Bizde 'vakit öldürmek' diye bir deyim var. Sanırım sadece bizim dilimize özgü bir anlatım. Ne acıdır ki, 'vakit geçirmek' ile eş anlamlı kullanıyoruz bu deyimi. Peki vaktimiz, öldürecek kadar ucuz mu? Bana göre bir ülkede insana verilen değer ne kadar ucuzsa, insanın ömrü de o kadar ucuzlar. Elimizle öldürdüğümüz ya da başkaları tarafından fütursuzca çalınan vaktimizin peşine düşmedikçe de, o ömürler ucuzlamaya devam eder.
Peki birer Türk vatandaşı olarak hayatımızdan en çok zaman çalan, en azılı ömür hırsızını teşhis ettik mi? Ben size failin robot resmini çizeyim: Dört köşe bir kutu. Son zamanlarda iyice zayıfladı, derinliği birkaç santime kadar indi. Evimizin baş köşesinde duruyor. Hipnotize olmuş gibi sürekli onun ağzının içine bakıyoruz.
Peki adına 'televizyon' denilen bu hırsız, zamanımızı nasıl çalıyor, vaktimizi nasıl öldürüyor?
İstatistikler diyor ki; 'Türk televizyon izleyicisinin büyük çoğunluğu için televizyonda ne gösterildiği önemli değil. Televizyon izlemek onlar için bir refleks, bir rutin, bir tiryakilik haline gelmiş.' Yani çoğumuz için ekranda ne olduğunun hiçbir önemi yok. Gözlerimizi ona dikmek bize yetiyor. Gözüne far tutulmuş tavşan gibi ortalama günde 4.5 saatimizi ekran başında geçiriyoruz. Ne izlediğimizi bilmeden... Bundan daha büyük bir zaman, emek ve enerji israfı olabilir mi?
Diyelim ki dizi izliyorsunuz. Bir bölümün sonuna erebilmek için gece boyunca en az dört saat ekran başında kalmanız gerekiyor. Hikayenin sonunu bulabilmek için tanıtım, özet, yeniden tanıtım, dizi, dört kuşak reklam ve gelecek haftanın fragmanına tahammül etmek zorundasınız.
Sadece o kadar mı? Bir dizi, maliyetini kurtarmak için dört kuşak reklam almak zorunda. RTÜK kuralı gereği reklam kuşakları 20 dakikada bir yayınlanmalı. Durum böyle olunca, bir bölümün 80-90 dakikanın altına inmesine imkan yok. Peki o zaman ne oluyor? Birbirlerine beş dakika boyunca bön bön bakan sevgililer, arkasına popüler müzik parçası konulup klip haline getirilen gereksiz sahnelerle ömrünüzden ömür gidiyor.
O kadar mı? Hayatınız sanki sürekli geriye sarılıyor. Reklam dönüşü aynı sahne en az bir dakika geriden başlıyor. Bu zorunlu dejavudan içinize fenalık geliyor.
Diyelim ki bir haber kanalının alt yazılarından günün gelişmelerini öğrenmek istiyorsunuz. Akan yazının orta yerinde ekranın altına bant reklam bindiriyorlar. Kaçırdığınız yazıların tekrar başa dönmesi için dudaklarınızı ısırıp beklemeye başlıyorsunuz.
Kanalların kronik 'akış değişiklikleri' ise başlı başına bir ömür törpüsü. İlan edilen film, dizi ya da program bir türlü başlamıyor. Hatta çoğu zaman son dakika değişikliğiyle merakla beklediğiniz aksiyon filminin yerine karşınızda bir animasyon sineması beliriyor. Aşağıda program değişikliğini bildiren ve seyirciden özür dileyen bir alt yazı bekliyorsunuz umutsuzca, ama nerdeeee... Harcanan nasıl olsa sizin vaktiniz, onlara ne!