Halil Bezmen'in yeni romanı Lale, Kan ve Şehvet; Dönemin padişahı olan III. Ahmet'in kafeste geçen şehzadelik dönemiyle başlayıp Patrona Halil isyanı sonrası tahttan indirilişine kadar geçen sürede yaşananları, bir belgesel titizliğinde zengin ayrıntılar ve sinematografik bir görsellik eşliğinde sürükleyici bir dille anlatırken, asıl olarak ele aldığı meselelerle bugünümüzü dünden okumamızı sağlıyor.
"Sonuçta, gelişmiş bir sorumluluk duygusuna sahip insan o kadar güçlüdür ki, Şeytan'ı, hatta içindeki şeytanı bile alt edebilir! Öyle mi?" "Evet, oğlum! O insan veya o millet, bunu başarabilirse dünyaya da hâkim olabilir."18. yüzyılın başları… Avrupa bilim, sanat ve felsefede yaptığı atılımların yanı sıra insan hakları ve devlet yönetimi gibi konulardaki gelişmelerle çağdaşlaşmanın altın çağını yaşarken, Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllar süren savaşlar ve ayaklanmaların ardından gün geçtikçe daha çok kan kaybediyor… Ve böyle bir durumda yıllarca kafeste yaşamış olan genç şehzade III. Ahmet, annesi zeki ve güzel valide sultan Gülnuş Sultan'ın eğitimiyle tahta çıkmaya hazırlanıyor. Ama onun asıl korkması gereken savaş meydanlarındaki görünür düşmanlardan çok sarayın gölgelerinde saklananlar olacak, tarihe adını Osmanlı'nın en yenilikçi padişahı olarak yazdırıp, İstanbul'u gelmiş geçmiş en güzel haline büründürse de tahtını bir gün içinde kaybetmesini önleyemeyecektir.Halil Bezmen'in yeni romanı Lale, Kan ve Şehvet, Dönemin padişahı olan III. Ahmet'in kafeste geçen şehzadelik dönemiyle başlayıp Patrona Halil isyanı sonrası tahttan indirilişine kadar geçen sürede yaşananları, bir belgesel titizliğinde zengin ayrıntılar ve sinematografik bir görsellik eşliğinde sürükleyici bir dille anlatırken, asıl olarak son derece renkli ve derinlikli işlenmiş karakterleriyle dikkat çekiyor. Ancak bu güzel romanda III. Ahmet ve onun hem damadı hem de sadrazamı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın yanı sıra asıl olarak güçlü kadın karakterler öne çıkıyor ve bir anlamda güçlü bir feminist söyleme yer veriyor. III. Ahmet'i zorlu padişahlık tahtına hazırlayan akıllı ve sağduyulu valide sultan Gülnuş Sultan'dan başlayarak, dönemin tarih sahnesinde kendisinden hayli söz ettirmiş olan sıra dışı Lady Montagu (dönemin İngiltere elçisinin eşi ve aynı zamanda çağının zekası ve güzelliğiyle dikkat çeken kadınlarından biri) ile İbrahim Paşa'nın ilk eşi, sufi şeyhi torunu Rabia ve hatta ikinci eşi, aynı zamanda padişah kızı Fatıma Sultan gibi kadınlar çoğu zaman erkekleri hayli aşan bilgi ve birikimlerinin yanı sıra cesaretleri ve dirayetli kararlarıyla da öne çıkıyorlar. Lady Montagu, "Osmanlı insanını geliştirmek istiyor musunuz, siz bana onu söyleyin İbrahim Paşa? Siz, diğer padişahlar ve sadrazamlar gibi sadece orduyu mu geliştirmeyi amaçlıyorsunuz, yoksa üst tabaka sivilleri de mi geliştirmeyi düşünüyorsunuz? Önce ona karar verin," diye sıkıştırdı. "Sırf savaş yöntemleriyle iş bitmiyor artık; her kademede yöneticilik önem kazandı. Yönetici demek, gelişmiş beyin demek."
"Bir ülke geriliyor mu, ilerliyor mu diye ölçerken, sahip olduğu toprakların artmakta veya azalmakta oluşuna göre karar vermek, gelişmemiş zihinlere özgü bir yöntemdir. Dünyayı basit bir askeri bakış açısından değerlendirmektir. Oysa ilerleme, toprak büyüklüğünün değil, ülke insanlarının gelişmesine bağlıdır. Bu görüşü onaylar mısınız Hünkârım?"
Daha önce de tarihle kurgunun arasındaki sınırı incelten dönem romanlarıyla tanıdığımız Halil Bezmen, okurunu bu kez Lale Devri'ne götürüyor. III. Ahmet'in çağdaş dünyanın gerisinde kalmaya başladığını fark ettiği Osmanlı devletini yenilemek ve geliştirmek için nasıl bir çabaya girdiğini ve bunu sağlamak için de savaş yerine barışı tercih edip, doğan işsizlikle başa çıkmak için de ne tür çarelere başvurmak zorunda kaldığını ve yalnızca 'eğlenceli' yanlarıyla tanıdığımız Lale Devri'nin geri planındaki asıl misyonunu da görmüş oluyoruz. Halil Bezmen, yeni romanı Lale, Kan ve Şehvet için şöyle diyor; "Kitabımda, Osmanlı İmparatorluğu'nun zenginliklerini bölüşmek isteyenlerin mücadelesini yazdım. Dış güçlerden -Rusya ve Avusturya- pek bahsetmedim. Onlara savaş alanında rastlanır ve düşman oldukları üniformalarından anlaşılır. Açıkta yapılan dövüşün neticesi de bellidir: Savaş alanını kim son terk ederse kazanan odur ve bundan böyle onun dediği olacaktır. Böyle bir yaklaşımdan roman değil tarih kitabı çıkar, çünkü insanların aşkları, hırsları, sevinçleri, kinleri veya aptallıkları gibi ayrıntılara yer verilemez. Oysa imparatorluğun zenginliklerinden pay almak isteyen iç güçlerin mücadelesi çok heyecanlı geçer: Padişah, Saray kadınları, sadrazamlar, vezirler, harem ağaları, şeyhülislamlar, yeniçeriler, esnaf, halk ve her şeyden önce Saray'a yerleşmiş olan büyük aileler! Bunların hiçbiri düşman değildir ve ülkeye yararlı olacakları inancıyla birbirleriyle rekabet halindedirler. Bölüşme sırasında birçoğu ölecektir ve padişahlar dahil herkes bu tehlikenin farkındadır. Kitabımı hepsine ithaf ediyorum."Bugünümüzü daha iyi anlamak için eşsiz bir tarihi okuma fırsatı sunan ve son derece geniş bir araştırma sonrası, gerçekler üzerine kurularak yazılmış bu romanı okuduktan sonra; tarih farklı bir şekilde gelişmiş olsaydı Osmanlı'nın kaderinin nasıl farklı sonuçlanıp, etkileri bugüne dek uzanan kimi sorunların nasıl da çözümlenmiş olabileceğini düşünmeden edemeyeceksiniz!