Eskiden beri İtalyan düğünlerine özenirim. Bunda
Baba filminde Don Corleone'nin kızını evlendirdiği düğün sahnesinin payı olduğunu sanıyorum. Geçenlerde bir İtalyan düğününü yaşadım. Hem de hayal bile edemeyeceğim bir rolüm oldu bu düğünde. Küçüklüğünden beri tanıdığım ve kızım gibi sevdiğim Pelin, yakında İstanbul'da çalışmaya başlayacağını umduğum İtalyan mutfak şefi Matteo ile evlenmeye karar vermişti. Düğün, damadın kasabasında olacak, evlenme töreni de kilisede icra edilecekti. Bilirsiniz; gelin, babasının kolunda kiliseye girer, yavaş yavaş sunağa kadar ilerler. Babası hayatta olmayan Pelin benden hiç beklemediğim bir dilekte bulundu: Acaba onu kilisede damada ben teslim eder miydim? Cevabım, "Bundan gurur duyarım," oldu.
DAMAT MOTOSİKLETİYLE GELDİ
Evlenme töreni ve düğün, Bergamo kentine 12 kilometre uzaklıktaki dağlık Palazzago kasabasında yapılacaktı. Burada herkes herkesi tanıyor, birbirinin ruhunu biliyor; kimsenin kimseye hava atacak hali yok. Dolayısıyla düğünleri de şölen havasında geçiyor. Düğün yemeği, bu konuda uzmanlaşmış, La Palma Oteli'ndeydi. Otelin toplam yedi odası sadece dışarıdan gelen davetlilere veriliyor, başka müşteri kabul edilmiyor. Düğün sabahı hafif bir kahvaltıdan sonra düğün sahibinin evinde toplanıldı. Burada çiftlerin mutluluğuna klasik köpüklü şarapları, 'prosecco' kadehleri kaldırıldıktan sonra kasabanın Barok dönemden kalma tarihi kilisesine yürüdük. Adetleri gereği, damat gelini ancak kilisede görebilecekti. Biz kiliseye vardığımızda damat da, bir İtalyan'dan beklediğim gibi, beyaz Vespa motosikletiyle geldi. Zarif gelinliği ve duvağıyla her zamankinden daha da güzel görünen gelin ise şık bir limuzin ile getirildi. Düğün töreni klasik Katolik düğününden farklıydı. Rahip önce uzun bir konuşma yaptı. İtalyanca bilenler, dinlerin hepsinde ortak olan Tanrı inancı ve sevgisini vurguladığını anlattılar. Gelin Müslüman olduğu için papaz, çiftleri Katolik inancına göre takdis etmedi. Bizi yaklaşık altı saat süren bir ziyafet bekliyordu. Otelin bahçesindeki, nefis orman ve dağ manzaralı bölümde, her biri birbirinden lezzetli ama sunumları lüks olmayan atıştırmalıkların yer aldığı bir açık büfe düzenlenmişti. Tek kullanımlık 'shot' kadehleri, kaşıklar ve kadehler içinde çeşitli deniz ürünleri, lezzetli kanepeler, yerel peynirler büfelere dağıtılmıştı. Otelin kendi üretimi kuru etler taze taze kesiliyor, tükendikçe takviye ediliyor, garsonlar sürekli prosecco ve şarap ikram ediyordu.
YEMEK YEMEKTEN YORULDUM
Burada davetlilerin önemli bölümü ayrıldı; aileler ve onların en yakınları restorana geçtiler. Mönüde, dokuz çeşit yemek saydım. Dördüncü yemekten sonra bahçeye davet edildik. Bahçede bizi üç farklı sorbe çeşidi bekliyordu. Yemek molası, hem biraz soluklanmamızı sağladı hem de herkes birbiriyle sohbet etme olanağını buldu. Tekrar içeri geçtiğimizde bütün masa örtüleri ve servis takımları değiştirilmiş, klima içeriyi iyice serinletmişti. Ana yemeğin sonunda gelin ve damadın hayatlarını özetleyen multivizyon gösterisi iki dilde alt yazılı olarak izlendi. Buradan bahçenin bir başka bölümüne geçtik; pasta kesilecekti. Otelin kendi yapımı pasta ağızda eriyordu. Pasta servisinin yanında zengin bir meyve büfesi de vardı. Nihayet saat 18.00'e geldiğinde, kahve ve grappa servisi için son kez restorana geçtik. Yemek yemekten yorulmuştum. Tıpkı daha uygun fiyatlı ve keyifli bir tatil geçirmek için bu yaz Yunan Adaları'nın tercih edildiği gibi, yakında aşırı lüks ve gösterişli düğünler için istenen