Müslüm bıyıklarını kes, değişiklik olsun,' derdim. İçeriden seslendi bana: 'Muhteremmm, bıyıklarımı da kestim!' Allah'ım, o sesi kulaklarımdan gitmiyor. Bir ay o sesle yaşadım. Odanın kapısından çıkarken bana baktı, yeni aldığı bir telefonu var, çok beğeniyor onu. Ben ellemiyordum bile, onu söyledi. 'Merak etme ben onu eve götürürüm,' dedim. Bana bakarak gitti, gidiş o gidiş... Bittim ben, üç ay konuşamadım onunla, üç aydır ayrıyım ondan...
- Müslüm Bey'in sağlığı nasıl?
- İki gündür iyi haberler geliyor. Kalbi, böbrekler her şeyi çok güzel. Bir kalleşlik beyaz ciğerde, akciğerde yani. Akciğerleri oyun oynuyor, bir iyi oluyor, bir kötülüyor... Şimdi iyi yolda, inşallah ciğer geri dönmez. Her gün dua ediyorum. Dua ederken çıldıracağım... Sürekli dua ediyorum, sonra korkmaya başlıyorum. Çok karanlıkta kalmıyorum zaten, loş ışıkta okuyorum, okurken kendimden geçiyorum. İki tane dua biliyorum, sürekli onları okuyorum. 99'luk tespihim var, okuduklarımı onunla sayıyorum. Hep iyi olmak istiyorum, çünkü ben kötü olursam Müslüm'ün de durumu kötüye gidiyor. O yüzden ağlamamaya çalışıyorum (Aceleyle ip gibi akan gözyaşlarını siliyor).