"Kendimi bildim bileli İzol hikâyeleri dinledim. Aşiretin tarihi, hepimizin tarihiydi. İzollu olmak bir ayrıcalıktı. Urfa'daki, Malatya'daki, Mardin'deki İzollular hepimiz 'biz'dik. Büyük büyük dedelerim Dersim'e 1200'lü yıllarda Urfa'dan gelmiş. Efsaneye göre, o zamanki büyük dedemiz Murat Han atlarını otlatmak için Dersim yaylalarına varmışken, sürüsünün en gösterişli atını kaybetmiş. Atını bulmak için oralarda kalmış ve bir daha dönememiş Urfa'ya. O yüzden bizim boyumuzun adı 'Murxan' (Murat Han'ın kısaltılmış Kürtçe hali) olarak bilinir. Aşiretin tek Alevi boyu Dersim'de yaşar. Aşiretsiz olmak, eskilerde haksız bir ifadeyle de olsa 'soysuz' olmakla eşdeğermiş. Aşiretsiz insanlara saygı duyulmazmış. Bunun kuşaktan kuşağa aktarıldığını düşünün, yani aşiret mensubu olmak neredeyse genetik, her bir bireyinin doğal bir özellik olarak taşıdığı bir karakteristik. Aşiretin kadınlarına gelince... 'Bir aşiretin kadınları o aşiretin vicdanıdır, başının dikliğidir, yüzünün aklığıdır,' der babam. Bir aşiret kadınıysanız, doğumunuzdan itibaren size bu öz verilir. Topraklarınızdan ayrılsanız bile haliniz, hareketiniz, tavrınız o aşiretin kültürünü öyle ya da böyle yansıtır. Bu çağda komik gelebilir ama 'soylu' olmak böyle bir şeydir. Belki düne kadar kimse Kürtleri anlamaya çalışmadığı için, Kürt soylularının varlığı da masal gibi gelebilir. Yaklaşık 25 yıldır İstanbul'da yaşıyorum, bunun son 15 yılında önemli medya kuruluşlarında çalıştım. Ama kimliğimi bunlardan öte hep 'babamın kızı' olmak belirledi. Hâlbuki babam bu koca şehirde ne benim tanıdığım kadar insan tanır, ne benim bildiğim kadar yer bilir. Ama benim için bir kültürün sembolüdür ve o kültür 'temiz'dir. Aşiret kadını olmanın yükleri ağırdır; bir toplumun vicdanı olmanın ağırlığı dayanılmazdır. Görünüşte bir anne ve babanın kızı olabilirsiniz ama aslında bütün aşiretin kızısınızdır. Bizim ailenin üniversiteye gönderilen ilk kız çocuğuyum. Ve onların nüfuz alanının dışına çıkan ilk genç kız olarak, görünmeyen kuralları da ilk yıkanlardanım. Evlilik kararımla, boşanma kararımla, yalnız yaşama kararımla ve mesleğimi sürdürme kararımla. Benden sonraki kuşaklar bunu büyük ölçüde geliştirdi ama bir ilk olarak epey zorlandığımı itiraf etmeliyim. Çekirdek ailem, uzun bir süre aşiretin beni gözlediğine, her hareketimden haberdar olduğuna o kadar inanıyordu ki, aldığım her karar bir tür savaş ilanıydı onlara göre. Farklı kararlarımla 'büyük aileme' ayıp etmemiş, günah işlememiş olduğumu anlatmak uzun zamanımı aldı. Bütün aşiret kızları benim kadar şanslı değil elbette. Aşiret baskısının altında zaman zaman ezilse de, babamın benimle yaptığı sessiz ittifaka her zaman minnet borçluyum. Elbette beni o çarktan kurtaran İstanbul'a da. Biliyorum; çağ değişiyor, sistemler yıkılıyor, çoğul aidiyetlerin yerini 'birey' olmak gibi kavramlar alıyor. Ama bir yandan da o birey olmalar yalnızlıklara yeniliyor, büyük şehirler yalnızları çoğaltıyor. Benim gibi kadınlar için bir yanda 'çoğul' ve 'soylu' bir baskı, bir yanda da büyük şehir yalnızlığı. Her ikisi de Sırat Köprüsü'nün iki ayağını oluşturuyor. Ve üstünde dengede kalabilmek sadece birey olmaya değil, 'samimi' açılımlara bağlı görünüyor."