Tıpkı 60'lı yılların film galaları gibiydi. Filmde oynasın, oynamasın, salona giren her sanatçı ayakta alkışlanıyor, insanlar onlarla sohbet etmek, beraber fotoğraf çektirebilmek için birbiriyle yarışıyordu.
Ülkü Erakalın,
Ediz Hun,
Selma Güneri,
Tomris Oğuzalp,
Ekrem Bora,
İzzet Günay,
Kuzey Vargın,
Eşref Kolçak,
Suzan Avcı,
Gönül Yazar,
Cihat Tamer, Süleyman Turan ve diğer
Yeşilçam emektarları
"Çığlık Çığlığa Bir Sevda" filminin galası için
Antalya Kültür Merkezi'ndeydiler. Hepsi de sinemadaki gönüldaşları
Ülkü Erakalın'ın
"rüyasının gerçekleştiği" geceye şahitlik etmek için gelmişlerdi.
Erakalın 200'e yakın film çekmiş, öyle aman aman paralar biriktirememişti. Ama belli ki onun biriktirdiği dostluklar dünyanın en değerli hazinesiydi. Kamerasıyla, ışığıyla, diyaloglarıyla 60'ların sinema alışkanlıklarına sıkı sıkı tutunmuş olan film, galasıyla da herkesi o yıllara götürmeyi başardı.
Ülkü Ağabey'in mütevazı filmi öyle
"büyük" iddialar taşımıyor. Ama önemli bir mesajın altını çiziyor:
"Sanatçılara yaşarken değer verilmeli..." Çığlık Çığlığa Bir Sevda,
Zeki Müren'in son günlerine atıfta bulunarak, onun şahsında sanatçıların görkemli kalabalıklar içinde yaşayan yalnız bireyler olduğuna, içlerinde barındırdıkları fırtınalarla çoğu zaman tek başlarına mücadele ettiklerine vurgu yapıyor. Filmin birbirinden değerli isimlerden oluşan oyuncu kadrosu ise
Ülkü Erakalın'ın hayalini gerçekleştirmek için gerçekten de çok zor ve meşakkatli bir göreve soyunmuşlar.
Ediz Hun, kocaman bir tabuyu, oyun gücünün omuz darbesiyle yıkıp, bir delikanlıyla platonik aşk yaşayan ünlü müzisyeni canlandırma yürekliliğini göstermiş.
Selma Güneri yine harikalar yaratmış. Ama
Tomris Oğuzalp'in canlandırdığı bir
"Berrin" karakteri var ki, özellikle genç oyuncu adayları
"ders" diye defalarca izlemeli. Hazır söz genç oyunculardan açılmışken;
Irmak Ünal ve
Özgür Özberk, 60'lı yılların sinema anlayışına tutkuyla bağlanmış
"zor" bir yönetmenin ve karşılarındaki dev oyuncuların gölgesinde kalmadan, işlerinin hakkını fazlasıyla vermişler. Bu filmi olumsuz anlamda eleştirmek, dünyanın en kolay işi. Ama sinema
"misyon" sanatıdır. Bir yönetmen, 21 yıl sonra yeniden kamera karşısına geçip, omuzlarında tonlarca ağırlık yapan bir
"vasiyeti" yerine getirmiş. Onunla aynı dönemi paylaşan sinema emekçileri bu çabaya yürekten ortak olmuş. Amaçsızlığın amaç haline geldiği günümüzde, bu bile tek başına alkışı hak etmiyor mu?