1994 Haziran'ı... Ortaköy sırtlarında, o zamanlar daha da tek başına duran ve birinci köprüden Anadolu-Avrupa istikametinde geçerken ormanın içine yerleştirilmiş göz alıcı bir biblo gibi parlayan 'Çin Evi'ndeyiz.
Esquire dergisi için çalışan dört kişi. Normal şartlarda röportajlara böyle tabur halinde gitmiyoruz. Ama bu başka! Bu nadide bir iş: Siyasete atılan Cem Boyner, Yeni Demokrasi Hareketi'ni anlatacak... Ümit Boyner'i ilk o gün o evde görüyorum. Herkes çok genç ama o aslında en gencimiz olmamasına rağmen yarı yaşımızda bir küçük kız gibi. Koltukların hep koluna oturuyor. Hiç üşenmiyor, hiperaktif halde sürekli hareket ediyor, sekiyor, bazen zıplıyor. 31 yaşındaki bu yeni evli kadın, kocasına o kadar âşık ki, bütün gözeneklerinden bunun mesajı geliyor. Mütemadi cıvıldama. O günlerde ben de göz kamaşmasından mustaribim, 'Vay be' diyorum, dışardan demek ki bu kadar belli oluyor!
Kick boks tesadüfü trend yaratıyor
Gazetelerden iyi eğitimli, parlak kariyerli olduğunu okumuşuz. Ama hepimizin beynine nakşolan en keskin detay, kick boks! Cem Boyner'le bir spor salonunda kick boks yaparken karşılaştıklarını yazmış bütün gazeteler ve dönemin tartışmasız en cazip adamlarından biriyle gym'de tanışılabiliyor olma ihtimali, bütün potansiyel çakma
Sex and the City kadınlarını münasip spor salonlarına ve eksantrik sporlara sürüklemiş! Takip bilgilerine gene zamanın magazin sayfalarından hakimiz: Ümit hanım, Türk Petrol'ün eski sahibi Aydın Bolak'ın oğlu Doğan Bolak'la olan evliliğini bitirdiğinde oğulları Sinan beş yaşında. Doğan Bolak, adını sonraları sıklıkla moda etkinliklerinde duyacağımız, tasarımcı hemşireler Ezra- Tuba Çetin'le etcetura adlı bir hazır giyim markası yaratıp pazarlayan Canan Bolak'la evleniyor. MHP'nin simge isimlerinden, 27 Mayıs 1980'de öldürülen Gün Sazak'ın kızı Bilgün Sazak'la evli olan Cem Boyner de boşanıyor, araya uzun boylu, uzun bacaklı, sarışın bir yabancı manken sıkıştırılıyor ve çift arayı uzatmadan 'Hastalıkta ve sağlıkta...' yeminini ediyor. Bu kadarını ummayabiliriz ama Ümit Boyner'in adını giderek daha çok duyacağımızı hissediyoruz.
Mübadeleden patlıcan pabucakiye...
Ümit Nazlı Alpay adıyla 1963'te İstanbul'da doğuyor ama aslen Ayvalıklı. 1923'teki mübadeleyle oraya yerleştirilmiş bir aileye mensup. Babasının babası Ahmet Bey zeytincilikle uğraşmış, zeytinyağı ve sabun üretimi yapmış. Babası Acar Alpay'ın en küçük kardeşi, gazeteci/akademisyen Şahin Alpay... Cunda ve Ayvalık'ın, zeytin ve zeytinyağının hayatında bir yeri, manası var. Zeytinyağındaki asit miktarını kokusundan anlıyor, patlıcanla güzel pabucaki yapıyor, çoluk çocuk dağ tepe yürümeyi seviyor. Ama sırayla gidecek olursak, önce şimdiki adı Beyoğlu Anadolu Lisesi olan İngiliz Kız Ortaokulu'nu bitirmesi gerekiyor. Lise ve üniversiteyi ABD'de okuyor. University of Rochester'daki ekonomi eğitimini tamamladığında yıl 1985. Oyalanmadan Chemical Mitsui Bank'te işe başlıyor. İki yıl bankacılıktan sonra özel sektörde finansman yöneticiliği... Kayınpederinin ısrarıyla aile şirketinin finansmandan sorumlu başkan yardımcılığı, sonra da yönetim kurulu üyeliği... 'Aile şirketi' etiketinin başa belalığına inat; yemekhanede yemek yiyen, işten kaytarmayan, çok uğraşıp didinen çalışkan bir yönetici. İş hayatında en fazla yapmaya çalıştığı şeyin, kendini karşısındakinin yerine koyabilmek olduğunu söylüyor.
Hangi first lady'nin izinde? Çocuklarıyla
olan ilişkisinde de benzer bir üslubu olsa gerek. İlk eşinden olan oğlu Sinan, eşinin ilk eşinden olan üç kızı Ayşe, Elif, Emine ve de Cem Boyner işbirliğiyle hayata geçirdiği, İstanbul Modern'in evvelki cuma akşamı sanat ve eğitim projelerine destek amaçlı düzenlediği 'Gala Modern' davetinde smokiniyle pek yakışıklı duran Murat'tan mürekkep beş çocuklu bir aileler. Şelale Kadak'a verdiği bir söyleşide idealist kadınlara hayranlık duyduğunu, hayattaki rol modelinin Eleanor Roosevelt olduğunu söylüyor. (Eleanor Roosevelt, ABD'nin 1933-1945 yıllarındaki first lady'si. Aynı zamanda medeni haklar savunucucu, aktivist, politikacı, yazar, konuşmacı... Ettiği dünya kadar özlü sözden en harcıalem olanını cımbızlarsak: Kadın, poşet çay gibidir. Kaynar suya koymadan ne kadar güçlü olduğunu anlayamazsın.) Aynı mülakatta "Siyaset benim yapıma hiç uygun değil," diyor Şelale'ye, "Çünkü özel hayatınızdan çok ödün vermeniz lazım. Ben özel hayatıma çok düşkünüm. Gezmeyi, seyahat etmeyi, ailemle birlikte olmayı seviyorum. Cem o seçimi yaptığı zaman tabii ki ayak uydurdum ama kendim için böyle bir şey düşünmüyorum." (SABAH, 9 Aralık 2006) Ama hem John Lennon'dan arakla hayat siz plan yaparken başınıza gelenler malum, hem de dört sene insanın pek çok niyetini, hevesini, hedefini değiştirmesine yetecek bir zaman dilimi. TÜSİAD'ın 21 Ocak 2010 tarihli 40. olağan genel kurulundan başkan çıkmasıyla birlikte, siyasetin de göbeğine yerleşiyor. Bir başka ABD first lady'si Hillary Clinton'la kader birliğiyle adeta, kocayla yaşadığı rol değişimini, bir nevi halef selef ilişkisini Elif Ergu'ya anlatıyor: "Birbirimizden çok farklı insanlar olsaydık 18 yıldır evli olamazdık. Ben de onun siyasi hayatının parçasıydım. Çok dikkat çeken, tartışma ortamı içinde olan biriyim, evimde beni besleyen, huzur bulduğum bir eşim var. Zamanında ben de ona bu ortamı sağladım." (
Vatan, 25 Temmuz 2010)
İnsanlar için ikiye ayrılma vakti
Ümit Boyner, bir yıla yaklaşan TÜSİAD başkanlığına pek çok siyasi çıkış da sıkıştırıyor. Ve insanlar ikiye ayrılıyor: 1. O pozisyondan şimdiye dek duymaya alışık olmadığımız model taze, demokrat, ağır, önemli, ümit veren sözler söylediğini düşünenler. 2. YDH geçmişinin hakkını vermediğini, hatta arada CHP diline kaydığını düşünenler. Güneydoğu'ya dair hassasiyetiyle, karakol baskınında sesini yükseltmesiyle, Genelkurmay'ın yerini bilmesine dair ayarıyla çok gönüller fethediyor; en bonkör methiye Alper Görmüş'ün 1993'te birlikte gittikleri Kars gezisinin Digor faslından hareketle yazdığı "Yaşadığı gibi düşünmeyen burjuva" başlıklı portresi olabilir (
Aktüel, 7 Mayıs 2010)
Boyner, Erdoğan'la aynı fikirde (idi)!
Arada iğnelendiği de oluyor ama asıl kıyamet referandum arifesinde kopuyor. Ümit Boyner, anayasa değişikliği paketinin paketliğine, yürütmenin yargı üstündeki etkisinin fazlalığına, işin içinde YÖK ve Diyanet'e dair madde olmamasına laf ediyor, "Paket için 'Doğruları var ama hayır', 'Yanlışları var ama evet' dememiz beklenemez. Biz ilkesel durup tek tek maddeler üzerinde görüş veririz," diyor. Başbakan Tayyip Erdoğan çok sinirleniyor, "2001'deki Anayasa değişikliğinde halkın 'evet' demesi için ilanlar vermiştiniz... Bitaraf olan bertaraf olur," çıkışını yapıyor, ortalık ayağa kalkıyor. Tesadüf o ki, başta bahsi geçen
Esquire dergisine verdiği söyleşide 'fiction' okuyamadığını ama atasözleri ve alıntı kitaplarını çok sevdiğini söyleyen Cem Boyner, en sevdiği alıntı sorulduğunda "Dante'nin bir sözü" diyor, "Cehennemin en sıcak yerleri ulusal kriz zamanlarında tarafsız kalmayı tercih edenlere ayrılmıştır."
Sorunu ilkeli olması mı?!
Ocak ayına kadar Ümit Boyner'in kendini var ettiği iki alan var: Ev ve iş. Bu iki alanda ilkeler belirliyor ve bunların sonuçlarını alabiliyor. Sonra ver elini TÜSİAD günleri. Her ne kadar büyük sermayeli girişimci ve yöneticilerden oluşan bir dernek olsa da, TÜSİAD'ın bundan fazlasını ifade ettiği malum. Siyasetin apaçık bir parçası TÜSİAD. Derneğe başkan olanın Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı gibi devletlilerle de muhatap olacağı muhakkak. Peki, evdeki ve işteki ilkeli tavrını siyasete taşıdığında nasıl bir gerçekle karşılaşıyor Ümit Boyner? Şöyle bir kare as denemesi yapabilir miyiz: 1. Ona göre 'ideal' demokraside her fikir Meclis'te temsil edilmeli. Bunun bizde gerçekleşmesi için seçim barajının yüzde 5'e kadar düşürülmesi lazım. Ama başta Başbakan olmak üzere aktif siyasetçiler kaşlarını çatıyor. Zira bu ya koalisyon hükümeti ya da zayıf bir iktidar demek. 2. 12 Eylül'deki referandum konusunda da ilkeli davranmaya çalışıyor Boyner. Her kesimin değişikliğe katkıda bulunması gerektiğini söylüyor. Teoride şahane ama pratikte sesler çoğaldıkça Anayasa konusunda uzlaşmak mümkün mü? 3. Boyner'in zihnindeki ilke ve değerlerle gerçeğin çatıştığı bir başka alan da İstanbul Dolmabahçe ile Ankara Mülkiye'deki öğrenci protestoları olabilir mi? Samimiyetle gençlerin doğası gereği muhalif olduğunu söylediğinde, "Türkiye'deki toplam üç buçuk milyon öğrenci niye muhalif değil?" sorusuyla karşılaşıyor. Patronlar kulübünün başkanı olarak Sol- Kemalist öğrencilere destek vermekle eleştiriliyor. 4. Son olarak Kürt siyasetçilerle birlikte halay çekiyor. Bu davranışın siyasete tercümesi "Ben sizin kültürel haklarınızı tanıyorum" demek ve o haklara tabii ki Kürtçe de dahil. Tam o sırada Genelkurmay internette 'İki dil Türkiye'yi böler' minvalli bildiri yayımlıyor. Bu defa da askerin gözünde 'bir bölen' haline geliyor! Ümit Boyner'in TÜSİAD'da ilkeli bir politika izlemeye çalıştığını ama evdeki hesabın çarşıya pek de uymadığını söyleyebilir miyiz?
Twitter imajı: Kucaklarken mesafeyi de koruyan siyasetçi
Ümit Nazlı Boyner, yaklaşık iki aydır Twitter'da. Yazdıklarının kelime/cümle karşılığına bakıldığında kucaklayıcı ama üslup olarak fazlaca mesafeli, düz, hatta kuru bir tatta. "Ayvalık'ta geleneksel zeytin hasadındayım" (23 Ekim) gibi vaatkar bir starttan sonra "Değişen Avrupa ve Dünya'da Türkiye ve Almanya ilişkileri daha akılcı bir söyleme yöneliyor" (25 Ekim) gibi ajans dili ya da "Cumhuriyet Bayramınızı kutlar; tüm vatandaşlarımız için demokrasi, barış, adalet ve refahın hüküm sürdüğü bir ülke dileriz" (29 Ekim) gibi devlet büyüğü dili geliyor. Ama halay ve ana dil üstüne yazdıkları nispeten kişisel ve sıcak: "Diyarbakır'a niye gitmeyelim ki? Bizim vatanımız. Halkın seçtiği belediye başkanı ile halay çekmeyi doğal buluyorum" (19 Aralık), "Size anadilinizde hitap edilse hoşunuza gitmez mi? Türkiye'deki farklılıkları zenginlik olarak görüyorum" (19 Aralık). Twitter üstünden siyaset diye bir şey, elbette var...