Hollywood'un
klasik Hollywood olduğu zamanlarda, yani efsanevi yapımcılar D.W. Griffith veya Louis B. Mayer gibi isimlerin astığı astık, kestiği kestik olduğu yıllarda, stüdyolar sıfırdan yıldız yaratırdı. Biograph, MGM veya RKO gibi film şirketleri, sinemada geleceği olabilecek gençleri bulur, onlara şan, oyunculuk dersleri verdirirdi. Bazıları başarılı olurdu, bazıları ilk filmlerini yapmadan kaybolup giderdi. Bu yıldızlar, o şirketlerle sözleşme imzalar, sadece onların filmlerinde oynayabilirlerdi. Bu köprünün altından çok sular aktı, dönem değişti. Artık beklemediğiniz kişiler yıldız olabiliyor (o muhteşem Javier Bardem ağzıyla kuş tutsa, eski Hollywood sisteminde 'üçüncü Meksikalı' rolünü bile alamazdı). Yine de, ICM veya CAA gibi menajerlik firmaları, eski Hollywood'da olduğu gibi, temsil ettikleri genç yetenekleri lanse etmeye devam ediyor. İşte bu yeni nesil yıldızların belki de en heyecan vereni Michael Fassbender. 2008'de Steve McQueen'in yönettiği Açlık'la dikkatleri üzerine çeken ama yıldızı asıl 2009'da Quentin Tarantino'nun
Inglourious Basterds'ıyla parlayan oyuncu için 2011 çok iyi bir yıl oldu.
Jane Eyre, X-Men: Birinci Sınıf, Tehlikeli İlişki ve cuma günü vizyona giren
Utanç filmleriyle seyirci karşısına çıkan Fassbender, Hollywood'un yükselen aktörlerinden biri artık. 1977'de Almanya'da doğan Michael Fassbender'ın annesi İrlandalı, babasıysa, adı üstünde Alman. Aile, Fassbender iki yaşındayken İrlanda'ya göç etti. Gençlik yıllarını orada geçiren oyuncu, tiyatro eğitimi için Londra'ya taşındı. Kısa bir süre sonra da, sorumlu yapımcılığını Steven Spielberg'ün yaptığı
Band of Brothers dizisinde küçük bir rol kaptı. Bu rolü, İngiliz TV'sinde, sadece kirayı ödeyebilmek için yapılan çeşitli roller takip etti. 2007'de, nevi şahsına münhasır Fransız yönetmen François Ozon'un
Angel filminde başrolü aldı. Yükselişi de zaten burada başladı. 2008'de Michael Fassbender, İngiliz hükümetinin insanlık dışı davranışlarından dolayı hapiste açlık grevine giren IRA militanı Bobby Sands rolündeki performansı ve rolü için verdiği 15 kg'la adam akıllı 'izlenilmesi gerekenler' listesine girdi. Steve McQueen'in filmi zordu; Sands karakterinin filmdeki merkezi rolü de 20-25 dakika sonra ortaya çıkıyordu zaten. Buna rağmen Fassbender çarpıcı bir oyunculuk sergiledi; izleyiciyi büyüledi.
DİĞERLERİNDEN ROL ÇALDI
Andrea Arnold'ın 2009 Cannes Film Festivali'nde Jüri Ödülü'nü kazanan filmi
Fish Tank'te, Fassbender, yüzeyde sevimli, ama aslında su götürmez bir sosyopat olan Connor karakteriyle yükselişini sürdürdü. Yine o yıl Cannes'da galası yapılan,
Inglourious Basterds filmindeki Nazilerin arasına sızmaya çalışan İngiliz subayı Archie Hiccox rolüyle tüm sinemaseverlerce tanınan bir isim haline geldi. Sinemada 'Meksika Açmazı' olarak bilinen, uzun, tipik bir Tarantino sahnesinde, çok da çaba harcamıyor gibi görünerek diğer aktörlerden rol çaldı. Zaten ona iyiden iyiye Hollywood kapılarının açılması ve menajerliğini yapan Creative Arts Agency firmasının Fassbender'e olan desteğini en üst seviyeye çıkartması da bu filmden sonra epey hızlandı. 2011'e geldiğimizde, senenin başından bu yılın Fassbender'ın yılı olacağı belliydi. İlk olarak, Cary Fukunaga'nın, adeta bir Hammer Stüdyoları korku filmi gibi çektiği Charlotte Bronte'nin klasik 'Bildungsroman'ı
Jane Eyre'in aynı adlı film adaptasyonunda, Edward Rochester rolüyle seyirci karşısına çıktı. Gizemli bir romantik kahraman olan Rochester, 19. yüzyılın ilk yarısının en meşhur edebi karakterlerinden biriydi. Bunun yanında rolü de daha önce Orson Welles, Charlton Heston ve William Hurt gibi efsaneler oynamıştı. Fakat Fassbender, Rochester karakterini, 21. yüzyıla taşımayı başardı; ona daha gerçekçi bir hava verdi ve mesela Welles'in Rochester'ının aksine, rolü daha zarif bir edayla oynadı. Fassbender'ın bir sonraki filmi, şimdiye kadar oynadığı oturaklı ve yetişkin rolleri barındıran filmlere nazaran biraz daha popülist olan
X-Men: Birinci Sınıf oldu. Daha önce Sir Ian McKellen'ın oynadığı Erik Lenscher'ın (namıdiğer Magneto) gençliğini canlandıran Fassbender, yine de karaktere durdurulamaz bir intikam hissi kattı. Filmin yapımı ne kadar sorunlarla dolu olsa da (ve son anda yapılan re-shoot, yani yeniden çekimlerden dolayı, Fassbender'ın aksanı sahneden sahneye değişse de), sonunda ortaya çıkan
X-Men serisinin en iyisiydi. Filmin başarısında da Fassbender'ın karizmatik olduğu kadar acılar içinde boğuşan Magneto karakterinin rolü de yadsınamazdı. 2011'in sonuna yaklaşırken, Michael Fassbender'ı, David Cronenberg'ün filmi
Tehlikeli İlişki'de, Carl Jung rolünde izledik. Jung'u, ilk başta ürkek ve dürtülerini dizginleyen, aristokrat bir İsviçre doktoru olarak çizdi Fassbender, fakat karakter, sonradan hislerine ve hırslarına engel olamayınca, Jung'u serbest bıraktı. O oturaklı beyefendinin yerini de, vahşi bir at aldı. Bunun yanında Fassbender, yönetmen David Cronenberg'ün satır aralarına sıkıştırdığı Aryan ve Yahudi çatışmasını da, aynı incelikle karakterin davranışlarına serpiştirdi.
EN ÇOK UTANÇ SES GETİRDİ
Sadece bu üç film bile Fassbender'ın mükemmel bir sene geçirmesini sağlayabilirdi ama oyuncu, en çok sesi, senenin sonunda vizyona giren ve ona Altın Küre adaylığının da yolunu açan
Utanç filmiyle getirdi. Manhattan'da yaşayan bir seks müptelasını, Fassbender mükemmel oynadı. Filmde, anadan doğma çıplak göründüğü bir sürü sahne vardı Fassbender'ın, bu sahnelerde, oyuncunun Allah vergisi uzvu da gözlerden kaçmadı. Öyle ki, Altın Küre'yi kazandığında, George Clooney, Fassbender'a dönüp, "Michael, ellerin arkanda golf oynayabilirsin," diye takıldı. Maalesef bu (hiç de küçük olmayan) detay, Fassbender'ın rolüne canla başla sarılıp, muhteşem bir oyunculuk çıkardığının önüne geçti. Birkaç ay sonra oyuncuyu, yönetmen Ridley Scott'un,
Alien filmiyle alakası olmadığında ısrar ettiği ama bariz bir şekilde
Alien'la aynı 'evreni' paylaşan
Prometheus filminde izleyeceğiz. Prometheus, tanrılardan ateşi çalıp ölümlülere veren titandır Yunan mitolojisinde. Bu gidişle Michael Fassbender da Hollywood'un titanlarından biri olacak gibi.