Biri, şehit babasının cenazesinde onun üniforması ile gözyaşı döküyor. Diğeri, sürgün edildiği evinin uzağında, üşüyen parmaklarını bir askerin nefesinde ısıtmaya çalışıyor. İkisi de çocuk... Bu coğrafyanın çocukları... Süt kokması gereken ağızlarında şimdi hayatın acısı var.
Ben önceki gün 'Kritik operasyonlara Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bekar personeli gitsin' diye öneride bulunurken, henüz o şehit çocuğunun fotoğrafı düşmemişti sayfalara... Ben Suriyeli çocuğun Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ağlatan vasiyet gibi mektubunu bu köşeye taşıdığımda henüz o asker, o buz tutmuş minik parmakları götürmemişti ağzına... Ne yazık ki, her yeni gün, yeni bir çocuk acısı katıyor hayatımıza...
İsyanım, önce çocuklara bu acıları yaşatanlara... Biliyorum, kulaklarına bile değmeyecek bu söylediklerim. Değse bile, birinden girip ötekinden çıkacak. Başına şarapnel isabet eden kanlar içindeki çocuğu, babası, mahallenin dışına çıkarmaya çalışırken oradan ayrılmasınlar diye üzerlerine ateş açan vahşiden vicdan ummak gafilliktir biliyorum. Tutuşturdukları okulu söndürmeye gelen itfaiye ekibine kurşun sıkıp dört itfaiyeciyi yaralayan eşkıyaya, neyi anlatıyorum ki ben? Anaokulunun bahçesine bomba tuzaklayana, her gösteride bir karış boyundaki çocukları ellerinde taşlarla, molotoflarla ön saflara sürenlere dert anlatılır mı?
Sağlık Bakanı açıkladı dün, bölgede zırhlı ambulanslar görev yapacakmış. Yahu en acımasız dünya savaşlarında bile 'zırhlı ambulans' kullanmaya gerek görülmedi. Bundan daha büyük bir 'insanlık ayıbı' olabilir mi?
Çocuklara kıydınız efendiler... Şeker de yiyemediler...