Türkiye'nin en önemli düşünürlerinden Cemil Meriç'in sosyolog kızı Ümit Meriç, GÜNAYDIN'a konuştu. Yerli ve milli bir sosyolojinin hâlâ yeterli düzeyde inşa edilemediğine dikkat çeken Meriç, "Kendimizi dış dünyaya kapatmamalıyız. Dünyayı anlamak için Batı sosyolojisini de bilmemiz gerekiyor" dedi.
Sosyolog olarak kendi alanınızı 'toplumun radarı' olarak tanımlıyorsunuz...
Sosyoloji bir Batı ilmi olarak ülkemize geldi. Bu alan Türkiye'de Batı'yı esas kabul ettiği için kendi sorunlarımıza eğilmek de gecikti açıkçası. Yani 'yerli ve milli' bir sosyolojiyi hâlâ yeterli düzeyde inşa edemedik. Osmanlı döneminde de sosyolojinin radar işlevini gören siyasetname yazarları vardı. Bu yazarlar padişahlarla siyasi öngörülerini paylaşıyorlardı. Türkiye'de ilk olarak İstanbul Üniversite'sinde kuruldu sosyoloji kürsüsü. Batıcı akım ve Osmanlıcı akımı olmak üzere iki eğilim vardı. Sosyolojimizin tam olarak 'yerli ve milli' olabilmesi için de bu iki akımın sentezinin yapılması gerekiyor. Kendimizi dış dünyaya kapatmamalıyız. Dünyayı anlamak için Batı sosyolojisini de bilmemiz gerekiyor. Ama sadece Batıcı bir bakış açısıyla ülkemizi anlayamayız. Yerelleşmek çok önemli sosyolojide. Bunu yapan çok değerli sosyologlarımız da var.
Babanız Cemil Meriç'in kitapları da çok ilgi görüyor...
Türkiye'de bir fikir adamının kitabı 58 baskı yaptı, bu rekor. 'Babam Cemil Meriç' kitabım 11 baskı yaptı. Türkiye'nin bugün izlediği politikaya fikirleriyle öncülük yapmıştır Cemil Meriç. O, fikriyatıyla Asya ile Avrupa'yı birleştiren ama kendisi olmayı başarmış bir insandı. Ülkemiz de şu anda hem Avrupa ile hem Asya ile ilişkiler geliştiren bir ülke. Bugün Türkiye kendisi kalarak dünyaya açılan bir politika izliyor.
İSLAM DÜNYASI İPİ KOPMUŞ KOLYE GİBİ
Trump'ın Filistin sorununa çözüm iddiasıyla açıkladığı 'Yüzyılın Anlaşması'na en sert tepkiyi gösteren ülkelerden biri Türkiye oldu... Türkiye'nin tepki göstermesi son derece doğru. İslam devletleri de aynı tavrı göstermeli. Ama İslam dünyası ipi kopmuş bir kolye gibi. Tarihi çok eskilere dayanan bir millet olduğumuz için bu tür güncel gelişmelerin bize getirdiği sorumlulukla davranıyoruz. Kökleri Büyük Hun Devleti'ne dayanan bir devletiz. Ne tarihimiz 1920'de başlıyor, ne de Osmanlı'yla birlikte. Cumhurbaşkanlığı'nın forsunda da anlatılan 16 devletin devamıyız. Osmanlı dünyanın en uzun sürmüş imparatorluklarından biri. Bu binlerce yıllık tarihin getirdiği sorumluluklar var. Bugün Cumhurbaşkanımızın gösterdiği insani tavrı Osmanlı padişahları da göstermişti. Mesela Suriyelilere kapımızı nasıl açtıysak, İkinci Beyazıt da İspanya'dan kovulan Musevilere devletinin kapılarını açmıştı. Cumhurbaşkanımızın tavrını çok insani ve İslami buluyorum. Bu vesileyle Osmanlı'nın Musevilere 15'nci yüzyılda kucak açışını hatırlatmak istiyorum. Bizim onlara yaptığımız daveti hiçbir millet yapmadı. Kamondo ailesinin tarihi bile bize çok şey anlatıyor. İspanya'dan kaçan Musevi bir aile olan Kamondo'lar ticaret yaparak Osmanlı'da zenginleştikten sonra Paris'e yerleşti. Aile üyeleri, Avrupa'da daha da zenginleşti. Din değiştirip Katolik oldular. Ama Nazi döneminde ailenin son kalan üyesi ve iki çocuğu Musevi oldukları için öldürüldü. Osmanlı'da huzur ve zenginlik içinde yaşarken Avrupa'da kimliklerinden dolayı hayatlarına son verildi. İsrail'in geçmişte Osmanlı'nın Musevilere nasıl kucak açtığını, tarihte yaşadıkları acıları unutmadan davranması gerekiyor.
ASIL MAHALLE ELEKTRONİK BASKISI ORTAMDA: SİBER ZORBALIK
Değerli sosyolog Şerif Mardin'in çok tartışılan 'Mahalle baskısı' kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz...
Şerif Bey, Sabri Ülgener ve Cahit Tanyol Batı sosyolojisinin yerelleşmesine kendi perspektifleriyle ufuk açısı oldular. Mardin'in kökleri medreseye dayanıyor. Aile tarihi olarak da dikkat çekici biri. Mardin ilk defa açık şekilde dönemin iktidarlarının görmezden geldiği 'Halk İslam'ından bahsetmişti çalışmalarında. 'Mahalle baskısı' da önemli bir tespitti. Türkiye'de bugün iki türlü mahalle baskısı var. Birincisi sokakta. Başörtülü hanımların daha az olduğu semtlerde zaman zaman bakışlardan hissedilen bir baskı var. Ama toplumun artık bu sorunu büyük ölçüde aştığını düşünüyorum. Türkiye'nin artık bununla kaybedecek zamanı yok. Asıl mahalle baskısı elektronik ortamda var; siber zorbalık.
NEFRET SÖYLEMLERİ
Mahalle artık ülke geneline dönüştü elektronik ortamda. Kulaktan kulağa oyunundaki gibi; bazen maskesiz, bazen maskeli bir ağızdan bir balon uçuruluyor, aslı olmayan bir kartopu, çığa dönüşüyor. Nefret söylemleri siyasi kutuplaşmalara dönüşerek toplumsal hayata yansıyor. Aslında toplum demek ortak değerler paydasında buluşan insanlar demek. Soğukta araba motorlarının sıcaklığına sığınan kedilerin parçalanmaması için başlatılan 'Kaputa Vur' kampanyası buna en sevimli örnek.
SAĞCI-SOLCU AYRIMI YAPMIYORUZ
2019 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alan MFÖ üyesi Mazhar Alanson, törendeki konuşması sonrası eleştirildi. Siz Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu üyesi olarak bunu nasıl yorumladınız?
Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları uzun bir devlet geleneğine sahip. Ülkemiz de, sayın Cumhurbaşkanımızın devleti yönetmede istişareye ve kurumsal düşünceye verdiği önemin yansıması. MFÖ, Türkiye'nin sevdiği, çok yönlü bir grup. Tecrübeleri ve sanatlarıyla ülkemiz için çok kıymetli insanlar. Ülkemizi birleştiren bir grup olarak bu ödülü önerdik. Eleştirenler kadar övgüyle bahsedenler de oldu. Biz kurul olarak ödülleri tamamen demokratik şekilde öneriyoruz. Türkiye adına teşekkür ediyoruz. Sağcıymış, solcuymuş gibi ayrım yapmadan ortak değerler etrafında toplumu birleştiren ve kalıcı işler yapmış kişilere verilen bir ödül bu.
MÜSVEDDELER ANSİKLOPEDİSİ GİBİYDİM
Yeni çalışmanız var mı?
50 yıllık sosyoloji birikimini bir araya getiren 'Sosyolojik Düşünce Atlası'nın ortaya çıkmasında, önceden basılmış ve basılacak olan yeni eserlerimin toplanmasında, Sosyolog Dr. Erkan Çav ile çalışıyoruz. Kendimi müsveddeler ansiklopedisi olarak tanımlıyordum. İmzamı taşıyan eserlerimi yazamamıştım. Ömür boyu dosyalar, defterler dolusu o kadar çok şey biriktirdim ki, ancak şimdi bunları kitaplaştırıyorum.
İSLAMİ TERBİYE ALMADAN BÜYÜDÜM 99 DEPREMİ SONRASI BAŞIMI KAPATTIM
1999'da radikal karar alarak öğretim üyesi olduğunuz İstanbul Üniversitesi'nden ayrıldınız. Neden?
İstanbul depreminin üçüncüsü gecesi başımı örtme kararı aldım. Başörtülü olarak üniversitede kalmam mümkün değildi. Ben de İslami kimliğim ile ilmi kimliğim arasında tercih yaptım ve erken emekli oldum. Sadece öğrencilerimden uzak kaldığım için üzüldüm.
Çok önemli bir değişim bu....
Evet. Benim ailemin çoğunluğu öğretmendi. İslami terbiye almadan büyümüş biriyim. Babam "Biz size herhangi bir dini terbiye vermeyeceğiz, büyüyünce karar verin" demişti. Ben de bu kararı aldım. Başımı örtmeden önce namaz kılıyordum. Başımı örterek Allah'ın emirlerinden birini daha yerine getirmeye niyet ettim.
Çevrenizden tepki aldınız mı?
Aldım tabii. "Sen profesörsün, başını örtmene ne gerek vardı?" diyen çok yakın arkadaşlarım oldu. Bazıları zamanla anladı bu kararı neden aldığımı ama hâlâ anlamayanlar da var.