Kanserli
tanıdıklarınıza, tabii ki iyi niyetle, söylediginiz her seyin yanlıs oldugunu ögrenseniz ne yaparsınız? Ben ögrendim ve fena halde utandım. Kanserli tanıdıgınız yok mu? Emin misiniz? Bir daha düsünün. Aynı evde yasadıgınız bir yakınınız, akrabanız olmasa da belki bir is arkadasınız, belki arkadasınızın yakını, çevrenizde mutlaka bir kanser hastası oldugunu göreceksiniz. Artık böyle hayat. Kanser söz konusu oldugunda söyledigim her seyin yanlıs oldugunu, okudugum bir kitaptan ögrendim ben. Oya Kozlu'nun yazdıgı
Çıplak Kanser isimli kitaptan. Kitap hayata tutunmanın, kendi gücünü kesfetmenin, iyilesme sürecinde sorumluluk almanın, olgunlasmanın, yasam sevincini korumanın hikayesi. Çok önemli bir islevi de var: Bir hasta yakınlarından ne bekler, hangi davranıslar hastaya güç verir, hangileri onu kızdırır, üzer, güçsüz hissettirir konusunda bir rehber. Oya Kozlu benim lise arkadasım. Tanısmamız neredeyse 40 yıl öncesine dayanıyor. Finans sektöründe uzun yıllar çalıstıktan sonra insan kaynakları konusunda danısmanlık verdigi kendi sirketini kurmus ve altı yıl önce meme kanseri oldugunu ögrendikten sonra isi bırakmıstı. Hastalıgının haberini almıs, içimden iyiligini dilemistim. Altı yıldır yılmadan, usanmadan kanserle mücadele ettigini biliyordum. Geçenlerde, bir baska lise arkadasımızın mekanında karsılastıgımızda da kitabından haberdar oldum. Biraz da mesleki bir dürtüyle, ilk röportajını bize vermesini istedim hemen. Hatta bizzat ben konusmak istedim eski arkadasımla. Ikimiz de heyecanlandık ama iyi ki konustuk bence. Kitaptan, kanserle ilgili bilgilerimin yanlıs oldugunu, söylesimizden de okul arkadaslıgının bir tür kardeslik oldugunu ögrendim. Siz de iki okul arkadasının sohbeti gibi okuyun lütfen bu söylesiyi.
AJANDAMA NOT ALDIĞIM ŞEKİLDE YAŞAMAKTAN BAŞKASINI BİLMİYORMUŞUM
- Altı yıl önce bir aksam telefonla hastalık haberini alıyorsun ve serüven ya da 'maç' baslıyor.
- Bir bayram tatili öncesi aksam aradılar, ertesi gün ameliyata girdim. Meme alındı, lenfler temizlendi, protez yapıldı. Cerrahlar filan söylemiyor ama iyilesme süreci altı ay. Eve gidince bakıyorsun kolun yerinden oynamıyor. Bunlarla ugrasırken altı hafta sonra kemoterapi basladı hemen.
- Ilk ameliyattan sonra her seyin eski haline dönecegine ve hayatta bir degisiklik olmayacagını düsünmüssün.
- Evet, doktora sordugum tek soru, 'Ama hiçbir sey degismeyecek, degil mi?'ydi. O kadar memnunmusum ki hayatımdan. Her seyin planladıgım, ajandama not aldıgım sekliyle yürümesinden farklı bir yasam biçimi bilmiyormusum.
- Simdi baktıgın zaman ne diyorsun peki?
- O kadar komik ki. Ne kadar farklı bir yerdeymisim.
- Çalısma hayatının kadının eril özelliklerini ortaya çıkardıgını söylüyorsun. Ne yapıyor çalısma hayatı kadına?
- Ben de yazar ve düsünürken bu tarafımı kesfettim. Is hayatında erkek yogun bir ortamda çalısıyor ve orada rekabet ediyoruz. Herkesin içinde eril ve disi özellikler var. Eril özellik baskın olmaya baslıyor ve disi özelligi boguyor. Üstelik benim çalıstıgım ortamlar kadına deger veren ortamlardı hep. Disiplinli, sert, rekabetçi olmak zorundasın. Isten insan çıkarıyorsun, karar almak, duygusal olmamak zorundasın. Bunlar bana eril özellikleri çagrıstırıyor. Çok sey alıp götürüyor kadından bence. Özel hayattaki bedeli agır olabiliyor. Sertlesiyorsun ve özel hayatına da tasıyorsun o özellikleri. Insanı özünden uzaklastıran seyler bunlar. Ben özünde aslında yumusak bir insanım ama öyle yasamadım. Bunlar bagısıklık sistemini çökertir mi bilemem, ama ruhsal durumu, iliskilerini etkileyen faktörler.
- Fakat bir yandan da simdiki olanaklarını o yogun çalısma dönemi sagladı diye düsünebiliriz.
- Elbette. Aslında o açıdan ben sanslıyım. O hayatı çok iyi biliyorum, dibine kadar yasadım. Yasamamıs olsam belki bunun aylaklıgını da böyle süremezdim. Çok içim rahat, hiçbir suçlulugum yok. Çalıstım, vergimi ödedim, çocuklarımı yetistirdim. Her seyi yaptım, simdi bu hayatı özgürce ve daha az sorumlulukla yasamak benim hakkım. Hasta oldugum için belki biraz öne çekildi, o kadar. Çalısmıs, üretmis, kosturmus olmaktan en ufak bir pismanlıgım yok. O da hayatın bir baska güzel parçası. Is kadınlıgından, onun verdigi zenginlikten, güçten, bilgiden çok memnunum. Onun da ayrı keyfini çıkardım.
İÇİNDEKİ KAYNAĞI BULUP HAREKETE GEÇİRMEK ÖNEMLİ
- Kitapta zaman zaman sifa arayısından ve yüce bir güce sıgınmaktan bahsediyorsun.
- Artık söyle düsünüyorum: Doktor ilaç veriyor, cerrah ameliyat ediyor, arkadasın telkinde bulunuyor, psikologun ruh halini düzeltmeye çalısıyor ama esasında sifa kaynagı bizim kendi içimizde. Benim inancım bu. Içindeki kaynagı, gücü, direnci, yasam pınarını, ismi her ne ise bulup, onu harekete geçirmek önemli.
- 'Bu hastalık bana ne demek istiyor?' diye sormussun.
- Seni hayata baglayan seyi, o gücü bulup onun sana söyledigine kulak vermen lazım. Nasıl olmanı istiyor senin? Nasıl olsan iyilesirsin? Cevabı orada.
- Ve sende. - Evet, kimsenin dediginde degil, benim özümde. Genimde diyeyim.
- Belki de bunu bildigin için sana herkesin (tabii ki iyi niyetle) bir çok tavsiyede bulunmasından rahatsızlık duydun.
- Evet, ama yola çıktıgımda bunu bilmiyordum. Süreç içinde böyle bir seylere rastlıyorsun. Tutunacak bir yer ararken görüyorsun ki aslında direnç senin içinde. Kimsenin söylediginde, yaptıgında degil. Sende kaynak. Onu bil, sahip çık, koru, gelistir ve besle.
- Peki o yogun çalıstıgın zamanlarda bu kaynakla iliskin var mıydı? - Yavas yavas filizlenmeye baslamıstı aslında. 40'ından sonra çogu kadında bir degisim oluyor. Söyle bir teorim var: Kadınlarda hormonlar yavaslamaya baslayınca, düsünce gücü ve içgörü artıyor. Kadınlara biçilen kimlikler sogan kabugu gibi kat kat soyuldukça dünya netlesiyor belki. Yani çocuklar evden gidiyor, annelik rolü bitiyor. Es rolü biçim degistiriyor, is hayatı rahatlıyor. Ikinci bir hayat gibi, yeni bir seylere ihtiyaç duyuyorsun.
- Kadın arkadaslarından, seyahatlerinizden çok söz etmissin.
- Evet, çok güzel bir grubum var. Hepsi de çalısan kadınlar, o yüzden çok az görebiliyorum onları simdi. Desteklerini hep hissederim ama.
MEME KANSERİ DEYİNCE ERKEKLERİN YÜZDE 85'İ HAVLU ATIYOR
- Bu süreçte kendine fazla odaklandığını fark edip, bir terapi grubuna katılmışsın.
- O kadar kendimle ilgiliydim ki, ölüm, hastalık vs... İnsanların anlattığı her şey, dert edilenler, konuşulanlar bana çok hafif, çok anlamsız gelmeye başadı. Halbuki beni ben yapan şeylerden biri duyarlı olmam, insanları anlamaya çalışmam, dinlemem diye düşünürüm hep. Bunları kaybettiğimi fark etmek hoşuma gitmedi. Sonuçta hayat devam ediyor. Benim problemlerim var ama insanların da problemleri var. Hafif veya değil, hayat öyle zaten. Bundan kopmak, bir yerde hayattan kopmak diye başladm. Hakikaten orada konuşulan şeyler, günlük hayattan dertler, varoluş sorunları... Bana iyi geldi terapi grubu.
- Çok kendine yoğunlaştığın bu dönemden sonra mı ayrıldınız eşinle?
- Evet, o dönemin arkasından ayrıldık. Tabii o eskilere kadar giden apayrı bir konu. Bu çok özel bir süreç. Uzun süre kanser hastası olup da eşiyle, sevgilisiyle, partneriyle ilişkisi değişmeyen bir insan bence yoktur. Bir kere ilişkinin dinamikleri, sorumluluk alanları, birbirine bakışın değişiyor.
- Kitapta eşin Can'ı çok övüyorsun. Zaten çocuklarla birlikte ona adamışsın kitabı da.
- Evet, çok sağ olsun. Ama maalesef nefesimiz ve sevgimiz bunu birlikte atlatmaya yetmedi. Çok arzu ederdim birbirimize kenetlenerek yaşamayı kalan yılları.
- Valla bence bu sevgi eksikliğinden değil, erkeklerin dayanıksızlığından kaynaklanıyor.
- Evet. Dayanıklılık, daha ziyade direnç, kadınlara özgü bir özellik. Biz dayanıklıyız.
- Peki, niye dayanıklı erkekler yetiştiremiyoruz?
- Bana sorarsan bu evrensel bir durum. Adamların genleri böyle galiba. Maraton değil de 100 metre koşucusu onlar.
- Biraz önce sen de özellikle kızının kitabı okumasının seni ferahlattığını söyledin. Niye oğlunun değil de kızının?
- Oğlum okudu, ilk tepkisi 'Anne çok ağır olmuş bu, Ayşe'ye sen sakın bunu okutma,' oldu. Halbuki Ayşe yazdıklarımı çok daha büyük bir metanetle ve başka bir perspektiften, daha dirençli, daha güçlü bir yerden aldı. Kızımın iç gücünü oradan görüyorum. O da kadın ve çok güçlü. Abisinin yanında çok daha güçsüz gibi görünüyor ama kadınlığın verdiği şey müthiş. Yetiştirmekten ziyade bu genetik bir şey sanırım. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre özellikle meme kanserinden sonra evliliklerin yüzde 85'i bitiyor. Meme kanseri kadınların başına geldiğine göre erkeklerin yüzde 85'i havlu atıyor diye özetleyebiliriz. Bu evrensel bir istatistik. Açıklamak beni aşar ama o yüzde 15'e girmek demek ki başka türlü özellikler istiyor.
- Can'la arkadaş mısınız?
- Gönül bağımı bitirip arkadaş olma sürecindeyim diyeyim.
ÇOCUKLAR VE YAŞLILAR, İYİ ŞEYLERİ DUYARAK KENDİLERİNİ KORUYOR
- Çocuklarla ilişkiniz nasıl şimdi?
- Ali 19 yaşında, Amerika'da. Ayşe 17 yaşında. Hasta olduğumda biri 11, biri 13'tü. Eşimle birlikte bu işle iyi başa çıktık diye düşünüyorum. Bunca travmaya rağmen ruh sağlığı yerinde çocuklar olduklarını görüyorum. Zamanından önce olgunlaştılar ama yardım da aldılar hep. Oğlum uçtu gitti; ben onu bırakmaya, o da evden ayrılmaya hazırmış. Haftaya gelecek, dört gözle bekliyorum.
- 'Çocuklar almak istedikleri kadar alıyor,' diyorsun kitapta.
- Kesinlikle. Bence bu özellikle çocuklar ve yaşlılar için çok geçerli. Bencillik dönemleri vardır insanların. Çocuklar bir, yaşlılar iki. İstedikleri kadar alıp, sonra kendilerini korumaya alıyorlar. Korunma mekanizması.
- Annenle baban nasıl yaşıyor durumu?
- Tabii ki üzülüyorlar ama ikisi de çok yaşlılar. Sağlıkları Allah'a şükür yaşıtlarına göre gayet iyi ama yerinde ama onlar da çocuk gibi. Bir yere kadar alıyorlar, iyi şeyleri duymak istiyorlar. Fazlasını değil. İlk başta biraz içerliyordum ama sonra anladım, çok haklılar. Annem kanser kelimesini henüz ağzına almadı, 'O şey, o hastalık,' diyor.
- Şimdi hangi aşamadasın peki?
- Tedavim sürüyor. Kitapta da anlatmıştım, çeşitli ilaçlar deneniyor. Bir ilaç bir süre sonra etkisini kaybedince yeni bir ilaca başlanıyor. Haftada bir hastanede verilen yeni bir ilaç kullanıyorum. İyi gidiyor şimdilik. Benim hastalığım, metastatik meme kanseri. Meme kanserinin iyi tarafı, yaygın olduğu için üzerine çok araştırma yapılıyor ve çok ilaç var. Ama tabii bu ilaçların hepsi zehir. Alternatifler tükenene kadar ve vücudun artık hiçbirini kabul etmez hale gelene kadar tedaviye devam edebiliyorsun. İlaçlar hep devam edecek, ben de gayet güzel tolere ediyorum diye ruhumu iyi tutuyorum, açıkçası. Hakikaten de iyiyim Allah'a şükür.
ÇOCUKLARIMIN BÜYÜDÜĞÜNÜ GÖREMEM DİYE KAHROLDUM
- İlk tedavi sırasında çok ciddi ölüm korkusu yaşamaya başlamışsın.
- Çok ağırdı o dönem. Biliyorsun ki, bu tedavi oluyor ama belki o sırada bir tane kötü hücre bedeninin başka bir noktasına yuvalandı, vücudunun başka bir yerinde ürüyor. O kadar bilinmez bir şey ki, elimde olmadan ölüm korkusu yaşamaya başladım. Çocuklarımın büyüdüklerini göremeyeceğim diye kahroldum.
- O korkuyla şimdi aran nasıl?
- Şimdi aram çok daha iyi. Çok yol katettim o konuda.
- Artık korkmuyor musun ölümden?
- Korkmuyorum değil. Aklıma geliş sıklığı çok çok azaldı.
- Peki hiç ölümle ilgili araştırma yaptın mı?
- Gözümün ucuyla bakıyorum zaman, zaman. Şöyle bir yerdeyim: Ölümü kabul etmek demeyeyim. Hiçbir zaman ölümü kabul etmiyorsun. Hâlâ tutunuyorum ama bu da hayatın bir parçası, doğal bir şey; olunca onunla da başa çıkabileceğim. Ölmeyi başaramayan kimse olmamış ne de olsa! Öyle bir yerlerdeyim. Ama çok üzerine odaklandığım bir konu değil. Ölüme değil, yaşama odaklanıyorum.
- Benlik yaralanması kavramını öğrendim kitaptan.
- Özel, vazgeçilmez ve biricik olduğun duygunu yitirmek o. Sen olmasan da hayatın aynen devam edeceğini görmek. Bununla yüzleşip onu kabullenmek benim için büyük bir eşik oldu. Komşuna olunca normal de, sana olunca normal değil gibi. Korunma mekanizması doğamızda var herhalde. Kötü şeyler kendi başımıza hiç gelmezmiş gibi.
- Koca dünyada sen hiç kimse olabilirsin ama sevdiklerin, arkadaşların, çocukların, onlar için birisin, önemli birisin. Benlik yaralanmasına bu biraz iyi gelmiyor mu?
- Ölümcül bir hastalıkla uzun süredir yaşayan biri olarak görüyorsun ki, evet orada bir şeysin ama bir 'şey'sin sonuçta. Orada da her hal ve şartta hayat devam edecek. Çok net olarak onu da görüyorum. Bu süreç uzun sürünce, her şeyi kabulleniyor insan. Çok ağır bir duygu bu. Bazen acaba yakınlarım 'Vedalaşsa da, biz de rahatlasak' diye düşünüyor mudur diye bile geçiyor insanın aklından.
ALTERNATİF TIP YERİNE, BİR ÇİFT ŞIK AYAKKABI
- Alternatif tedaviyle ilgili bir anekdotun var kitapta. Tedavini izleyen ABD'li doktor, alternatif tıpçıdan randevu aldığını duyunca "Git kendine yeni bir ayakkabı al, daha faydalı," diyor ve sen de randevuyu iptal ediyorsun. Hiç denemedin mi sonra da?
- Bir dört yıl sonra filan iyi bir dönemimde gittim alternatif tıp uzmanına. Bir sürü haplar verdi bana. Karaciğer enzimlerim altüst oldu, normal ilaçlarımı alamaz hale geldim. Bir daha da hiç öyle bir yola girmedim.
- Keşke bir ayakkabı daha alsaymışsın.
- Hakikaten! Bayağı da para verdim o ilaçlara biliyor musun? Taşıdım oralardan. Bir çift şık ayakkabı taşısaymışım keşke onların yerine, doktorumun dediği gibi.
KİTAP BENİ NERELERE GÖTÜRECEK ACABA?
- Kitap nasıl çıktı?
- Perspektifim değişti bir anda. Masanın diğer tarafına oturup da hayata, insanlara bakışım değişince kayda değer birçok olay dikkatimi çekmeye başladı. Bir arkadaşım dedi ki 'Günlük tutsana.' Kitap dahi okuyamıyordum fakat sonra kaç sene geçti. Aslında kendimi iyileştirmek için başladım. Bunları sistemimden atmak, kağıda dökmek istedim. Bu kitap beni nerelere götürecek çok merak ediyorum. Bir doğum gibi. Sonuç olarak çocuklarım bütün ergenliklerini kanser tedavisi gören bir anneyle beraber yaşadılar. Çok iyi idare ettiğimizi düşünüyorum, ama tabii ki onlarda da derin izler kaldı. Her ne kadar konuşsan da onların bilmediği birçok şey oluyor. Sen bunu nasıl yaşıyorsun, üzülüyor musun, korkuyor musun, kızıyor musun, suçluyor musun, canın acıyor mu; her şeyi dillendirmen mümkün değil. Bazı şeyleri anlıyorlar sanıyorsun, oysa anlamıyorlar. Ben her şeyi bu kadar açıklıkla ortaya döktükten sonra özellikle kızım çok rahatladı, çok daha rahat konuşmaya basladı.
- Kısa ve hedefe yönelik bir kitap.
- Esas önemli bölüm hastaların ne istediği. Hikayemi anlatmaktan çok, bir katkım olsun istedim. O bölüm benim için önemli, yazma süreci de iyileştirici oldu.
- Kanser hastası yakını olmayan bir insan yok.
- Sahiden, yok o anlamda. Ama ne kadar yaygın olsa da tabu gibi. Peruk takıp çocuğuna belli etmeyen insanlara tanıdım ben.
- Kitabın adı onun için mi Çıplak Kanser?
- Evet. Çok açık, doğal olmak için. Tam yaşadığım gibi ve içten bir şekilde anlatmaya çalıştığım için.
- Benim kitabından öğrendiğim, o ana, o anın mutluluğuna odaklanmak oldu.
- Mutlu an, mutlu anı biriktirmek bence en önemli şey. Şu an bile bunu yapıyoruz. Yıllar sonra biraraya geldik, bizim için ne kadar değerli bir an. İkimizin de gönlünde kalacaktır.
HASTA, YAKINLARINDAN NE BEKLER?
Oya Kozlu'nun hastalıgının seyrini anlattıgı birinci bölümden sonra gelen hasta yakınlarından ne bekler bölümü, kisisel bir çok anekdotla dolu bir rehber gibi hazırlanmıs. Bazı bölüm baslıkları söyle:
Hastanızı dinleyin ve aglamasına izin verin.
Hastaya artık farklı biri olmus gibi davranmayın.
Ögüt vermeyin, sevgi ve sefkatiniz yeterli.
Hastanın basarı hikayeleri duymaya ihtiyacı var.
Hastanın en yakın destekçisinin de destege ihtiyacı var.
Hastanın kendini normal hissetmeye, eglenmeye ihtiyacı var.
Hastanın iyilesmek için sabrınıza ihtiyacı var.
Telefonunuza cevap vermezse alınmayın.
KİŞİSEL BİR NOT:
Okul arkadaşlığının bir tür kardeşlik gibi olduğundan bahsetmiştim. Oya'nın ilk ameliyatından sonra protezini takan cerrah Tuğrul Kihtir, kitabının kapağını hazırlaması için başvurduğu reklam şirketinin kurucusu Serdar Erener, karşılaştığımız mekanın sahibi Tarık Bayazıt, röportajı yapan ben ve tabii Oya, hepimiz Robert Kolej 1979 mezunuyuz.