Son yıllarda çatal hakkındaki kitap ve yazılar şaşılacak kadar çoğaldı. Sofralarımızın bir diğer vazgeçilmezi olan bıçağın ise, kanlı eylemlerle bağlantıları nedeniyle olsa gerek, pek adı anılmıyor. Bu arada kaşığın haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Nedense kaşığa değinen pek çıkmıyor. Oysa anne sütünden kesilir kesilmez ağzımıza giren ilk nesne kaşık. Yatalak bile olsak, ömrümüzün sonuna dek karnımızı doyurmamıza hep o yardımcı oluyor. Dişlerimizi saymazsak, insanoğlunun ilk yemek avadanlığı olan kaşığı, bıçak ve çataldan çok daha fazla kullanıyoruz. Bir antropologun yazısında okumuştum: "Kaşık, dünyamız kadar eski olmayabilir, ama çorba kadar eski olduğu kuşkusuz," diyordu. Çorbanın insanoğlunun ateş yakmayı keşfetmesinden sonra ilk yaptığı yemeklerden biri olduğu düşünülürse, onun mutfak kültürünün gelişme sürecinde insanoğlunu ilkellikten uygarlığa taşıyan en önemli avadanlıklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim yemek kültürü üzerine uzmanlaşmış ilk sivil toplum örgütümüz, Mutfak Dostları Derneği'nin kendisine simge olarak kaşığı seçmiş olması da bu nedene dayanır. Şunun şurasında çatalın sofralarda kullanımı ancak Ortaçağ sonlarına dayanıyor. Osmanlı'da ise sofraya oturan kuşağından kaşığını çıkarır, yemeğini kaşık kullanarak yer, ardından ellerini yıkarken kaşığı da yıkayıp bir sonraki kullanım için belindeki kuşağa yerleştirdi. Günümüzde çayı, çatal ya da bıçakla karıştıran görgüsüzlükle damgalanır. Oysa teknik olarak çatalla da bıçakla da çay karıştırmak mümkün. Kendine özgü çok sert dondurması olan Maraş dışında herhangi bir yerde çatal bıçakla dondurma yendiğini göremezsiniz. Dondurma yeteri kadar soğuk ve sertse, niçin herkes onu Maraşlılar gibi yemesin? Bu, kaşığın herkesin üzerinde görüş birliğine vardığı bir görev alanı olmasından kaynaklanıyor. Kaşığın bulunuşu bundan yaklaşık 5 bin yıl öncesine, insanların topuz, ok ve balta gibi buluşlarla zaman geçirdikleri Erken Taş Çağı dönemine dayanıyor. Günümüzde artık topuzla avlanan yok. Ok ise ancak turnuvalarda atılıyor. Sapık katiller dışında düşmanını baltayla öldürene rastlamanız da olanaksız. Aynı dönemin buluşu olan kaşığı ise bugün hepimiz kullanıyoruz. Bunun nedeni, en beceriksiz kişinin bile kaşıkla yemek yiyebilmesi. Oysa çatal bıçakla doğru dürüst yemek yiyebilmek için sağ ve sol ellerin belli bir eşgüdüm içinde kullanılabilmesi gerek. Genelde yemek yemeyi kolaylaştırdığı için tercih edilen kaşığa farklı işlevler yükleyenler de var. Örneğin uçaklarda silah olarak kullanılmasın diye yemekler plastik çatal bıçakla sunulur. Çay kahve servisi ise tehlikesiz görüldüğü için metal kaşıklarla yapılır. Kaşığın birçok kişinin hayatını kurtardığını söylesem herhalde inanmazsınız. Oysa Birinci Dünya Savaşı'nda kaşıklarını göğüs ceplerinde taşıyan çok sayıda asker, kalplerine isabet edecek kurşunlardan bu sayede korunabilmişlerdi.
SAYISIZ İŞLEVİ VAR
Tahta ya da kemikten yapılan ilk kaşıklar bile günümüz kaşıklarının özelliklerine sahipti; yani bir sap ve bir de yemek yenen kepçe kısmından oluşuyorlardı. Malzemeler ve kullanım alanları değiştiği halde bu özellikler hep aynı kaldı. Çağlar boyu metal kaşıklar sadece törenlerde kullanıldı; sıradan insanlar ise yemeklerini tahta kaşıklarla yiyorlardı. 13. yüzyıldan itibaren toplumun üst kesimlerinin sofralarına kurşun ve kalay karışımı metal kaşıklar girdi. Bu, yemek konforu açısından önemli bir gelişmeydi. Çünkü tahta kaşıklar sıcak yiyeceklere temas ettikçe gözeneklerinden içine yiyecek maddeleri giriyor, zamanla onlarla yenen yemeğin lezzeti bozuluyordu. Kaşık, Rönesans döneminde çatal ve bıçağın yükselişiyle birlikte hızla prestijini yitirdi ve bebeklerine mama yediren annelerin, işçi ve köylü sınıfının, titrek elli ihtiyarların yemek avadanlığına indirgendi. Ancak 1650'lerde Fransız yemek kültüründen esinlenen Avrupa sarayları kaşığı, çatal ve bıçağın yanında sofranın vazgeçilmez servis üçlüsü haline getirdiler. Yeni sofra kültürü dalga dalga alt kesimlerin evlerine de yansıdı. Artık kaşık her yere, fincanlara, tabaklara, sos kaplarına, dondurma, tatlı kâselerine ve tabii ki tencerelere de girip çıkıyordu. İlaç ve yemek pişirmede ölçü olarak kullanılıyor, aklınıza gelen her türlü malzemeden, her boy ve şekilde üretiliyordu. Tenekeden paslanmaz çeliğe, porselen, altın, gümüşten, bağa, sedef ve kemiğe dek envai çeşit malzemeden çorba kaşıkları, sos kaşıkları, tencere karıştırma kaşıkları, çay, kahve, tatlı ve yumurta kaşıkları yapıldı. Özgürleşme mücadelesi veren bebeklerin kendi başına yemek yeme çabaları sırasında annenin yüzüne ıspanak püresi fırlatan bir mancınığa dönüşebilen kaşık, aynı zamanda şeflerin yaptıkları yemeklerin tadını tuzunu denetlemede kullandıkları en önemli mutfak aleti. Cezaevinden kaçmak isteyenlerin kaşık yardımıyla tünel açıp sırra kadem bastıklarını da sık sık gazetelerde okuyoruz. Konya folklorunda kaşık oyununun, oyun havalarımızda ritim aleti olarak kaşığın önemini bizlerden daha iyi kim bilebilir? 5 bin yıllık yakın dostumuz kaşığın gündelik yaşamımızdaki yeri hakkında söylenecek daha çok şey var. Her zaman yanı başımızda olan nesneleri genellikle yaşamımızın bir parçası olarak algılar, çoğu kez onları sıradan nesneler olarak görürüz. Oysa Osmanlılar kaşığa hak ettiği yeri vermişler. Topkapı Sarayı Hazine Dairesi'ndeki birbirinden güzel mücevherli kaşıklar bunun göstergesi. Bu haftaki yazımı yemek kültürünün bu önemli öğesine küçük bir methiye denemesi olarak kabul edebilirsiniz.