Evet, yanlış okumuyorsunuz, Türkiye'de de bir Philedelphia diye bir yer var. Hem de 1682'de William Penn tarafından ABD'de kurulandan dahi eski. Penn'in 329 yıl önce 'kardeşçe sevgi, dinsel hoşgörü ve ibadet özgürlüğü'nün yaşanacağı bir kent olacağı vaadiyle kurduğu Philedelphia da ilhamını
İncil'den alıyor. Tıpkı şimdi Manisa'ya bağlı bir kasaba olan eski Philedelphia'da olduğu gibi. Bu yazıya bir masala başlarmış gibi başlamak mümkün aslında. Ama en doğrusu efsanelere ve muazzam bir kültüre ev sahipliği yapmış bir yerleşim yerini Ayizi Yayıncılık'tan çıkan
Filedelfiya Hikayeleri adlı ilk öykü kitabında yeniden anımsatan Yeşim Erdem'e teşekkür ederek başlamak. Şimdi Manisa'nın kıyısında bir ilçe olan ve efsaneye göre adını Yıldırım Beyazıt'ın 'âlâ bir şehir' nitelemesinden alan kentin eskiden Philedelphia diye anılması, Bergama Kralı II. Attalos'un kardeşi Philadelphos tarafından kurulmasından. Üstelik aradan binlerce yıl geçmesine rağmen kasabanın her bir bireyi Philedelphia adını, en az Alaşehir kadar sahipleniyor. Yeşim Erdem kitabında şehrin tarihine dair bir şeyler yazmamış ama önce onun Philedelphia'sını dinledik, sonra da üşenmeden kalktık eski Philedelphia ile yeni Alaşehir'i yakından görelim istedik.
Yeni Asır gazetesinin cefakar şoförü İsmail Bey'in ustalığı ve fotoğrafçı arkadaşım Cenk Ertekin'in çektiği fotoğraflarla sizi Türkiye'nin Philedephia'sıyla tanıştırmak için yola çıktık. Bozdağlar'ın eteklerindeki Alaşehir'e Turgutlu tarafından giriş yaptık. Tarihi İpek Yolu üzerindeki şehrin dört bir tarafını kaplayan üzüm bağları, kentin üzerindeki muhteşem rayihanın da nedeni. 70 üzüm işleme fabrikasının olduğu 50 bin nüfuslu kasaba, büyük oranda kayıplara uğrasa da tarihi dokusuna yenilerde sahip çıkmaya çalışıyor.
HEM YAZLIK HEM KIŞLIK EV
Bu bina 1927'de soyadından da anlaşılacağı gibi tam bir Alaşehirli olan Ali Alakent'in dedesi tarafından Bulgar ustalara yaptırılmış. Şimdi Anıtlar Kurulu'nun koruması altındaki konak, 1992'ye kadar Alakent ailesinin üç kuşağına ev sahipliği yapmış. Alaşehir'de benzeri olan pek çok ev gibi Bizans izleri taşıyan konak, tamı tamına yedi odalı, özel hamamı dahi var. Evin alt katları kışlık, üst katlarıysa yazlık olarak kullanılıyormuş. Mimar evi inşa ederken kullandığı malzemeyle alt katların daha çabuk ısınmasını, üst katların ise daha çabuk serinlemesini sağlamış. Dedesinin İzmir'de gazino işlettiğini anlatan Ali Alakent, gayrımüslimlerin gidişinden sonra dedesinin onların mallarını da satmaya başladığını anlatıyor.
YEDİ KUTSAL KİLİSEDEN BİRİ
Hıristiyanlık aleminin de misyonerlik merkezi olan Philadelphia, Aziz Yahya tarafından çok methedilir. Yahya, "Philadelphia, Philadelphialıların Tanrı'ya itaatkarlığından dolayı ikinci Kudüs olmuştur," der. Philadelphia sözcük olarak, 'kardeş severlik' anlamına geliyor ve Hıristiyanlığın yedi kutsal kilisesinden San John Kilisesi'nin de yer aldığı kent, tam 2 bin yıllık bir tarihe sahip.
ÇOK KÜLTÜRLÜLÜKTEN SEKÜLERLİĞE
Yüzyıl başına kadar Rumlarla Türklerin barış içinde bir arada yaşadığı bir kent 1920'lerde yaşadığı Yunan işgaliyle neredeyse tamamen 'Türkleşmiş' ve milliyetçi sağın en önemli merkezlerinden biri haline gelmiş. Uzun yıllar Demokrat Parti geleneğinin egemen olduğu ilçe son üç dönemdir MHP'li belediyenin yönetiminde. O yüzden şehrin her tarafında Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk devletinin dalgalandığı parklar, Alpaslan Türkeş Bulvarı gibi pek çok Türki ize rastlamak olası. Tabii en unutulmazı 'büyük hemşeri' Kenan Evren'in adını taşıyan pek çok nokta.
TÜRKİYE'NİN ÜZÜM HAZİNESİ
Alaşehir demek üzüm demek, bağ demek, bağevleri, bağ kuleleri demek. Bağların tamamına yakını 'yüksek sistem' denilen T ve V sistemdeki bağlar. T sisteminde asmalar, iki tel vasıtasıyla T şeklindeki direklerin iki tarafına asılıyor. V sistemindeyse demirlere dokuz tane tel bağlanabiliyor. İlçede 18 bin 230 hektarlık alanda 332 bin 600 ton yaş üzüm üretiliyor ve bunun 75 bin tonu özellikle dış ülkelere gönderiliyor.
ESKİ RUM MAHALLESİ
Kurtuluş Savaşı yıllarında nüfusu 45 bine yakın olan ilçenin yarıya yakın nüfusunu gayrımüslimler oluşturuyormuş. İlçede o yıllarda 16 kilise olduğunu anlatan Alaşehirliler, Yunan işgalini yaşadıkları için eski Rum komşularını pek de iyi anmıyor. Şimdi yerinde yeller esen bu kiliselerde kalabalık Rum nüfusunun gösterişli pazar ayinleri hâlâ anımsanıyor.
ALAŞEHİR'İN EN YAŞLISI
Vehbi Onarlar tamı tamına 95 yaşında. 12 Eylül'ün mimarı Kenan Evren'in de çocukluk arkadaşı. Yaşına rağmen sosyalliğini kaybetmemek üzere işlettiği bakkaliyesinde ziyaret ediyoruz Vehbi Amca'yı. Hatıraları en çok Yunan işgali yıllarına dair: "Yunan Alaşehir'i işgal edip gittiğinde arkasında bir yangın yeri bıraktı. Biz buralardan kaçıp köye gitmiştik." Yunan işgalinde babası esir düşmüş Vehbi Amca'nın, yedi ay Atina'da esir kalmış. İkinci Dünya Savaşı'nın vesikayla ekmek satılan yıllarını da anımsıyor: "Vesikalı malları biz satardık."
DÖRT DEPREM, ÜÇ YANGIN YAŞAMIŞ
Tarihi M.Ö 150 yılına dayanan Alaşehir, tarihte her zaman önemli yerleşim merkezlerinden biri olmuş. Konumu, doğal güzelliği ve ekonomik potansiyeli ile dikkati çeken kent, tarih boyunca dört sefer zelzelelerde batmış, üç sefer de yangınlarla kül olmuş. Kentin Philedelphia adından sonra edindiği 'Alaşar' adını, kasabadaki evlerin rengarenk oluşundan aldığı rivayet ediliyor. O rengarenk evlerin Yunan mimarisinden esinle kiremit damlı, kireç badanalı kerpiç ya da ahşap olduğu eski fotoğraflarda saklıdır. O dönemlerde şehir etrafını çevreleyen siyah-beyaz surlarla çevriliymiş. Şimdilerde bakımsız ve plansız yapılaşmasıyla eski güzelliğinin yerinde yeller esen kasabaya dikkatli gözlerle bakıldığında, hâlâ o kibrit kutusu küçüklüğündeki güzel evleri görmek mümkün.
YEŞİM ERDEM: KAPIDAN, BACADAN ÇIKAN HAYATLARI ANLATTIM
"Herkese doğduğu yer güzeldir. Hikayelerim Alaşehir'in tek bir mahallesinde yaşanıyor, Bahçelievler'de. Genel olarak taşranın kıstırılmışlığı ama bir taraftan da samimiyeti ve sıcaklığı, insanın kendisini onun bir parçası hissetmesini vurgulamaya çalıştım. Hikayelerimi ben daha çok psikolojik drama gibi hissediyorum. Filedelfiya dememin sebebi şu, birinci Bizans zamanında kasabamızın adı Pheledelphia'ymış. Hikayelerde hem bir gerçeklik hem de kurgusal yanlar olduğu için hatta Dallas'vari bir kurgusu da olduğu için o isim daha uygun diye düşündüm. Ama taşrayı anlatırken, çok şehirli bir sesle kurmaya çalıştım öykülerimi. Benim de hikayelerimde kadınlar, anneler, babalar arasındaki girift ilişkiler var. O yüzden kitap kapağında da bacadan çıkan hayatları anlatmak istedik. Bizim kasabada bir kilise vardı, ama asla hayatımızın bir parçasına dönüştürülmedi. Çünkü her zaman çok seküler bir kasabaydı. Cenazeler haricinde kimse başörtüsü takmazdı. Cumhuriyet döneminin havası bizim kasabaya ulaşmıştı ve kurumsallaşmıştı. Bağlar olduğu için çok köylü de vardı ama gerçek kasabalıların köyle ilgisi yoktu, sürekli İzmir'e kaçarlardı eğlenmeye. Türkiye'nin geçirdiği iktisadi ve politik evrim sırasında bence bizim kasaba çirkinleşti, kötüce şehirleşti ve biraz karaktersiz oldu. Mesela eskiden tek katlı küçük evler varken, birden binalar yükselmeye başladı. Daha köhne, daha kötü, tamamen betondan yapılmış binalar türedi. Hatta daha sonra kat çıkarız diye demirleri açıkta bırakılırdı o binaların ve para buldukça katlar eklenirdi. Kitabı bitirdiğimde anladım ki, hayatımızı o zaman kadınlar şekillendirirmiş kasabada. Babalar otorite figürleri gibiydi ve zannediyordum ki hayatımızdaki yerleri çok büyük. Ama yazınca çıktı ki ortaya, aslında babalar ve erkekler çok detayda kalmış. Kadınlar erkeklere ve babalara haber vermeden kendi kendilerine hayatı organize ederlermiş. Belki kadınların çok fazla sesi çıkmıyordu ama yaşanan hayat, kadınların kurduğu hayatmış."