1- Gene Bekir Coşkun'dan iyidir!
Karşılıklı vahlanma vesilesidir: Bizim millet okumuyor! Vesveseli çağdaş mahallemizin, İngilizce 'bestseller' ve tabii en çok da Taschen'in coffee table şıklıklarına geniş yer ayırdığı için baş tacı edilen kitapçısının 'Çok Satanlar' tezgahı insanı celallendiriyor: Aman okumasın! Çünkü bu millet, okuyor da ne okuyor?! Kitapçımızın bir numarasında haftalardır Bekir Coşkun'un büyük eseri
Başın Öne Eğilmesin var! Sinan Akyüz'ün
Piruze'si, Onur Baştürk'ün
Uydurukçu'su, Aşkım Kapışmak'ın
Kadınlar Sağdan Erkekler Soldan'ı, Pinkfreud'un
Sorun Bende Değil Sende'si... Liste bu minval... Böyle bir yazının yazılabilir olduğu düşüncesi de 19 ve 20 numaralı kutucuklardan yükseldi. 'Çok Satanlar' rafının iki bitişik komşusu, 19 numarayla Nil Karaibrahimgil'in
Nil'in Kelebekleri ve 20 numarayla Elif Şafak'ın
Firarperest'i.
2- Eskiler alırım, bir şartla...
Firarperest de,
Nil'in Kelebekleri de birer derleme kitap. Elif Şafak'ın
Haberturk'te, Nil Karaibrahimgil'in de
Kelebek'te yayımlanmış köşe yazılarından mürekkepler. Sittin senelik soru: Daha önce basılmış yazılardan derleme kitap olur mu? Olur tabii. Bazen gündelik hır gür içinde yalapşap okuduğunuz, fark etmeden kaçırdığınız yazıları bir arada görmenin etkisi bambaşkadır. Neşe Düzel'in söyleşilerini toplu halde okursanız mesela, müthiş bir aydınlanma yaşarsınız. Perihan Mağden'in köşe yazılarını sayfa sayfa çevirirseniz, hem üsluba doyar hem de 'Evet yaa! Evet yaa!' hazzıyla coşarsınız.
3- Roman - slogan arası her boy bir mi?
Nil Karaibrahimgil, bu ülkede yazılmış en güçlü, en etkili, en hislere tercüman şarkı sözlerinden bazılarını yazdı. O kadar cuk oturdu ki bir kısmı döneme, yeni kadın haletiruhiyesine; slogan oldu, marş oldu. "Sen bana kelek yaptın/ Ben sana kek yaptım" diye dalgasını geçer, "Sağ eller havaya/Pırlantalar buraya/Tek taşımı kendim aldım/Tek başıma kendim taktım/Girmesinler havaya" diye ayar verir, "Sarardık biz onları dolma gibi/Çalardık biz onları zurna gibi" diye toplar bütün kızları, "Yormadan, sormadan, sormadan, yormadan"... Hakikaten de bütün bu zeki, muzip, fırlama sözler hiç yormadan çıkıyor gibidir. Ama
Kelebek'lerinden geçen duygu başkadır. Sanki spor hocası bize ittir kaktır enerji zerk etmeye çalışıyordur. Tatil köyündeki animatör zorla neşelendirmeye... Hep birlikte coşmalıyızdır. Bu kısacık yazıları okumak ne hikmetse yorucudur. Şarkı sözleri ne kadar hakiki gelir ve mütekabiliyet hissi yaratırsa ('Karşılıklılık' yani, Karaibrahimgil'in şarkılarda eski kelimelerin geçmesinden hoşlandığı için Ahmet Hamdi Tanpınar okumaya karar vermesine katkıda bulunalım, naçizane!)
Kelebek'leri o kadar yapay ve durur ve bir türlü konmaz üstümüze. Roman, ince iş... Kurgu inşaatı var, karakter dantellemesi var, dön dolaş 200 kelimeyle her gün köşe yazılır ama roman yazmak için dile hakimiyet şartı var. Elif Şafak halihazırda en çok satan, en çok okunan, en çok konuşulan romancılardan biri.
Mahrem'le Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü aldı,
Bit Palas'la tanındı,
Baba ve Piç'le şahlandı,
Aşk'la uçtu, Türk edebiyat tarihi rekorlarına girdi. Yıllardır da köşe yazıyor. Romanları bu kadar gürültü koparan, "Ali topu at" yazsa da 10 gün köpürtsek kredisine sahip bir yazarın gazete sayfasındaki varlığının,
Haberturk köşecilerinin aşçı kostümleriyle boy gösterdiği mutfak reklamıyla hatırlanması enteresan tabii. Tencere, tava, süzgeç, terazi, kurabiye kalıbı... Gündelik hayatta bunlar kadar elzem bir mutfak elemanı daha var: Mr Muscle! Bazı köşe yazıları lavabo açıcı, kireç çözücü gerektiriyor...
4- Kitapların gizli gücü: Uğurcan Ataoğlu
İki kitabın da kapak tasarımı aynı isme ait: Uğurcan Ataoğlu. Serdar Erener'in ortağı, Alametifarika Ajans Başkanı ve Yaratıcı Direktörü. Reklam dünyasının çığırtkanlık yapmayan, egosunu sıfırlamış, yetenekli ve çalışkan adamlarından. Elinden çıkmış işler arasında İKSV'nin hafızalarımızda yer etmiş festival afişleri de var, Nil Karaibrahimgil'in albüm kapakları da, Elif Şafak'ın pembe olan ilk versiyonu bazıları tarafından uluorta okunamadığı şikayetine maruz kalınca kül rengi basılan
Aşk romanının kapak tasarımı da.
5- İki kapak kadını, iki ayrı ton
İki kitabın kapağında da yazarları yer alıyor. Elif Şafak'ın fotoğrafını Mehmet Turgut çekmiş. Hakan Yıldırım tuvaleti kuşanıp saçlarına dağınık fön çektirdiği ya da siyah perukla Angelina Jolie'leştiği prodüksiyondaki kadar olmasa da, bir miktar oynama, normalinden uzaklaştırma çabası var tabii gene. Şükretmeliyiz ki kan yok. Fotoğraf tarihinin en müthiş keşfi gibi sunulan Mehmet Turgut'un çekim yapmaktan anladığı, karşısındakini kana, olmadı kömüre, çamura bulamak, malum. Nil Karaibrahimgil portresi Serdar Tanyeli imzalı. Çok doğal görünüyor, sağlık, tazelik ve neşe fışkırıyor. Sabun, cilt bakımı, diş macunu reklamında kullanılabilir. Sağlıklı beslenme. Detoks. Su hayattır.
6- Taze meyve, limonlu çay
İkisi de çok güzel kadın. Biri meyvemsi, taze... 35'ine geldi, hâlâ bebek gibi. Porselen. Gözlerinde hep bir ışık. İnsanın baktıkça bakası geliyor, içi açılıyor. Öyle temiz, duru, nefes aldıran, içine dolan, iyi gelen bir güzellik çeşidi. Biri daha buruk, zencefilli çay... Hüzünlü, manalı, ahenkli... İfadesindeki o derinliğe meftun olanlar, hayatın anlamını bakışlarındaki o dalgınlıkta bulmayı hayal edenler oldu hep. 'Bir edebiyatçı fiziksel olarak nasıl olmalı'nın cisimleşmiş hali sanki.
7- İkisi de uluslararası ilişkiler mezunu
Elif Şafak, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Strasbourg, Ankara, Madrid, Amman, Köln, İstanbul, Boston, Michigan, Arizona şeklinde geçen bir hayatı var. Şu an Londra'da yeni romanını yazıyor. Nil Karaibrahimgil, Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler'den. "Siyasetle ilgili bir meslek yaptığımı bir türlü hayal edemiyorum. Düşünsene bu gülüşle diplomat filan olduğumu..." diyor. Londra için "İstanbul'dan taşınca, fazlalığımı kucaklayan yer," diyor, Nil nehrinde, Luxor'dan Aswan'a giden bir teknede 'Evet' diyor.
8- Biri gezgin ruh, öbürü özgür kız
Kitap adlarından belli.
Firarperest her fırsatta firar eder, kaçmanın bu biçimi niyeyse kulağa pek afili gelir. Şafak, uzun süre bir yerde kalamadığını söyler, üç buçuk seneyi geçince gitmesi gerekiyordur. Bir yanı hep göçebedir. Huzursuz ruhtur, gezgin bedendir. Yollarda özgürleşiyordur, romanlarının ilk satırlarını hep oradan oraya giderken yazıyordur. "Sevmenin de ötesinde bir ihtiyaç"tır bu, "kanında deveran eden bir saklı iptila."
Nil'in Kelebekleri'yse doğadakilerden bile daha uçarıdır, özgürlüğün sembolüdür adeta: 2000'lerin en başında, 'Özgür Kız'ken bir şort, bir tişört ve sırt çantasıyla otostop yaparak Doğu Anadolu'yu dolaşma durumu üstüne sosyoloji tezi yazılmıştır. 'Özgür Kız' algısı öyle kuvvetlidir ki, üstüne tek taşını da kendi aldı mı, "Koysalar önüne bariyer de/Çocuk da yaparım kariyer de" dedi mi artık sarsılmaz. Evlenince tonla "Sen nasıl evlenirsin! Bunu bize nasıl yaparsın!" mesajı alır Karaibrahimgil, "Beni tek başına tepede duran bir kadın savaşçı olarak görmüşler," der. Algı her şeydir.
9- Netameli mevzu: Doğu - Batı sentezi
Bu Doğu-Batı sentezi de netameli mevzu. Doğu'yla Batı'yı aynı cümlede, aynı paragrafta, aynı konuşmada, aynı Ortaköy kadrajında bir araya getirmek, Doğu-Batı sentezi mi oluyor? Elif Şafak'ta kendisini büyüten iki kadın, Kuran okuyarak şifa dağıttığını söylediği anneanne ile adından bir soyadı devşirdiği diplomat anne Şafak hanımla başlayan bu mesele, kitaplarında da, paketi tamamlayan iki proje Şehrazat Zelda ve Emir Zahir'in adlarında da kendini hissettirir.
Firarperest'teki 'Sentezler Mahallesi'nde de Avrupa'daki bir Türk mahallesinde, keçeli kalemle yazılmış "Lastik kaçırmayan dirayetli çorap. Müjde!" kağıdının asılı olduğu dükkandan içeri giriyor. "Kasadaki adam önce benimle İngilizce/Almanca/Fransızca konuşmaya başlıyor. Ben Türkçe cevap veriyorum. Gülüyor ağız dolusu. 'Aman be abla, ben de seni turist sandım.' 'Turist sandım' dediği, beni o ülkenin vatandaşı sandı. Dedim ya her şeyin birbirine karıştığı, kocaman ve rengarenk bir sentezler mahallesi burası." 'Ah Beyrut' yazısında Nil de şöyle anlatır: "Bir 'Arap' tarafım var benim. Darbukayı, zili, udu duysun kalkar oynar hemen. Omuzları titretir, kalçasıyla sekiz yapar, elleri istemsizce kıvrıla kıvrıla yukarı kalkar. Duygulardan korkmaz, üzerine 'düşünce suyu' döküp söndürmez. Havalandırır alevini. Yanar cayır cayır. Hayat nedir. Bir içimlik şerbet, gitgide dumanlanan rakıdır. Alt göz kapağının altına çeker kalemi. Çekinmez hiçbir şeyden. Bir de 'Anglo' tarafım var benim. Bana dışımdan bakınca, ilk o görünür. Göz yanılması. Başka kitaplar okur. Düşünür, bulur. İnceltmeye çalışır beni, törpüler aklımı. Bana medeniyet öğretir. Japon kağıtlarına sarar. Onun yanında kendimi rahat bırakamam. Yine de havalı olurum onunla. 'Cool' kelimesi daha çok onun için sarf edilir. Alaturka şarkılarıma tahammülü yoktur. Bu iki tarafım benim zenginliğimdir."
10- Peki ama neden İngilizce?
Nil Karaibrahimgil, Reklamevi'nde çalışırken "Sen bir özgürlük şarkısı yazabilir misin?" diye sorarlar. "Ben Türkçe şarkı yazmıyorum ne yazık ki," der. Ama önerilen rakam çok iyidir,
Ben Özgürüm'ü yazar. Elif Şafak da romanlarını anlaşılmaz bir şekilde İngilizce yazar. İki dille olan farklı ilişkisini TED'de yaptığı konuşmada da anlatır. Fakat şöyle de bir mesele vardır:
The New York Times'ın
Book Review ekinde
The Bastard of Istanbul hakkında bir eleştiri kaleme alan Lorraine Adams, İngilizcesi'ni lisanı münasiple daha yolun başında bulur.
11- TED Konferansı düşkünlüğü
Geçen yaz, Elif Şafak'ın TED mevsimiydi. Oxford'da düzenlenen TED (Technology, Entertainment, Design) konferansında, 'Ideas worth spreading' yani 'Yayılmaya değer fikirlerini' paylaşan konuşmacılardan biri de Elif Şafak'tı. 'The Politics of Fiction' başlıklı konuşmasında, kendi şahsi tarihinden de örneklerle edebiyatın birleştiriciliğini anlattı. Pek çok kişi, bilhassa da 'yurtdışındaki imajımız, başarıyla temsilimiz' kaygılılar bu akıcı konuşmayla çok çok gururlandı. Şafak sahiden de çok akıcı konuşuyordu, ama tuhaf bir akmaydı bu, yaklaşık 20 dakika boyunca o kadar teklemedi, sürçmedi, duralamadı, hatta nefes almadı ki, bir canlıdan ziyade ezber makinesi gibiydi. Nil Karaibrahimgil de TEDperestlerden. Evvelki sene ilk kez gittiğinde, hayatında bir delik açıldığını, içeri ışık sokulduğunu yazmıştı. Geçen sene de "İçim aydınlandı, karanlıklarıma güneş girdi," diyordu. Konuşmacılardan Elif Şafak'la da ilgili şöyle yazdı: "Ne güzel yayılıyor sesi onun. Dedi ki: Kendine benzer bir çemberle çevrelenirsen, kurursun. Başkalarının hikayeleri çemberlerde delik açar, hayallere sızar. Aslında en çok, insanları kefelere koyup tartanlaraydı lafı. Şiir gibi konuştu. Ayakta alkışlandı. Biz de gurur duyduk. Siz de duyardınız."
12- Islak bir pazar günü oradaydılar
"Islak bir pazar günü hepimiz Sinanlarda toplanmıştık, iki saat sonra küçük bir filmimiz oldu," diyenler arasında o ikisi de vardı tabii. Sinan Çetin'in, Nil Karaibrahimgil'in
Kırık adlı parçası için çektiği klipte, ev ahalisinden Elif Şafak da rol aldı. Her şey, her zamanki gibi çok kendiliğinden, çok içten, çok doğal, çok hesapsız gerçekleşti!
13- Tescilli 'marketing' başarısı
Nil Karaibrahimgil BÜ'de okurken kendini yaratıcı bulduğu için, acaba diyor, metin yazarlığı yapabilir miyim... Önce RPM Radar'da staj yapıyor, sonra Kurtcebe Turgul onu Serdar Erener'e yönlendiriyor. Böylece Reklamevi'nde 'part time' metin yazarı olarak profesyonel olarak giriyor reklam dünyasına. Elif Şafak'ın ajans geçmişi olmamasına rağmen sektörde guru sayılır. En son 2010 Marka Ödülü aldı, daha ne!
Pinhan'la 1998'de gelen 'Mevlana Büyük Ödülü'nü sahiden büyük bir ödülmüş gibi sunup Mevlana'dan bir kariyer yaratmayla başlayan serüven, doğru bağlantılar ve sistemli PR çalışmalarıyla beslendi. Hedefe giden yolda hiçbir şeyden gocunulmadı; hafta sonları şehrin en piyasa kafesinin vitrininde yazı yazıldı, demin adı geçen Lorraine Adams'ın
The New York Times'daki eleştirisinde karakterlerin sathi, dilin pişmemiş olduğunu, zira değerli vaktin spot ışıkları altında kaybedildiğini, ama daha 30'larında olduğu için yeteneğinin hırsına yetişmesi için önünde zaman olduğunu söyleyip laf çakmasına rağmen, İstanbul'a geldiğinde onunla buluşulup makalesinin imzalatıldığı konuşuldu! Tam zamanında iyi bir damar yakalanmıştı, tasavvufun üstüne gidildi, oyun kaidelerine göre oynandı. Bu güzel sufi edebiyatçının markalaşması artık kaçınılmazdı.
14- Yok aslında birbirimizden farkımız
Hepimiz biriz ve iyilik yapan iyilik bulur, diyelim. Bilhassa
Firarperest'teki pek çok yazının ana fikri bu! "Birbirimizden 'öteki'ler yaratıyoruz. Anlamadan dışlıyor, görmeden kapatıyor, tanımadan etmeden sevmediğimize kanaat getiriyoruz. Habire farklılıklarımıza yoğunlaşıyoruz, zerre kadar ortak noktamız yokmuş gibi davranarak. Birbirimizi 'bizden olanlar' ve 'bizden olmayanlar' diye ikiye ayırıyoruz. "Nedense hep 'farklılıklar ve ayrılıklar ve olmazlar' konuşuluyor. Hiç ortak noktamız yok sanki. Öyle bir davranıyoruz ki birbirimize, ayrı gezegenlerden zembille inmişiz gibi." Nil Karaibrahimgil tamamlıyor: "Etten kemikten yapılmış, üç günlük ömrü olan insanları niye kendimizden ve birbirlerinden ayırırız? İnsan kendinden bir şeyi ayırınca, ayrı görünce başlıyor zaten yara. Maymunla bile yüzde bir gen farkımız var, peki başka bir insandan ne kadar farkımız olabilir?"
15- Koca/Hoca Serdar Erener
Reklam piyasasının önemli figürlerinden. Birinin kocası, diğerinin kocasının hocası... Neyse, sayfa biteceği yeri biliyor!