Bu aralar Acıbadem Fulya Hastanesi'ne sık sık uğruyoruz, rutin kontroller için. Ama doktor randevumuzu hep öğle saatlerine denk getirmeye çalışıyoruz. Sadece bedenimizin değil, ruhumuzun da checkup'a ihtiyacı olduğunu bildiğimizden... Ruhumuzun doktoru genç bir müzisyen. Adı İzzet Aksoy... Her öğlen bir saat boyunca, hastanenin lobisine konulan piyanonun başında muhteşem bir konser veriyor. Hasta yakınlarının beklemesi için konulan koltuklara gömülüp onun muhteşem repertuvarı ile ruhumuzu tedavi ediyoruz. Zaten söz konusu hastane, hem fiziki özellikleri, hem de eğitimli personeli sayesinde daha ziyade beş yıldızlı bir oteli andırıyor. Personel de orada 'hasta' ya da 'müşteri' değil de 'misafir' olduğunuzu size fazlasıyla hissettiriyor. Hastanenin ortasındaki kocaman piyanoyu ilk gördüğümde tuhaf karşılamıştım. Ama İzzet Aksoy'un müziğini dinler dinlemez bunun bir abartı ya da lüks değil, 'ihtiyaç' olduğunu anladım. Çünkü insanlar, kendilerinin ve yakınlarının dertlerine derman ararken en çok 'ruh dinginliğine' muhtaç. Bunu sağlamanın en kestirme yolu da müzikten geçiyor. Konservatuar mezunu müzisyen İzzet Aksoy ile ayaküstü sohbet etme imkanı da buldum. "Hastanede müzik yapmak çok zor" dedi, "Çünkü burada doğum yapan bir annenin sevinci ile kızını yitirmiş bir annenin hüznü bir arada yaşanıyor. Bu duygulara müzikle eşlik etmek kolay değil." Sonra etkileyici bir anısını paylaştı benimle ve "Geçenlerde genç bir adam geldi. Benden bir şarkı istedi. Birkaç saat önce annesini kaybetmiş. Elime bir not iliştirdi. 'Bu annemin en sevdiği şarkıydı. Onun için çalar mısınız?' dedi." Cenazelerde Chopin mi çalınsın, Itri mi tartışmasına ne güzel bir yanıt değil mi?