Gümüşlük'te küçük Sevgi'miz var.
3.5 yaşında, sapsarı saçları, kocaman gülümsemesiyle güzeller güzeli bir kız çocuğu.
Beni görünce "Ablacığım!" diye bağırarak kucağıma atlıyor, sanki kalbim duruyor.
Akşamları babaannesini-dedesini kandırıp dondurmacıya gitmek en büyük mutluluğu.
Rengarenk dondurmayı gözleri ışıldaya ışıldaya bir yiyişi var ki, sanırsınız dünyalar onun olmuş. Yer gök pembeymiş, umutmuş...
Onu dondurma yerken her gördüğümde çocukluğumu özlüyorum.
Kim bilir ne zamandır dondurma yemediğimi fark ediyorum.
Şöyle dondurmacıya koşarak, külahı doldurarak, sevinçle, coşkuyla...
Aklıma bile gelmiyor dondurma yemek artık; şekerliymiş, kaloriliymiş, miş de miş... En sevdiğim tatlıdan nasıl uzaklaştım ki böyle; canım bile çekmez olmuş.
Neyse...
Sonra başka çocukları görüyorum buralarda.
Işıklı şapkalarıyla dolaşanları, oyuncaklarını yanından ayırmayanları, annesi çikolata almadı diye ağlayanları, denizden çıkmamak için yalvaranları...
Çocuğun derdi; dondurma, şeker, çikolata olmalı...
Diyelim, daha fazla çikolata yemesine izin verilmedi diye ağlamalı çocuk.
Oyun saati bitti diye yüzü düşmeli.
Arkadaşını annesi çağırıyor diye kederlenmeli.
Oysa bizim, çocuklarımıza yaşattıklarımıza bakın.
Bir dondurma ile mutluluktan havaya uçacak çocuklarımızın gözünden yaşları, kalplerinden korkuları, bedenlerinden acıyı eksik etmiyoruz.
Aferin bize.