Hat ve ebru sanatçısı, yazar Prof. Dr. Uğur Derman, 1960'ların sonlarında gelenekli sanatlara yönelen neslin daha sonra birçok öğrenci yetiştirdiğini belirterek, "Yeni nesilden ortaya çok güzel isimler çıktı. İşin hoş tarafı, Osmanlı devrinde çok iyi yetişmiş üstatlar bu işin maddi tarafından gelir bekleyemeden gitmişler. Şimdikiler, yoğunluktan 3 ay sonra verebilirim diyor. Onun için gelenekli sanatlar 'basübadelmevt'e kavuşmuştur diyebiliriz." dedi.
Derman, Zeytinburnu Belediyesi tarafından düzenlenen "100 Yüze İmza ve Söyleşi" adlı programda gelenekli sanatlardan bahsetti.
Samed Karagöz'ün sunduğu etkinlikte konuşan Derman, hat sanatının 1400'lü yılların sonu, 1500'lü yılların başında hat dehası sayılan Şey Hamdullah'ın sayesinde "Arap hattı" olmaktan çıkıp milli bir hüviyet kazandığını söyledi.
Derman, hat başta olmak üzere gelenekli sanatların 1928'de duraklama dönemine girdiğini belirterek, "Başta mimari olmak üzere sair gelenekli sanatlarımızın Batı tesiriyle çökmesi, şahsiyetini kaybetmesine karşı, hat sanatının tarihinde hiçbir surette düz gitme dahi yoktur, daima yükselerek en iyi halini almıştır. Düşünün klasik manada son mimari, Üsküdar Valide Camisi'dir. Ondan sonra Batı tesiri kendisini gösteriyor. Yalnız o değil, musikide, minyatürün resme dönüşünde, tezyinatta, tezhipte Batı etkisi fazlasıyla görülüyor. Ama hattın Batıdan alacağı bir şey olmadığı için o kendi istiklalini ilan etmiş, hiç gerilemeden yükselmiştir." diye konuştu.
"HATTATIZ DEMEYE KORKTUĞUMUZ YILLAR"
Tuğra ve methiyelerin kaldırılması konusunda 1927'de kanun çıkarıldığını ve 1928'de harf değişikliğine gidildiğini hatırlatan Derman, "Rahmetli üstadım Necmeddin Okyay, 1930'lu yıllar için 'Hattatız demeye korktuğumuz yıllar.' derdi. Öyle ki o dönemde yazıyla meşguliyeti görülen karakola götürülüyor, hakkında dava açılıyor." dedi.
Uğur Derman, hat eğitiminin tarihinden de bahsederek, şunları kaydetti:
"Babıali'de açılmış, önce Medresetü'l-Hattatin, sonra Hattat Mektebi ve daha sonra Şark Tezyini Sanatlar Mektebi adıyla anılan, 1915'den beri çok başarılı bir şekilde çalışan bir mektep var. Bu mektebin 1936'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne Türk Tezyini Sanatlar Şubesi olarak bağlanması gündeme geliyor. O zaman Akademi hocalarının arasında hat sanatının zevkine varan kişiler var. 'Biz bunu Ankara'ya duyursak da burada hattın öğrenilmesine zemin olsa.' diyorlar. Çünkü eski mektepteki hat, 1928'de harf inkılabıyla kaldırılıyor. İstanbul Mebusu Salah Cimcoz, Mustafa Kemal Paşa'ya, 'Paşam, benim nazarımda hat öyle bir sanattır ki bir Rafael tablosuyla Rakım'ın celi sülüs besmelesini koysanız ben Rakım'ınkini tercih ederim. Üstelik bu sanatın Batıda mukabili olmadığı için yarın öbür gün tamir gerektiğinde Avrupa'dan bir üstat da getiremeyiz.' diyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa da okunması değil, sadece yazılmasına müsade ederek Akademi'de bu yolun açılması sağlanıyor. Fakat o açılan şubeye yeni nesilden hiç meraklı çıkmıyor. Zaten Akademi camiasında da istemeyenler var. Bu şekilde, bu hat ve tezhip Akademi'de olmasına rağmen kafi talebe bulamamaktan layıkıyla işlemiyor."
Gelenekli sanatlar eğitimi veren hocalar yaş nedeniyle emekli olduktan sonra yerine yenilerinin alınmadığını aktaran Derman, diğer hocaların da öğrencileri farklı bölümlere teşvik ettiğini dile getirdi.
"GELENEKLİ SANATLARDA 1928 İLE 1968 ARASINDA KOPUK BİR DEVRE OLUŞTU"
Derman, daha sonra bu sanatlara meraklı bir neslin ortaya çıktığına işaret ederek, "Bunların içinde bugün yaşlı sınıfına giren ve yeni öğrenciler yetiştiren Hasan Çelebi, Hüseyin Öksüz, Hüseyin Kutlu gibi -daha birçok isim sayılabilir unuttuklarım gücenmesin- sanatçılar Osmanlı devrinden kalan son hattat Hamit (Aytaç) Beye gidiyor. Hattat Halim Efendi'nin 1964'te vefatından sonra herkes Hamit Beye yöneliyor. O da elinden geldiğince yetiştirmeye çalışıyor ve bu yeni nesil bunu iş ediniyor. Hemen arkasından tezhibe merak arttı. Tezhipte de Süheyl Ünver, Muhsin Demironat gibi bu işi çok iyi olan kimseler yardımcı olunca yeni nesilden ortaya çok güzel isimler çıktı. İşin hoş tarafı, Osmanlı devrinde çok iyi yetişmiş üstatlar bu işin maddi tarafından gelir bekleyemeden gitmişler. Şimdikiler, yoğunluktan 3 ay sonra verebilirim diyor. Onun için gelenekli sanatlar 'basübadelmevt'e kavuşmuştur diyebiliriz." ifadelerini kullandı.
Gelenekli sanatlarda 1928 ile 1968 arasında kopuk bir devre oluştuğunu anlatan Derman, yeni yetişen sanatçıların o zamanki açığı kapamakla meşgul olduğunu belirtti.
Derman, seri halinde kaleme aldığı "Ömrümün Bereketi" eserinden bahsederek, birinci kitapta 50, ikinci kitapta ise 36 makale yayınladığını ifade etti.
NECMEDDİN OKYAY KİTABINI SENEYE BİTİRMEYİ PLANLIYOR
Üçüncü kitapta daha uzun 25 makaleye yer verdiği bilgisini veren sanatçı, şöyle konuştu:
"Daha ziyade kongrede, seminerde sunulmuş, ilmi ağırlığı daha fazla olan maddeler ele alındı. Mesela Osmanlı çağında hatta ve hattatlara dair araştırmalar benim bir buçuk seneme mal oldu. Bu kadar sürede 600 sayfa olmalıydı ama 60 sayfa oldu. Çünkü özünü almak mecburiyetindeyiz, kitabı aynen aktaracak değiliz. Daha önce ele alınmamış, akademik tarafı ağır basan mevzular ele alındı."
Uğur Derman, hocası Necmeddin Okyay üzerine yazmaya başladığı kitabını da yarıladığını ve gelecek seneye bitirmeyi planladığını sözlerine ekledi.