1970'lerin
ortalarında bir yılımı Avusturya'da geçirdim. Türkiye'deyken manavda alışveriş ederken elmanın en kırmızısını, domatesin en büyüğünü seçmeye alışmıştım. Viyana'da o dönemde ilk organik manavlar hizmete girdi. Burada satılan ürünler bir alemdi. Köylü pazarı artığı, tezgahlar toplanırken çöp diye bırakılan meyvelerin, pörsümüş sebzelerin benzerleri burada en kaliteli ürünlerin iki katı fiyatıyla satılıyordu. Ben ve benim gibiler, bunlara dünyanın parasını ödeyip yiyenlerle alay ediyorduk. O günlerde biz nereden bilecektik, suni gübre, kimyasal ilaç, hormon, antibiyotik, katkı, boya içermeyen ürünlerin bir nimet olduğunu? Biz manavımızdan, bakkalımızdan satın aldıklarımızın zaten sağlığa uygun olduklarını varsayıyorduk. Hatta turfanda kirazlar biraz olgunlaştığında, midemiz kalkmasın diye büyüklerimiz "Artık içinden bülbül çıkıyor," diye şifreli biçimde bunların kurtlandığını söylediklerinde, "Doğru dürüst ilaçlasalar da kirazın kurtsuzunu yesek," diyorduk. Sonra kuşaklar boyu aynı kalan tatlar hızla yavanlaştı, her zaman var olan meyve çeşitleri kayboldu. Gazetelere zaman zaman içlerinde zehirli ilaç kalıntıları bulunduğu için filan ülkeden geri yollanan tarım ürünleriyle ilgili haberler yansıdığında, ilk kez yediğimiz bu ürünlerin zehirli, hormonlu, antibiyotikli ve daha nice tehlikelerle dolu olabildiğini öğrendik. Bu zehirlerin sadece bizleri zehirlemekle kalmayıp, çocuklarımızın, onların çocuklarının genlerini de bozacağını, hasta, sakat kuşakların beklenebileceğini duyduğumuzda artık organik ürünlerle alay etmeyi bıraktık, bizler de bu ürünleri aramaya koyulduk.
ESKİSİ KADAR PAHALI DEĞİLLER
1990'ların sonlarında Amerika'daki dev kimya kuruluşları meyve ve sebzelerin genlerini değiştirmeye, tohumları şifrelemeye başladılar. Dünya ticaret örgütünün de baskısıyla bu ürünler 'sağlıklı', bizim geleneksel ürünlerimiz 'sağlıksız ve verimsiz' ilan edildi. İşte o zaman sadece okumuş, aydın kişiler değil, çocuklarının, torunlarının geleceğinden kaygı duyan herkes kendilerine zarar vermeyecek ürünleri nereden bulacaklarını araştırmaya başladılar. Organik ürünleri destekleyen sivil toplum örgütleri oluştu. İdealist tarım üreticileri geleneksel tarım yaptıkları toprakları dinlendirip organik tarıma hazırladılar, zararlılarla kimyasallar yerine doğal yöntemlerle mücadele yöntemlerini öğrendiler, gübrenin doğalını kullandılar ve bizde de organik tarım başladı. Organik ürünlerin alıcısı vardı, ama ürünü alıcıyla buluşturacak sistem düşünülmemişti. Şişli'de birincisi açılan organik pazarlar bu alanda öncü oldu. Sadece taze değil, işlenmiş organik ürünler üreten firmalar da ortaya çıktı. Kuşadası'nda Gürsel Tonbul Hanım'ın organik ürünler çiftliğini gezdiğimde gözlerime inanamadım. Bir yanda tümüyle organik bir yaşam süren mutlu büyük ve küçük baş hayvanlar, diğer yanda organik zeytininden narına, pembe domatesinden ekmeğine, meyve sızmalarına, ekşilerine, pekmez ve reçellerine dek çok sayıda ürün mevsiminde üretiliyor, sertifikalı olarak ülkenin, hatta dünyanın dört bir yanına gönderiliyordu. Geçen gün 60 civarında idealist ortağın kurduğu Tarladan Eve adlı organik dükkanlar zincirinin Bebek'teki şubesine yolum düştü. Bir duvarında bütün tedarikçi firmaların organik sertifikaları asılıydı. Rastgele ürünler seçtim, faturalarını istedim. Her parti malın hangi üreticiden geldiğini faturalardan belirledim. Sonra o firmaların sertifikalarına baktım. Burada tescil edilen ürünler arasında benim faturada adını gördüğüm ürünlerin olup olmadığını kontrol ettim. Evet, hepsi sertifikalı organik ürünlerdi. Fiyatları da bana makul göründü. Görünüşlerine dayanamadım, hemen oracıkta ucundan koparıp, kimyasalların bulaşmadığı güvencesiyle taptaze karnabaharın bir küçük çiçeğini ağzıma attım, tadına doyamadım. Sonra kendimi tutamadım, iki büyük kesekağıdı dolusu sağlıklı, organik ürünlerle evin yolunu tuttum. Benim 1970'lerde alay ettiğim organik ürünlerin 2008'de uluslararası pazarlarda cirosu ilk kez 50 milyar dolar sınırının üzerine çıkmış durumda. Henüz dünya pazarının sadece yüzde 12 kadarını organik ürünler karşılıyor. Ama toplumlar bilinçleniyor. Organik ve geleneksel ürünler arasında 1970'lerdeki kadar büyük fiyat farkları kalmadı. Ayrıca ürünlerin görünümleri eskisi gibi albenisiz, ucuz değil. Tarladan Eve grubu gibi birçok firma kendi ürettiği malı kendisi pazarlıyor. Böylece aracı kârı ortadan kalkınca, geleneksel tarımla fiyat farkı azalıyor, hatta domates gibi ürünlerde yazın neredeyse tümüyle ortadan kalkıyor. Biz tüketicilerin bilmemiz gereken önemli bir ayrıntı, 'doğal' diye satılan ürünlerin organik olmadığı ve bunların herhangi bir güvencesinin bulunmadığı. 'Organik' diye sunulan ürünleri biz de denetlemeliyiz. Bunun için paketli ürünlerin üzerindeki organik sertifika etiketini incelemek, taze ürünlerde ise her parti için sertifikalarını, faturalarını kontrol etmek yeterli.