EDA ve İnci Aksoy'u, konuşmaya ikna etmek hiç kolay olmadı. Pek çok meslektaşım da ikna edememiş, duyduğuma göre. İkisinin de konuşmak istemeyişinin arkasındaki duygu farklı. Eda Aksoy, anne ve babasının ismiyle, 'birinin kızı' olarak bilinmek ve görünmek istemiyor. İnci Aksoy da geçmişle ilgisini çoktan kesmiş, kendini yeniden biçimleyecek o anahtar duyguyu keşfetmiş. Anne-kız o anahtar duyguda buluşmuş. İnci Aksoy, günde 50 bin kişinin ziyaret ettiği, Türkiye'nin ilk online sanat televizyonunu kurarken, ilhamı kızından almış. Eda Aksoy, dikkat çekici fotoğraflarıyla Londra'da prestijli bir galerinin sergisine kabul edilirken, annesinin söylediklerini feyz almış: "Hayatta en önemli güç, kendi gücün. O gücü oluşturmak için de çalışman lazım." Eda Aksoy'un fotoğrafları, 25-30 Ekim tarihleri arasında, Londra, The Gallery'de, 'Yeni Ortadoğu Sanatı' adlı sergide büyük ilgi gördü.
İNCİ AKSOY
* Çocukların kaybetmeyi de öğrenmesi lazım. Halbuki biz çocuklarımıza hep kazanmayı öğretiyoruz.
* Baktım kimseyi değiştiremedim, kendimi değiştirdim. Şimdi kendimi başka bir İnci olarak görüyorum. Kızıma da onu diyorum: 'Hayatta en önemli güç, kendi gücün. O gücü oluşturmak için de çalışman lazım.' * Evliliği bir şirket olarak görüyorum. Evlilik yönetimi diye bir şey olması lazım. Bazen kendime bakıyorum, nasıl böyle bir şey yapabildiğime şaşırıyorum, 30 küsur senedir evli olmak kolay bir şey değil, evlilikte paylaşım olması şart.
EDA AKSOY
* Yaklaşık 11 yaşımdan beri fotoğraf çekiyorum. Annemin moda dergisi yönettiği zamanlar, moda çekimleri evde olurdu. Herhalde bunları görerek, fotoğraflar çekmeye başladım. Arkadaşlarım oynamaya eve gelirdi. Onları manken yapardım.
* Psikolojiyi çok seviyorum. İleride nöropsikolojiyi fotoğraflarla etkileştirmek istiyorum. Renkli fotoğraflar beynimizde daha çok şey uyandırıyor fakat o zaman neden siyah-beyaz fotoğrafları da beğeniyoruz?
* Türkiye'ye dönmek gibi bir niyetim yok şimdilik. Amerika'da kendi hayatımı kurdum. Sanatla uğraşıyorum. Üniversite sonrası çalışıyorum ve kendi paramla geçiniyorum.
- Tebrik ederim. Londra'da ilk serginizde bütün fotoğraflarınız satılmış.
- E.A: Mutlu oldum. Yaklaşık 11 yaşımdan beri fotoğraf çekiyorum. Hatırlıyorum, annemin moda dergisi yönettiği zamanlar moda çekimleri bizim evde olurdu. Herhalde bunları görerek, fotoğraf çekmeye başladım. Arkadaşlarım oynamaya eve gelirdi. Onları manken yapardım. 15 yaşımda liseyi okumak için İsviçre'ye gittim. Orada da fotoğraf dersi almaya başladım. Önce siyahbeyaz çekiyordum, kendi baskılarımı yapıyordum. Sabah stüdyoya girer, altı saat çıkmazdım. Üniversitede sanat tarihi okurken fotoğrafı hiç bırakmadım. Hep tutkum oldu.
-
Profesyonel olarak fotoğrafçılıkta mı ilerleyeceksiniz?
- E.A: Aslında 'Bunu bir iş olarak yapmak istiyorum,' diye hiçbir zaman düşünmedim. Ama enteresan bir şekilde talep oldu. İlk fotoğrafımı internetten 250 dolara satmıştım. Son fotoğrafımı alan kişi bana mail attı. Küratör Juan Carlos Farah'ın fotoğraflarımı beğendiğini, Londra'da 'Yeni Ortadoğu Sanatı' adlı bir sergi açacağını, fotoğraflarımı istediğini söyledi. Fotoğraflarımı Üsküdar'da Şakirin Camii'nde çektim. Hepsi satılmış, inanamadım.
- Modellerinizin hepsinin gözleri kapalı. Neden?
- E.A: Bir gün Amerika'da fotoğrafları baskıya götürdüğüm fotoğrafçı 'Neden hep ölü insanları çekiyorsun?' dedi. 'Ne alaka?' dedim, 'onlar ölü değil...' Baktım altı fotoğraftan dördünde model yerde yatıyor ve gözleri kapalı. Kurgu ve gerçeklik arasındaki geçişi seviyorum. Şakirin Camii'nde modelimi yere yatırmak istemedim. Gözleri kapalı, duru, adanmış bir duruşu var. Tamamen orada ama etrafında da bir kargaşa var. Fotoğraflarımın sosyolojik ve psikolojik anlamı var. Nöropsikolojiye meraklıyım. İleride nöro-psikolojiyi fotoğraflarla etkileştirmek istiyorum. Renkli fotoğraflar bizim beynimizde daha çok şey uyandırıyor fakat o zaman neden siyah beyaz fotoğrafları da beğeniyoruz?
KAFANIZA FORMAT ATIN
- Arkadaşlarınızdan farklı bir yolda ilerlediniz. Kuşağınızın önde giden kadınlarındansınız. Yazları tatil yerine Sotheby's'in kurslarına gidiyorsunuz.
- İ.A: Ben oğlumu altı yaşında yurtdışında yaz okuluna yolladım. Herkes 'Altı yaşında bir çocuğu nasıl yollarsın?' dedi. Çocuklara sorumluluğu öğretmek gerekiyor. Onları serbest bırakmak istiyorum çünkü 'bildiğiniz yolda engel ve güçlük yoksa o yol sizi bir yere çıkarmaz'. Yani çocukların da hakikaten kaybetmeyi öğrenmesi lazım. Halbuki biz çocuklarımıza hep kazanmayı öğretiyoruz: 'Onu kazanırsan şöyle olur, bunu kazanırsan böyle olur.' Çocuk yetiştirmeyi gözden geçirmemiz gerekiyor. Ali Poyrazoğlu'nun bir lafı var 'Kafanıza format atın,' diyor. Hakikaten düşüncelere bir format atmak lazım. Yani çağ değişiyor. Değişimi yakalamak lazım ve gençlerin de özgür olması lazım. Özgün olması için insanın özgür olması lazım. Halbuki biz gençleri de özgür bırakmıyoruz maalesef.
- Anne-kız çatışması yaşarken fedakârlık yapan taraf kim olurdu hep?
- İ.A: Hiç çatışmamız olmadı. Allah'a şükürler olsun, ben çok şanslıyım. Ölüme inanan bir insanım, hepimiz geldik ve gideceğiz. Giderken de yanınızda hiçbir şey götürmüyorsunuz. İnsanların bu kadar hırsı, bu kadar maddeye bağlı olarak yaşaması hayat felsefeme aykırı. Hayatta maddi değil, manevi değerlere önem veren bir insanım. Çocuklarımı da o yönde yetiştirdim.
ESKİ İNCİ DEĞİLİM
- Annenizden aldığınızı düşündüğünüz özelliğiniz nedir?
- E.A: O kadar yeniliklere açık ki, bazen ben onun yanında daha muhafazakâr hissedebiliyorum kendimi. Kendi kendine çok şey başardı. Sürekli bir şeyler var ediyor.
'Bunu ben bilirim,' demez. Herkesten fikir alır. Bana verdiği bir güç vardır her zaman.
- İ.A: Eda ile birbirimizin itici gücüyüz. Eda'nın fikirlerinden yararlanırım. Hep sorardım 'Okulda neyi çok önemsiyor hocalar,' diye. Der ki bana, 'Ekip çalışması çok önemli anne, bize ekip çalışmasını öğretiyorlar üniversitede. Hatta bu ekibin içinde daha iyiyi yapanlar o ekibi yönetiyor.' Türkiye'de bunu göremiyorsunuz.
- Birbirinizle sır verir misiniz?
- İ.A: Eda çok ketumdur. Hiçbir şeyi anlatmaz. Eda'yı eski halime benzetiyorum. Devamlı arkadaşlarını 'Şöyle yap, böyle yap,' diye yönlendiriyor. Eski İnci de etrafındakilere 'Öyle yap, böyle yap,' derdi. Sonra bir baktım ki hayatta bir sürü şey yaşayınca, kimse bana aynı desteği vermiyor. İnsanları değiştiremezsiniz. Ne yazık ki hep birbirimizi değiştirmek üzere çabalıyoruz hayatta. Halbuki bundan zarar görüyorsan, en güzel şey, kendini değiştirmek.
- Siz kendinizi mi değiştirdiniz?
- İ.A: Baktım kimseyi değiştiremedim, kendimi değiştirdim. Şimdi kendimi başka bir İnci olarak görüyorum. Kızıma da onu diyorum: 'Hayatta en önemli güç, kendi gücün. O gücü oluşturmak için de çalışman lazım.' Değişmeyen kafaları da etrafımda tutmuyorum. Bizim jenerasyonumuz Pollyanna kitapları ile büyüdü. Cici kız olup evini yuvanı bil. 'Düzen bozulmasın otobüsü' yani. Biz otobüse biniyoruz, hayat gidiyor, her şey bozulmuş ama otobüs bozulmasın. Değişen zamanda herkes kendine göre model oluşturacak.
İki yıldır ailemden para almıyorum
- Evliliği düşünüyor musunuz?
- E.A: Daha uzak, çok uzak.
- İ.A: Ben 25 yaşımda evlenmiştim. Eda 24 yaşında. Ama ne kızım, ne oğlum evlenmeyi düşünmüyor. Evlilik bir peri masalı gibi değil. Her gün bizi mutluluktan uçuracak, her gün bize aşkını ilan edecek... Yok böyle şey. Evliliği bir şirket olarak görüyorum. Evlilik yönetimi diye bir şey olması lazım. Bazen kendime bakıyorum, nasıl böyle bir şey yapabildiğime şaşırıyorum; '30 küsur senedir evliyim,' diyorum. Örnek evlilik modelleri artık demode oldu. Bize dikte edilen 'Aman kızım 'evet' de her şeye, düzen bozulmasın, erkeğin elinin kiridir,' modeli artık bitti. İnsanları mutlu etmek adına kendimizi çok mutsuz ediyoruz aslında. Bir gün geliyor, hayat bitmiş, Halbuki hayatta anlar var. Mutluluk, güzel anların birikmesidir bence.
- Eda Aksoy mutlu bir genç kız mı?
- E.A: Evet, çok. Türkiye'ye her gelişimde gördüğüm şey, hep bir yere, birine, bir alışkanlığa, bir düzene bağımlılık. Ailesi olsun, erkek arkadaşı olsun, hep birbirine tutunmak isteyen insanlar var. Bir kalıp var, onun dışına çıkmak istemiyoruz. Ben o rahat olduğum hayatı hep zorladım ve dışına çıktım. Biz zaten sevgiyle birbirimize bağlıyız, finansal olarak bağlı olmaya gerek yok, ailem 'Sen üniversiteyi bitirdin artık kendi paranı kendin kazan,' demedi ama ben istemedim. İki yıldır ailemden para almıyorum.
İkimiz de 36 bedeniz
- Hiç anlaşamadığınız konu?
- İ.A: Spor! Eda hemen pes ediyor. Ben çok yürüyorum, 'Yeter,' diyor.
- E.A: Annem benden daha enerjik. Mesela New York'tayken annem geldiğinde işte oluyordum. Annem önce kursa gidiyordu. Sonra günde dört galeri geziyor, iki müzeye gidiyor, akşam konsere gidiyor falan. Nasıl yapıyor bunları bilmiyorum.
- Anneniz bir dönemin moda ikonuydu. Tarzlarınız benzeşir mi? Yoksa apayrı mıdır?
- E.A: Annem cool. Zaten Türkiye'de olduğumda annemin gardırobundan giyiniyorum.
- İ.A: Alışverişi fazla seven bir kadın değilim. Eda herhalde bana çekmiş
- E.A: Bir saatte bir şey bulamam, annem 15 dakikada bana uygun giysiyi hemen hazırlar. Müthiş bir gözü var. İkimiz de 36 bedeniz. Annemden giyinmek kolay geliyor bana.
- İ.A: Kendi modamızı kendimiz yaratıyoruz. Hakikaten modayı hiç sevmiyorum. Bazen kıyafeti alırım iki sene sonra giyerim, Eda'nın bu yönü bana çekmiş. Bizim kendi modamız var.
AVM'lere sanat galerisi fikri İnci Aksoy'un
- Kültür Bakanlığı projenizi onayladı. Ne zaman hayata geçecek?
- İ.A: Şimdi Meclis'te görüşülecek. İnşallah kabul edilir. Türkiye'de çocuklar okullarda daha çok yaratıcılığa, sanata yönlendirilirse, o zaman hakikaten her şey bambaşka olacak. Bu şiddet ve öfke azalacak. Adımbaşı alışveriş merkezi açılıyor. Amerika'da 500'e yakın müze var, Türkiye'de ise 500'e yakın alışveriş merkezi! Çocuklarım da dışarı çıktıklarında alışveriş merkezine giderdi. Bir şeyler yapmam gerekiyor dedim.
- Ekavart TV fikri nasıl doğdu?
- İ.A: İlhamımı kızımdan aldım. İnterneti, Facebook'a girmeyi bana Eda öğretti. Ekavart TV fikrini de Eda'dan aldım. 'Ben alışverişimi internetten yapıyorum, fotoğraflarımı internetten satıyorum,' deyince, fikir kafamda oluştu. İlk sanat televizyonu olarak 1 Ağustos 2008'de yayına başladık.