2007 ağustosunun son pazar günü, Cumhuriyet gazetesinde bir ilan yayımlandı. 10.5 X 9.5 santimlik, göze çarpmaması imkânsız bu duyuru, arsız, hadsiz bir tondan sesleniyordu: "Sayın HAYRÜNNİSA GÜL Çankaya Köşkü'ne çıktığınızda, ideolojik bir simge olan türbanınızı, modacılar eliyle, modern ve daha şık bir hale getirmeye kalkmayın. TEK ÇÖZÜM PERUK'tur. Hem de istediğiniz renkte ve istediğiniz biçimde..." İlanın sahibi belli ki gururla yazdırmıştı adını aşağı, hiç tereddütsüz: Kadın Haklarını Koruma Derneği Genel Başkanı Avukat Gönül İşler. Aynı günkü Cumhuriyet gazetesinde dönemin ruhuna uygun başka ilanlar da vardı, Erbil Tuşalp'inki misal. 'Güle Güle Sayın Sezer' başlıklı mektup şöyleydi: "Bitti bitiyor, gitti gidiyor derken şimdi Sezer'li yılları tüketmenin acısını yaşıyoruz. Ama Sayın Sezer iyi ki siz vardınız. Size teşekkür ediyoruz. Aydınlığınızı, direnişinizi, dik duruşunuzu, özleyeceğimizi biliyoruz. Size ve ailenize sağlık ve esenlik diliyoruz..."
Sezer, internetten tasarruf ederek taçlandırdığı aydınlığını, çok kırıcı, nadan, nobran, çirkin, ayıp bir uygulamayı hayatımıza sokarak kanıtladı: 2003 itibarıyla Çankaya'daki resepsiyonlarda bazı davetlilere eşli, bazılarına eşsiz davetiye gönderildi. Ayrım, eşlerin başı açık ya da örtülü olmasını esas alıyordu. 2007'de Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, askerle türbanı karşı karşıya getirmemek ve tatsızlık çıkmasına mani olmak için bir güne üç ayrı tören sığdırdı: Öğlen saatlerinde eşsiz olarak Çankaya Köşkü'nde milletvekillerini, askerleri, yargıyı, üst düzey bürokratları kabul etti. Akşam saatlerinde eşi Hayrünnisa Gül'le birlikte Çankaya Köşkü'nde işadamlarını, sanatçıları, medyacıları, akademisyenleri, STK temsilcilerini ağırladı. Gece saatlerinde ailesi ve yakınlarıyla mütevazı bir kutlamada pasta kesti (29 Ekim, bir adı da Cumhur olan Cumhurbaşkanı'nın doğum günü aynı zamanda)! Üç yıl böyle devam etti. Ahmet Sever'in Devrim Sevimay'a anlattığı gibi "Biraz onur kırıcı bir yanı vardı bu işin. Yani düşünün Cumhurbaşkanı olmuşsunuz, eşinizle ortak bir davet veremiyorsunuz." Ama sırf bu değil, aynı zamanda şöyle bir saçmalık da yaşanıyordu: "Mesela Dışişleri bürokratları öğlen davet ediliyor, ama yabancı misyon şefleri eşli katılabilsin diye akşam davet ediliyor. Dolayısıyla aslında muadiller bir türlü buluşamıyordu." (25 Ekim 2010, Milliyet) Artık Türkiye'de bir sürü şey değişiyor, yerine yerleşiyor. Aheste, kafa göz yararak ya da fazla kramplı oluyor bazen, ama nihayetinde oluyor. Bu yıl Köşk'teki davetin teke inmesi de bunun kanıtı, kanadı. Ama tabii bu haberle beraber günler evvelinden ortalık kaynamaya başladı. Kim çağrılacak, kim es geçilecek? Kim katılacak, kim mazeret bildirecek? (Gülben Ergen'in önce davetli olup olmadığı, sonra okul açmaktan yetişip yetişemeyeceği, geçtiğimiz haftanın en hararetli gündem maddelerindendi, Twitter'dan an be an takip edildi.) Bir de tabii alternatif resepsiyonları kimler düzenleyecek? Herkes meşrebine göre bir resepsiyon tertibine girişti. Cumhuriyet gazetesinin Devlet Konukevi'ndeki organizasyonunda Ahmet Necdet Sezer'den Kemal Kılıçdaroğlu'na, Osman-Ferda Paksüt'ten Rahşan Ecevit'e uzanan katılımcılar, "Ülkemizin ve ulusumuzun içinde bulunduğu ve kurucu kadronun öngörmediği bu gidiş karşısında bir an önce bilinçle, yeniden Atatürk'ün gösterdiği hedef ve amaçlar doğrultusunda 1923 devrimi ile kurulmuş cumhuriyetin rayına bir an önce oturtulmasını gönülden diliyoruz," şeklindeki darbetik temennileri alkışladı, dans gösterisi ve müzik dinletisinin sonunda hep beraber 10. Yıl Marşı'nı söyledi. Genelkurmay'dakinden Pera Palas'takine öyle bir çeşitlenme oldu ki, adeta yılbaşı partileri gibi her köşeden ayrı bir Cumhuriyet resepsiyonu yükseldi. Şapka takamam, tango yapamam, dedim en iyisi Çankaya Köşkü'ndekine gideyim.