Siz de benim gibi vahşi doğa belgesellerinin yapımcılarına sitem edenlerden misiniz? Hani annesini kaybeden yavrular telef olurken; onları kurtaracaklarına, kayda devam eden belgesel ekibine benim gibi içinizden lanet okur musunuz?
Evet, onlar doğayı tüm doğallığı ile bizlere sunmak istiyorlar. Yapacakları her müdahale, doğal olmayan bir sonuç doğuracak, ben de biliyorum. Ama vicdanımın sesini de susturamıyorum, ne yapayım?
Pazartesi günü National Geographic Wild kanalındaki Avcının Kurtarışı belgeselinde, doğar doğmaz annesinden ayrı düşüp 'av' haline gelen öküz başlı antilop yavrusunu görünce bir kez daha aynı sahnenin tekrarlanacağını düşünüp tam kanal değiştirecektim ki, inanılmaz bir şey oldu. Bir dişi aslan, yavruyu yakaladı. Hemen boğazına yapışıp öldürmek yerine onu patilerinin arasına alıp yalamaya başladı. Minik antilop yavrusu da aradığı anne sıcaklığını dişi aslanın yumuşak tüyleri arasında bulmuştu. Avcı bir anda şefkatli bir anaya, av da şımarık bir çocuğa dönüşüverdi. Aslan bununla da yetinmedi. Yavruyu kapmak için fırsat bekleyen üç sırtlanı da kovaladı. Sonra antilop sürüsünün yanına kadar sokulup yavruyu adeta annesine teslim etti!
'Ana yüreği' ve 'analık şefkati' üzerine sayfalarca kitapta, bölümlerce dizide anlatılamayacak mesaj, bir belgeselin 10 dakikası içine sığıvermişti...
Sunay Akın'dan dinledim: Berlin Hayvanat Bahçesi'nin girişinde 'dünyanın en vahşi canlısı' yazan bir mağaranın içinde 'ayna' varmış. Dünyanın en vahşi canlısını merak eden ziyaretçiler mağaranın içine doğru baktıklarında 'kendilerini' görüp şaşırıyorlarmış. Niye şaşırıyorsunuz ki? Beslenmek ya da kendini korumak dışında öldüren başka canlı var mı?
NOT: Bu yazı, ana karnındaki bebelere kurşun sıkan en vahşi yaratıklara ithaf olunur.