Sınırsız sermayeniz olsa, dünyanın en becerikli ustalarını getirseniz, en lezzetli rokfor peynirini üretseniz, yine de bunu hiçbir yerde rokfor peyniri diye satamazsınız. Sadece rokfor peyniri değil; örneğin aslına ne kadar benzerse benzesin, üreteceğiniz şampanyayı da ancak köpüklü şarap adıyla piyasaya sunabilirsiniz. Çünkü bu isimler üretildikleri bölge, kent, hatta köyün adına tescillidir. Bu örnekleri sayfalarca uzatabilirim. Buraya kadar hep yabancı ülkelerin ürünlerini örnek verdim. Çünkü o ülkelerde, bu tür benzersiz bir ürünü kopya ya da sahtelerinden ulusal ve uluslararası düzeyde koruyacak yasalar var. Bu yasa sistemi ilk kez Fransa'dan çıktığı için, Fransızca: Appelation d'Origine Controlee, yani 'kontrollü köken adlandırması' deniyor. Günümüze uymakta yetersiz kalan 'coğrafi işaret' sistemi bile henüz oturmamışken, bugün dünyada hemen tüm özgün ürünlerin korunmasında yararlanılan 'kontrollü köken adlandırması' için bizde herhangi bir kıpırtı yok. O zaman da sahipsiz gibi görünen öz be öz ürünlerimizi isteyen istediği kılıfa sokabiliyor. Bunun son örneği Türk kahvesi; Türk lokumuyla birlikte bütün dünyanın bildiği 'Türk' adıyla anılan iki ürünümüzden biri. Sokaktaki çocuğa "Türk kahvesinin içinde ne vardır?" diye sorsanız, "Kavrulup öğütülmüş kahve, su ve istenirse şeker," yanıtını verir. Oysa bir süreden beri 'Türk kahvesi' adı altında, sıcak suya karıştırıldığında kahve gibi köpüren, kahve tadını andıran içecekler satılıyor. Birinin arkasındaki, içerdiği maddeler listesini okuduğumda, tüylerim diken diken olmuş, bir yazımda bu kimya laboratuarında üretilmiş izlenimi veren içeceklere karşı kayıtsız kalınmaması gerektiğini söylemiştim. Geçtiğimiz günlerde Türk kahvesine gönül veren bir grup, Facebook üzerinde 'Türk Kahveme Dokunma' sloganıyla bir kampanya başlatmış. Bana da ulaşan bu bildiriyi imzalayıp gönderdim. 1554'te İstanbul'dan dünyaya yayılan, pişirilme tarzı, kalitesi ve lezzetiyle bir eşi olmayan Türk kahvesi, geçtiğimiz yıl, Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından, ülkelerin korunması gereken kültür değerleri kapsamında UNESCO'ya önerilmişti.
SAHTELERİN İÇİNDE NELER VAR?
Şimdi piyasada irili ufaklı sermaye grupları tarafından 'Hazır Türk Kahvesi' adı altında piyasaya sürdükleri içeceklerde bulunan maddelere bir göz atalım: Çözünebilir (instant) kahve, kahve beyazlatıcı (glikoz şurubu, hidrojene nebati yağ), stabilizatörler, süt proteini, topaklanmayı önleyici kimyasallar, emülgatörler, renklendiriciler, kabartıcılar. Bu firmalara sorsanız, Türk makamlarının bunları sağlığa zarar vermeyen maddeler arasında saydıklarını söyleyeceklerdir. İyi de, öğütülmüş kahve, su ve belki de şekerle yapılan Türk kahvesiyle bu ürünlerin ne ilgisi var? Ona yönelik bu haksızlığa kim "Dur!" diyecek? Evet, belki şampanya gibi özgün ürünlerin taklitlerini önleyecek sistemimiz yok. Coğrafi işaret sistemi de yetersiz. Ama bir Haksız Rekabetle Mücadele Kurulumuz var. Büyük reklam kampanyalarıyla piyasayı ele geçirebilecek güçteki firmaların kimyasallarla dolu bu ürünleri, bütün Türk ulusunun ortak değeri mis gibi Türk kahvemiz için bir haksız rekabet yaratmıyor mu? Bize ait ürünlerimizin birer ikişer başkaları tarafından sahiplenip, onların çizdiği strateji ile dünyaya pazarlanmasına daha ne kadar seyirci kalacağız? Sanırım hepimizin bu haksız rekabeti önlemek için yapabileceği şeyler var. Hiç değilse Facebook'ta 'Türk Kahveme Dokunma' sitesindeki kampanyaya katılabilirsiniz. Yeterli sayıda imza toplanırsa, Haksız Rekabetle Mücadele Kurulu, Türk kahvesine yönelik bu hareketin önüne geçebilir, onlar da ürünlerini 'Türk kahvesi' izlenimi vermeyen başka bir isimle pazarlarlar, Türk kahvesi bu tehlikeyi atlatır.