Deli Saraylı dizisindeki bir diyalog ve bir sahne canımı sıktı. "Deli Saraylı" lakaplı hemşire Ferizat, trende yaralı Osmanlı askerleri ile sohbet ederken, içeriye Miralay Hüsrev giriyor ve ona pansuman aletleriyle birlikte ön vagona gelmesini emrediyor. Adamı tanımayan bizim deli hemşire de "Şuna bak nasıl da emir veriyor? Kendini Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal sanıyor sanki" diye dalgasını geçiyor. O sırada trendeki askerlerden biri, hemşireyi uyarıyor: "Ne yaptın sen? O Mustafa Kemal'in sağ kolu Miralay Hüsrev Bey'dir." Bizim hemşire, askeri fırçalıyor: "Bunu şimdi mi söylüyorsun? Kurşuna dizilirken söyleseydin bari!.." Hemen söylemeliyim ki, Mustafa Kemal Atatürk, yaverini tanımadığı için bir hemşireyi kurşuna dizdirecek insan değildir. Hele ki o, hayatını Mehmetçikler'in sağlığına adamış, vatansever bir kadınsa... O Atatürk ki, hayatının her döneminde, kağnı ile top mermisi taşıyan köylü kadından, edebiyatçısına, pilotuna kadar Türk kadınlarını daima baş tacı etmiştir. Yani hemşirenin "endişesi" tamamen yersiz ve yakışıksızdır!.. Gelelim ikinci sahneye... Mustafa Kemal'in bulunduğu trenin yolu İngiliz askerleri tarafından kesilir. Amaçları, Mustafa Kemal'i, daha direnişi örgütlemeden derdest etmektir. Askerler, ellerinde Mustafa Kemal'in fotoğrafı, trendeki herkesi kontrol ederken, bizim hemşirenin aklına "dahiyane" (!) bir fikir gelir. Ünlü komutanı, "hemşire yardımcısı" kılığına sokup gizleyecektir. Öyle de yaparlar. Mustafa Kemal, beyaz kıyafetler giyip, gözlük takarak "pansumancı kılığında" aramadan kurtulur ve sonunda bu yüreklice girişiminden dolayı bizim Deli Saraylı hemşireyi kutlar. Ben Kurutuluş Savaşı tarihini anlatan hiçbir belge ve kitapta bu ya da benzeri bir olaya rastlamadım. Öyle olsaydı zaten şimdiye kadar kitaplara, romanlara, belgesellere çoktan konu olmuştu. Belli ki bizim hemşirenin vatanserverliğine vurgu yapmak adına "kurgulanmış" hayali bir olay... Peki gerçek Mustafa Kemal ne yapardı? Bir hemşirenin etekleri arasına sığınmak yerine, emrindeki askerleriyle birlikte o bir avuç İngiliz'e pabuç bırakmaz, gerekirse vuruşarak ölürdü... Gelelim işin teknik kısmına: Bu iki "çapağa" rağmen, "Deli Saraylı" dizisini sevdim. Aşk üçgenleri, ihanet, komplodan bıkmış, seks ve şiddetten medet uman reyting tacizlerinin kuşatmasından bunalmış bir televizyon izleyicisi olarak ekranda "farklı" bir şey görmek hoşuma gitti. Mekan ve kostüm konusuna gösterilen titizliği takdir etim. Eski İstanbul ile ilgili grafik/animasyon çalışmalarını da beğendim. Buna bir de "Perran Kutman hasretimin son bulması" eklenince, ekran karşısından ayrılamadım. Ama cuma gecesi gibi pek çok iddialı dizinin cirit attığı "ateş hattında" yer alması, dizinin reytinglerini sıkıntıya sokabilir. Umarım bir kez daha sevdiğim bir dizinin arkasından ağıt yakmak zorunda kalmam.