Dün gazete bayiinden, beyaz üzerine kocaman 'Son baskı' yazan Habertürk'ü elime aldım. Boğazım düğümlendi...
Severek okuduğum bir gazetenin vedasıydı çünkü. Sayfaları dostlarımın, arkadaşlarımın, sevdiğim yazarların veda yazılarıyla doluydu çünkü.
Tamam, dijital ortamda devam edecek Habertürk, sevdiğimiz yazarlar da yazmayı sürdürecek.
Peki ya işsiz kalacak, çocuğuna, evine nasıl ekmek götüreceğini düşünen arkadaşlar... Onlar ne yapacak bilemiyorum.
Kaç gazete kapandı bugüne kadar ama bu kez sormaya korktuğumuz o soru, dağ gibi dikiliverdi karşımıza.
Yazılı basın biter mi?
Haykırmak istiyorum: Bitmeeez!
O kağıdın kokusu, elimizde duruşu, rüzgara karşı direnen sayfaları, evdeki gazete okuma sırası, toplu taşıma araçlarında gözünü gazetemize diken yandaki yabancıya sinir olduğumuz anlar, 'Gazeteleri ilk ben okuyacağım, sakın dokunmayın' kaprislerim, sabah gazetelerimi masamda görünce duyduğum aidiyet duygusu bitmesin değil mi?
Gelin görün ki, bilmediğimiz yerden geldi gelecek, korkuyorum.
Dijital çağ almış başını giderken, sosyal medya haberciliği kol gezerken, artık ertesi gün gazeteler ne yazacak merakı sönmüşken, benimkisi Pollyanna'cılık besbelli.
Arkadaşlarım İpek Durkal, Esin Övet, Kadir Kaymakçı, Ece Saruhan, Bülent İpek, Mehmet Çalışkan, Oben Budak, Sermet Severöz... Çok sevdiğim abim Fatih Altaylı ve diğerleri... Hepinize böyle güzel bir gazete çıkarttığınız için teşekkür ederiz.
Dünkü yazısındaki 'Ne zaman adam oluruz' bölümünde 'Son değil, başlangıç dediğimiz zaman' yazmış Fatih Altaylı...
Biz de öyle diyelim, öyle olsun.