Bazı röportajlarda dile getirdiğim gibi; benim kafayı dağıtma, ruhumu temizleme, günlük hayatın kirinden, pasından arınma yöntemim günde en az iki saat belgesel izlemek... Hani işgüzar postacı izin gününde yürüyerek şehri dolaşırmış ya, benimki de o hesap...
Bugün köşemiz ağırlıklı olarak belgesel yapımlardan oluşuyor. Eğer siz de gecelerinizi ipotek altına alan dizilerden, sabun köpüğü yarışmalardan, birbirinin kopyası haber bültenlerinden, havanda su döven sözde tartışma programlarından bunaldıysanız; bir günlüğüne 'detoks' yapıp sadece belgesel izleyin.
Göreceksiniz ki bilginiz, görgünüz artacak, tabularınız, önyargılarınız yıkılacak, hayattan çok daha haberli olacaksınız. Dünyanın gerçekten de keşfedilmeye değer bir yer olduğuna inanacak, bu müthiş düzenin kendiliğinden oluşamayacağına bir kez daha kanaat getireceksiniz ve Yüce Yaradan'a duyduğunuz inanç pekişecek.
Hem, kim bilir belki de bir gün katılacağınız Kim Milyoner Olmak İster?'in 1 milyon lira değerindeki 'Arjantinliler'in 'Malvinas' dediği adanın ismi nedir?' sorusunun yanıtının, izlediğiniz bir belgesel sayesinde 'Falkland' olduğunu bilip hayatınızı değiştirebilirsiniz. Ya da benim yaptığım gibi, yangın sırasında solunabilecek en taze havanın tabana en yakın yerde toplandığını bir belgeselden öğrenip sinema yangınından ciğerleriniz harap olmadan kurtulabilirsiniz.
'HAZIRLIKÇILAR' MESAİDE
Son günlerde beni en çok etkileyen belgesel yapımlardan biri de, National Geographic'de yayınlanan Kıyamete Hazırlananlar oldu.
ABD'nin çeşitli eyaletlerinde hayatlarını bir nükleer savaşa ya da doğal felakete hazırlanmak için tedbir almaya adayan insanların yaşadığını, bu belgesel sayesinde öğrendim.
Tüm malını mülkünü satıp, kurulu iş düzenini bozup sadece 'kıyamete odaklanmak', ilk başta bana biraz paranoyak bir yaklaşım gibi geldi. Ama programı izleyince yerleşik düşüncelerim de sallanmaya başladı.
Kendilerine 'Hazırlıkçı' adını veren bu insanlardan biri olan Boston sakini Brian; şehir merkezine 5 kilometre mesafede, içinde gölet ve su kuyusu bulunan bir arazi ile 75 bin dolara son derece lüks bir karavan satın almış.
İnternette tanıştığı yeni hayat arkadaşı Kolombiyalı Tatyana ile beraber, olası bir nükleer felakette sağ kalmak için hazırlanmaya başlamışlar.
İlk işleri bir 'kaçış çantası' hazırlamak olmuş. Nükleer felaket sonrası kısıtlı kaynakların 'bilek gücüyle' paylaşılacağına inandıkları için silah eğitimi almaya başlamışlar. İşin en ilginç yanı ise, 'Hazırlıkçılara' puan veren bir uluslararası reyting şirketinin bulunması. Brian ve Tatyana'nın yaptığı hazırlıklar, bu kuruluş tarafından şimdilik yüzde 43 onay almış. Bu da nükleer bir felaket sonrasında sadece sekiz hafta süreyle sağ kalabileceklerini gösteriyormuş.
ALTIN VE GÜMÜŞ GÖZDE
'Hazırlıkçılar' her şeyi düşünüyor. Tüm servetini yer altında aylarca yaşayacağı sığınak için harcayanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Savaştan sonra enerji ve ilacın en önemli ihtiyaç kalemleri olacağına inandıkları için rüzgar tribünleri, güneş panelleri ve antibiyotik stokluyorlar. Nükleer felaketten sonra ülke paralarının hiçbir değer ifade etmeyeceğini iyi bildiklerinden, tüm paralarını ileride takas güçlerini artırabilmek adına altın ve gümüşe yatırıyorlar.
Peki nükleer savaş çıkar mı?
1980'den bu yana nükleer silahların sayısı tam sekiz kat artmış. Ama elinde nükleer silah bulunduran ülkelerin sayısı ikiden fazla olunca, savaş tehlikesi o oranda azalmış. Yine de nükleer silahların, onları terör örgütlerine kaptırma olasılığı, büyük tehlike...
Peki hangisi daha tuhaf bir insan davranışı? Tüm hayatını bir 'olasılık' üzerine inşa edip, paranoyaya kapılmak mı, yoksa bağıra çağıra gelen İstanbul depremine karşılık, çürük çarık evlerde oturmaya devam etmek mi?