LE Magazine Litteraire dergisinin kapağında
Jean Genet'nin 100 yaşında olduğunu okuyunca içimden 'vay canına' dedim. '
kötülük kuramı' diye bir ders açıp içinde
Marki de Sade, Bataille, Mishima ile birlikte ele almayı düşündüğüm, hayatımdaki en önemli yazarlardan birisinin bunca 'yaşlı' olduğunu fark etmemişim. Doğal; insan birlikte yaşadığı kişilerin yaşlandığını görmez, göremez. Genet'yi gerçek anlamda okumamı sağlayan ya da okuduktan sonra ondan öylesi bir zevk almama yol açan
Bataille ve onun
Kötülük ve Edebiyat isimli yapıtıdır. Ancak o kitabı 'devirdikten' sonradır ki,
Baudeliare'den başlayan bir dizi
'lanetli şair' ve yazarın '
kötülükle' haşır neşir olduğunu, ama bu kötülüğün, bazen en acımasızından olsa bile, bildiğimizden başka anlamlar taşıdığını fark etmiştim.
Marki de Sade'ı duymamış olan yoktu ama cinsellikle kurduğu onca 'sapkın' ilişkiye rağmen Fransızların onu '
ebedi Marki' diye adlandırmasından daha şaşırtıcı ne olabilirdi? Üstelik öldükten sonra mezarı dahil kendisinden en küçük bir iz kalmamasını isteyişi bile çarpıcı değil miydi? Fransız Devrimi'ne katılmıştı ama diğer yoldaşlarından farklı olarak 'aydınlanma' çağında oluşan katı, dışına çıkılmaz, insanı kendisine yabancılaştıran '
akıl'a cepheden saldırıyordu. Veya
Mishima... Tam bir Faşistti. Japon ordusunu isyana davet etmiş, konuşma yaptığı balkondan bakıp, ordu mensuplarının aşağıda gülüştüklerini görünce yanındaki üç beş kişiyle hara-kiri yapmıştı. O karnını yarmış, arkasından gelen kafasını uçurup kendi karnını parçalamıştı.
Bataille'ın romanları, hele
Gözün Hikâyesi, gene onca 'sapıkça' veya 'iğrenç' yaklaşımın içinden bize kendimize ait bambaşka yanlarımızı gösteriyordu. ('
İğrenç' kavramı 1990'larda eleştirel düşüncenin en 'gözde' kavramlarından birisi olacak, neredeyse tez yazan bütün öğrencilerim bu kavramla bir kere hesaplaşacaktı.)
ERMİŞ GENET
Genet, bunların arasında idi ama bambaşka bir yerde duruyordu. Babasız doğmuştu. Annesi bir fahişeydi. Bir yaşında çocuğunu yabancı bir aileye verip ortadan kaybolmuştu. (Genet yıllar sonra "Her şeyi anlarım da annemin beni nasıl terk ettiğini hâlâ soruyorum," gibisinden bir şeyler söyleyecektir.) O aile bir süre sonra Genet'yi başka bir aileye devredecektir. Okula başlar. Parlak bir öğrencidir ama
Edmund White'ın yazdığı biyografiye bakarsak, artık 'suçluluğun' tadına varmıştır. Evden kaçmaktadır, makyaj yapmaktadır. 'Kapatılma'larla dolu ve üç aşağı beş yukarı 35 yaşına kadar devam edecek ıslah evi, hapishane hayatı önünde açılmaktadır. Fakat tutukevlerinden de yolunu bulup firar eder. Arada bir süreliğine Lejyon'a girer ama 'iktidarla' olan uzlaşmazlığıyla sırtını dönüp uzaklaşır. Hayatını Avrupa'nın çeşitli yerlerinde hırsızlık ve erkek fahişelikle kazanmaktadır artık. Nihayet son kaçışının ardından tutuklanır ve yaşam boyu hapis cezasına çarptırılır. O arada yapıtlarını yazmaya koyulmuştur. 1942'den itibaren
Çiçeklerin Meryem Anası'nı kaleme alır. Kitap önce gizlice basılır. Genet adı
Cocteau üstünden Fransız aydın çevrelerine ulaşır. İçeri girip çıkarken bir yandan da harıl harıl kitaplarını yazar. 1945'te şartlı olarak tahliye edilir. Nihayet 1949'da aydınların verdiği bir dilekçe üstüne Cumhurbaşkanı, Genet'yi affeder. Artık özgürdür. Kitaplarını yayımlamaya başlar. Yapıtlarının toplu basımı gerçekleştirilir. 1952 yılında
Sartre tüm yapıtları için bir önsöz yazmaya başlar. Önsöz kısa süre içinde 600 sayfalık dev bir yapıta döner ve Genet'yi tarihe yeni adla 'tescil' eder:
Ermiş Genet. Ondan sonrasında da Genet 'tek' durmaz. 1986'da ölene kadar daima iktidarla çatışır. Dünyanın neresinde muhalif bir hareket varsa ona katılır. Destek olur.
Kara Panterler'le buluşur. Filistin'(liler)i destekler. Şimdi nedenini
Hadrien Laroche'un
Son Genet,
Muhammed Şükrü'nün
Genet Tanca'da isimli kitaplarında anlatılan öykülerin belirlediği bir yakınlık içinde, Paris'te küçük bir otel odasında öldükten sonra, vasiyeti gereği, Fas'ta Larache mezarlığına defnedilir. Hayatında zerre kadar malı ve mülkiyeti olmamıştı. Nedir Genet'yi farklı yapan? Bize bilmediğimiz, tanımadığımız bir hayatın 'bilgisini', hatta 'çarpıcılığını' getirmesi bir yana, Genet, her şeyden önce
muhalif bir yazardır. Yerleşik ahlaki değerleri hiçe sayar, onlara sığınmanın aslında bir tür ahlaksızlık ürettiğini savunur.
Ahlak bilinenin tekrarında değil, o kuralların dışına çıktığımızda ve kendi başımıza kaldığımızda yaptıklarımız veya yapmadıklarımızdır. Kötülüğün ne olduğuna biz karar vermeyiz. Ayrıca insanın damarlarında akan bir siyah kan daima vardır.
Suç, ceza ve iktidar, dinlerin, kutsallıkların, yasaların oluşturduğu özel bir dünyadır ve daima güçlüden yanadır. Ancak delilik ve suçluluk bize gerçekten özgür olma imkânı tanır. Bu nedenle Genet gelmiş geçmiş en politik yazarlardan birisidir. Sadece bu kadar da değil, bambaşka, ürpertici, şiirsel, yerleşik dili hiçe sayan yepyeni bir dille yazar.
Dünya, kimsenin kuşkusu olmasın, '
kötülük yazarlarını' ve Genet'yi benimsediğinde gerçek manada insancıl ve ahlaklı olacaktır.