15 ARALIK CUMARTESİ
KIŞA CUK OTURAN BREZİLYA RİTÜELİ BURNUMUZUN DİBİNDE: ETLİ KARA FASULYE
Sadun Boro'nun dünya turu yaptığı 10.5 metrelik yelkenli teknesi Kısmet, birkaç hafta önce Rahmi Koç Müzesi'ne yerleşti, takipçi okurlar biliyordur. Kısmet'in hikayesini anlatırken bahsetmiştim; Kalamış Marina'nın girişinde bir heykel var: Sadun - Oda Boro Amatör Denizciler Anıtı. Hemen önünden Kalamış Marina'ya girersiniz; Divan, Develi filan oradadır. Heykelin sırtındaysa, The Bow Bells diye bir bar vardır. Kırmızı ekoseli halı, şömine, bu havalara çok uyan yoğun bira Guinness... Burası bir English pub'dır. Ama bir tuhaflık, bir tutarsızlık vardır: Yemekler fazla iyidir! Sahibi, etleri bizzat gidip Edirne'den alır. Köftesi, namlı köftecilerden daha iyidir. Bayağı bayağı bir gastropub'dır burası. Ve hiç beklenmedik bir şey daha vardır menüsünde: Etli kara fasulye! Brezilya'daki Cumartesi geleneği! Brezilya'da cumartesileri etli kara fasulye günü. Adına feijoada deniyor. Fasulyenin bizim kuruya oranla çok daha koyu olan rengi (Meksika fasulyesi diye düşünün), pişip helmelenince iyice kararıyor. Görüntü biraz mercimek yemeğini de andırmıyor değil. İçinde sadece et değil (pork), sosis ve bacon da oluyor. Sofraya genellikle tencereyle geliyor; pilav, yeşillik ve galeta ununa benzeyen gevrek bir garnitür refakatinde. Brezilya'ya gidip de bir cumartesi öğle yemeğinde feijoada yememek, racona uymamak demek! The Bow Bells bunu dana etiyle yapıyordu geçen kış. Gidip teftiş ettik, yine yapıyor mu diye. Evet hala yapıyor, hala kıvamını tam tutturuyor. İstisnai bir bar yemeği, müstesna kar-kış yemeği...
16 ARALIK PAZAR
AMA NİYE KİMSE BENLE KARS'A GELMİYOR?
Eski gazeteleri atarken, aklımı başımdan alan Kars yazıları gördüm peş peşe. Buket Uzuner, Boğatepe Peynir Müzesi'ni anlatıyor... Kars'ın meşhur gravyeri, heriye tulumu, kısır inek sütünden yapılan nadide Malakan şarap peyniri ve daha onlarcasını... Mehmet Yaşin ise piti, hangel, haşıl diye akşam yediği yemekleri sayıyor! Ve elbette ki kaz. Kars'ın alametifarikası adeta kaz, medarıiftiharı... Üstelik de şu an tam mevsimi. Kaz, kar yemeden asla yenmezmiş, yavan olurmuş. Karı biz İstanbullular bile yediğimize göre, Kars'taki kazlar haydi haydi yiyip yuttular. Jonathan Safran Foer'ın hoşlanmayacağı bir tonda olacak ama yenip yutulmaya hazırlar yani. Hiç anlamıyorum... Kaz diyorum, peynir diyorum, peynir müzesi diyorum... Malakan şarap peyniri diyorum... Huuu... Sevgilim, kime diyorum!
17 ARALIK PAZARTESİ
ERKEN YILBAŞI: MACİDE HANIM'IN İLK İKİ HECESİNDEN MUCİZE HİNDİ
Hindi, onsuz yaşayamayacağım bir kümes mensubu değil. Geçmişte sert, kuru, kayış gibi bir sürü hindi tecrübem oldu, iyisine ise çok az rastladım. Fakat, bu! Daha öncekilerle mukayese edilmez bir başarı öyküsüydü doğrusu! Macide Hanım'ın ilk iki hecesi (ya da ilk dört harfi), olayı bitirmiş! Birkaç haftadır pazartesileri gazeteye geliyorum. Daha önceki işyerlerim İkitelli, Güneşli, Hadımköy ve (en merkezisi) Bağcılar'da olduğu için, Balmumcu'daki Sabah gazetesinin lokasyonu bana büyüleyici geliyor. Bir taksiyle fırt Kanyon, herhangi bir araca gerek bile olmadan yürüyerek imkanlar silsilesi... Beş dakika yürüme mesafesindeki en lezzetli yerlerden biri, Maci. 10 yıldır çok iyi yemek yapan küçük bir İtalyan ağırlıklı öğlen lokantası. Maci, İtalyanca bir kelime değil. Sahibi Macide Argün'ün adının kısaltılmış hali. Kızkardeşi Süeda Ambargil ile ve de eşi Atilla Argün ile hep işin başında olan Macide hanım, şimdi yılbaşı üstü diye menü dışına çıkıp hindi yapıyor. Portakallı hindi but. Ve de aman Yarabbi! Hindi böyle olabiliyorduysa, şimdiye kadar çektiğimiz çile nasıl açıklanacak? Bize hindi diye kakaladıkları elemanlar neydi? A) Gergedan B) Dinozor C) Brontozor
18 ARALIK SALI
BÜROKRASİ BASMASINA DERMAN OLAN YEMEK: BOZBAŞ
E-devlet şifresi, sabıka kaydı, sağlık raporu... Kimse için kolay değil, ama bazılarımız için büyük kabus. Sonunu getirebilmek için arada iyi bir ödül öğünü şart. Hasanpaşa'daki mikrofilm aşamasından sonra nefes almak için Kadıköy Çarşısı'ndaki Çiya'ya gittim. Yuvalama, şevketi bostan filan bildik tatlar da, oradaki o kestaneli olan neyin nesi? Bozbaş! Iğdır yöresinden, ayrıca da bir Azeri yemeğiymiş. Muhteviyat olarak aşureyi aratmayacak, öyle zengin: Kuzu eti, patates, nohut, kişniş, zerdeçal, ayva, kayısı ve bol kestane. Sonuç şahane. Verdiğim zorlu bürokrasi sınavını anlattığım, annemin kızlık soyadına vakıf yakın arkadaşım, Bozbaş'ı duyunca, "Ahahaha bürokrasi yemeği," dedi. Meğer onun da iş değiştiren kocası, sabıka kaydını aldığı gibi kendini Çiya'ya atıp Bozbaş yemiş! Evet, bürokrasinin, kırtasiyenin, bunaltan kural ve işlemlerin bünyede açtığı yaralara merhem bir yemek Bozbaş! Yumuşak. Şefkatli. İyi ediyor.
19 ARALIK ÇARŞAMBA
ERHAN ŞEKER'İN ELİNDEN BİR EFSANE GÜZELLİK: LÜTENİTSA
Türkiye'nin en iyi yemek yapan, tam olarak kaç bilemem ama ilk birkaç adamı arasında muhakkak ki o var: Erhan Şeker. Kuzey Ege'de, Kaz Dağları'nın eteklerindeki Zeytinbağı'nı pek çokları karizmanın cisimleşmiş hali Tuncel Kurtiz'in yeri olarak bilir ama burayı yıllar içinde bir lezzet vahası haline getiren isim, Erhan Şeker: Mutfak konusunda allame-i cihan kayınbirader. Yemeğe olan merakının, aileden gelen yemek kültürünün üstüne giden, çok araştıran, çok deneyen bir adam... Yaptıklarını da, bildiklerini de kendine saklamayan bir adam. Baharda bize yamaklık ettirip neler neler öğrettiği nefis bir hafta sonu geçirmiştik birlikte. Orkinosu nasıl temizlediği hala gözümün önünde! Peynir soslu hindiba, tahin soslu patlıcan, çilek soslu turpotu... Artık mevsimine göre, Erhan Şeker'in elinden ne olsa yenir. Hele şimdi, İstanbul'da kar kış bastırmışken, tatlı bir sürpriz olarak gelen Lütenitsa! Adı itibarıyla bir prenses, bir masal kahramanı, bir James Bond kızı gibi duran Lütenitsa, hakikaten de bir efsane güzellik! Lütenitsa, Bulgar mutfağından geliyor. Kışa hazırlık olarak yazdan yapılan, ana malzemesi domateskırmızıbiber olan, içine genellikle közlenmiş patlıcanla havuç da konup çeşitli baharatlarla zenginleştirilen, salçayla sos arası bir lezzet. Yapımı meşakkatli (saatler boyu karıştırılarak pişiriliyor) ama kızarmış ekmeği bana bana bir ömür geçer!
20 ARALIK PERŞEMBE
SARAYLI ÇOCUKLARA HİÇ Mİ ÇİKOLATA YEDİRMEZLERMİŞ? BU SİNİR NİYE?
Pera Müzesi'nde çok enteresan bir serginin son haftaları. 'Altın Çocuklar / 16. - 19. Yüzyıl Avrupası'ndan Portreler', 6 Ocak'a kadar görülebilir. Görün, çocuklarınıza gösterin, titreyip birbirinize sarılın, kucaklaşın, öpüşün. Entelektüel ve sanatsal hazların yanında, iyi ki o dönemde yaşayan bir 'Altın Çocuk' olmadığınız için halinize şükredeceğiniz, ailenize müteşekkir kalacağınız kesin. Yannick ve Ben Jakober Vakfı'nın çocuk portreleri koleksiyonundan derlenen sergi çok etkileyici. Çocukların yüz ifadeleri müthiş. Aynı zamanda ürpertici... Aralarında Fransa Kralı XIV. Louis, İspanya Kralı IV. Felipe'nin kızı Prenses Margarita, Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'ın portrelerinin de yer aldığı 56 resmin tek birinde bile sinirsiz, kedersiz, kazara mütebessim çocuk göremiyorsunuz! Sergi, hem dönemin Avrupa resminin portre geleneğine, hem de aristokrasi geleneklerine, inançlarına, moda akımlarına dair tüyolar veriyor. Belli ki çocuklara üç-beş yaşındayken bile çocuk gibi davranmıyor, mümkün değil çikolata yedirmiyorlarmış! Halbuki biz mesela, Pera Müzesi'nin girişteki parizyen kafesinde oturup birer kahve, birer konyak, yanında da dayanamayıp Divan mamulü birer pasta söyledik. İnsana sanki eski bir Avrupa şehri kafesindeymiş gibi hissettiren servis çok zarifti. Kahve ve Martell'lerimiz, nefis çikolatalarla beraber servis edildi. Ne sinir, ne nevroz, ne hüzün, ne keder kaldı. Biraz çikolata, herkese lazım!
21 ARALIK CUMA
YANAĞINDAN BİR ISIRIK ALMAZ MIYDINIZ?
Çocuk ve çikolata demişken... İki tatlı şeyin toplamı en fazla ne kadar rahatsız edici olabilir ki? Annabel de Vetten el atmışsa: Epey! İngiliz sanatçı, Conjurer's Kitchen (Sihirbazın Mutfağı) adlı pasta stüdyosunda, sıradan bir midenin yakınına düşmeyen işler yapıyor. Mesela 'Body Works' sergisinden fırlamış kas kesitlerinin pastaya dönüştüğünü hayal edin. Ama bu son icraatı, demin ürpertici dediğimiz 'Altın Çocuklar'ı bağrımıza basmamıza, ürperme eşiğimizi gözden geçirmemize sebep olacak nitelikte. Hiper gerçekçi bir iş yapmış diyelim: Beyaz çikolatadan, kesik bebek kafaları! Yeni doğmuş bebek kafasıyla bire bir ölçülerde! Yanaktan bir ısırık? "Beğenmeyen bir Mars barı alıp onu yesin," diyor Annabel de Vetten. Evet! Haftaya kaldığımız yerden devam edelim.