Eğitimlerini alıp işlerini 1970'lerde üretmeye başlayan Türk kadın sanatçılar sanat tarihimizin en önemlileri ve ilginç kategorileri arasında sayılmalıdır. Ama bu gerçek ya görülmemiş, ya bilinçli olarak ihmal edilmiş, ya da erkek egemen bir toplumda unutturulmak istenmiştir.
Nur Koçak'ın şu sıralar Galeri 44A'da devam eden sergisi söylediklerimin 'mücessem' kanıtıdır. Bizim Batı tarzı resim yapmaya başlamamız 19. yüzyıl ortalarına geri gider.
Şeker Ahmet Paşa, Paris'e gönderilmiş ilk ressam adayıdır. Onu diğerleri izler. Bu geleneğin son temsilcisi 1970'li yılların hemen başında İstanbul ve Ankara'dan kalabalık bir kuş sürüsü gibi Paris'e ve Alman şehirlerine dağılan sanatçılardır.
ERKEK SANATÇILAR DEĞİŞMEDEN DÖNDÜ
Şaşırtıcı ve hazin olan şudur ki, bu sanatçıların neredeyse tamamına yakın bir bölümü erkektir. Gene ürpertici olan şudur ki, bu sanatçıların neredeyse tamamı Avrupa'ya, birisi veya bir şey olarak gitmiş, aynı kimse ve şey olarak dönmüştür. 'Şey' burada ressam veya heykelci manasınadır. "Bunların içinde gözünü açıp etrafını gören bir tek kişi de olmamış mıdır?" veya "Bu durumun nedeni nedir?" diye sorulursa cevap bellidir. Tek tük bazıları, o da çok sonraları, bir parça 'aykırı' olmayı denemiştir.
Komet, örneğin, bu bakımdan çok önemlidir.
Osman Dinç bu nedenle ilginçtir.
Sarkis ise bambaşka bir öyküdür. "Neden?" sorusu ise ancak bir kültürel çerçeve içinde cevaplandırılabilir. "İsteseler de bu 'kaderi' değiştirebilmeleri çok zordu," diyenler çıkacaktır. 19. yüzyıl için bu değerlendirme kabul edilebilir. "Bu halin 20. yüzyılın sonundaki geçerliliği olacak iş değildir," diyeceğim ama beterin beteri var: Figür resmiyle gidip 1980'lere doğru aynı resim anlayışıyla geri dönenler bugün de aynı resmi yapıyor.
Oysa aynı dönemde yurtdışında bulunup yeniden Türkiye'ye gelen 'kadın sanatçılar' bu genel halle taban tabana zıt bir sanatçılığı üretip durmuşlardır. İsim mi istiyorsunuz, işte kavramsalcı sanatın en önemli örneklerini sergileyen Canan Beykal. İşte kavram sanatının en erken adları arasında sayılması gereken Füsun Onur. Kendisine özgü bir dünya kurarak birçok kavramı dönüştüren İpek Duben. Nihayet ister fotorealizm, ister kavram resmi açısından ele alın, başlı başına bir serüven olan Nur Koçak. Bunların tümü yeni, öncesi olmayan, denenmemiş bir sanat anlayışıyla ortaya çıkmıştır ve ne yazık ki, daha yazının başında belirttiğim 'gerçekle' yüz yüze gelmişlerdir. Yani yaptıkları, o hâkim anlayış tarafından görülmemiş, adeta silinmek istenmiştir. Üstelik, tekrar edeyim, 1970'lerde 'dışarıdan' gelenler tarafından. Oysa o 1970'ler ki, sanat dünyası, Avrupa'da ve Amerika'da çalkantılı bir okyanus gibi uğuldamakta, her an değişmektedir. Haydi, Amerika bize uzaktır, gideni yoktur diyelim. Peki, Arte Povera'nın patladığı, happening'lerin, performansların, fotorealizmin, kavramsalcı sanatın, Yves Klein'ın, Beuys'un ortalığı bir boydan bir boya yıkıp geçtiği Paris'e kapağı atan 'Türk sanatçıları' niye hiç bunlara gönül indirmemiştir?
Kadınlar hariç! Hepsi, akıl almaz bir sezgiyle yepyeni toprakları çiğnemiş, kendilerine özgü bambaşka iklimleri solumuştur. Söz konusu tutum, yani sanatın yeni bir ifade imkânı arayışı, aslında gerçeğin dönüşümdür. Buna, dönüştürümü demek de mümkün. Dolayısıyla kadın sanatçıların genel üsluplardan kaçınmaları ve 'kellim kellim layenfa' bir anlayışı yırtıp yanlarından uzaklaştırmaları özünde politik bir tutumdur. Belki geleneksel bir toplumda kadın olmanın baskısına bir tepkidir bu, belki de kendi kimliklerini bulma çabasının getirdiği bir çıkış. Sonuç değişmez: Yenilik(çi)lik.
KOÇAK, BİR DÜĞÜM NOKTASIDIR
İşte Nur Koçak'ın resimleri ortada duruyor. Koçak, belki Amerikan eğitiminden geçmiş olmasının verdiği bir açıklıkla, belki duyargalarını iyi bilediğinden, 1970'lerin sonunda itibaren dalgalar halinde gelişen önemli işler üretti. O çağda onun resmine denk düşecek bir tek örnek yoktur. Şimdi parfüm şişeleri, iç çamaşırları ile ilk örnekleri izlenebilen bu çalışmalar bir yanıyla fotorealizmin ne aradığını bilen bir elden çıkmış yapıtlardı. Bir yandan da gündelik nesenlerin fetişletirilmesi üstünden gelişen bir pop anlayışın sorgulanması. İşin biçimsel/üslupsal yanında cereyan eden bu yoklamalar, özde kültürel bir sorgulamadan güç aldığından, Koçak, o arayışını sonradan '
aile fotoğrafları' ve '
asker fotoğraflarıyla' sürdürdü. Uzun yıllar sonra
Erdağ Aksel'den
, Hale Tenger'den
Halil Altındere'ye kadar birçok farklı yönsemeyle ele alınacak bir iç kültür yoklaması, bütün politik bagajıyla bu resimlerde cisimleşiyordu. Hele asker ve aile resimlerinde düpedüz bir politik irdelemeyi öne itiyordu. Kadınlığın gerçekliği-gerçekliğin kadınlığı ile zıtlaşan bu resimler az ötede iktidar-kimlik diyalektiğine de izler düşürüyordu. Kısacası şimdi çok moda olan birçok kavramsal vurgunun ilk kez -zamanında 'okunabilseydi'- o resimlerde ele alındığı görülecekti. O zaman görülmemiş olması, bugün o gerçeği değiştirmez. Koçak, yakın dönemin sanatsal ve toplumsal gerçekliğini yansıtan, çözülmeyi bekleyen, üstelik bunu ayrıksı olmayı başararak sağlamış, bir düğüm noktası.