Angeliki, liseden yeni mezun olmuş; Balık Pazarı'ndaki dededen kalma meyhanelerinde babası Panayotis'le çalışıyor. Annesi Elena'nın "Kız başına meyhanede çalışılır mı?" nidalarına inat, babasından el alma gayretinde. Mehmet ise meyhanenin tam karşısındaki ciğercinin oğlu, hem ciğercide çalışıyor hem de babası Osman'ın Mehmet askerdeyken aldığı iki yan dükkânı, manavı işletiyor.
Babalar esnaf dostu; Panayotis, her gün takım elbise giyinen, kol düğmelerine, köstekli saatlere düşkün tam bir İstanbul Beyefendisi. Osman ise pala bıyığı, koca göbeği, elinden bırakmadığı tespihiyle tüm Beyoğlu'nun güvenip de sırtını dayayacağı eski kulağı kesiklerden. Didişmeden duramasalar da haftanın iki günü tavla başındalar. Anneler Cihangir'den tanışık, ikisi de pek dini bütün. Semiha, konu komşuda oğluna kız bakıyor, Elena ise kilisedeki gençleri süzüyor kızına. Onların bu telaşı ise ne Mehmet'in ne de Angeliki'nin umurunda. Söylemeden geçmeyeyim; Mehmet'in kız kardeşi Ayşe aslında Angeliki'nin en yakın arkadaşı ama 27 Kasım tarihinde AKM'de sahnelenen Cadı Kazanı oyununda çıkan yangın sadece AKM'yi değil, bu dostluğu da küle çeviriyor. Aşklarının en büyük şahidi, artık olmayan Gümüşsuyu'ndaki Cennet Bahçesi ve tabii ki her köşesiyle, pasajlarıyla, hanlarıyla canına yandığım Beyoğlu. Gezi Parkı'na Taksim Bahçesi deniyor o vakit, Belediye Gazinosu bu aşka çayla eşlik ediyor. Sıraselviler'de Taksim Sineması'nın afişinden Filiz Akın göz kırpıyor iki sevgiliye, hemen ardında da Gönül Yazar var; Maksim Gazinosu'nun tabelasından şıkır şıkır el sallıyor. Yaz geldi mi Moda Plajı, Florya sahilleri, Kadıköy vapuru biraz rol çalıyor Beyoğlu'ndan ama o kadar da olsun; İstanbul'un her köşesi cennet o vakit.
Angeliki ve Mehmet herkesten gizli, kimseler görmeden yaşıyor bu aşkı dediysek de çok sevdiği arkadaşları pek tabii biliyor; Beyoğlu esnaflarından Çiçekçi Kemal, karısı Esma, fotoğrafçı Latif, Mari, nişanlısı Aret, Füsun… Hepsi bu aşkın yanında, ailelere söylenen yalanlara ortak. Ortak da… Bir aşk ne kadar süreyle gizli kalabilir ki? Uzunca bir süre… Yeter ki bir kişi bile öğrenmesin. Sonrası çorap söküğü, arkası felaket, en sonu da bitmeyecek hasret.
BEYOĞLU'NDA AŞK
Yer Beyoğlu Balık Pazarı, mekân da meyhane, ciğerci olunca mezesiz, rakısız olur mu hiç? Olmaz. Marmara'yı henüz terk etmemiş çirozlar, lakerdalar, midye dolmalar, pilakiler, favalar var hep âşıklar sofrasında. Kulüp Rakısı, Altınbaş ve Yeni Rakı ise pek tabii baş köşede; hikâyenin sessiz kahramanları, tadı tuzu onlar. Müziği unutursak ayıp olur; fonda her daim gramofondan yükselen Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Abdullah Yüce. Bundan dolayıdır ki hikâyenin her bir bölümünün adı, bir unutulmaz Türk Sanat Müziği şarkısı… "Mihrabım Diyerek" de eşlik ediyor bu aşka, "Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap" da… "Benzemez Kimse Sana" da var; onsuz olmaz ama son sözü yine de Zeki Müren söylüyor bu aşkta: "Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak…"
Yasemin Özek yeni romanı Angeliki ile Mehmet'te "Eski zamandan bir Beyoğlu aşkı" anlatıyor. Tarihsel gerçeklerin ortasında yaşanan bu aşka birbirinden güzel şarkılar eşlik ediyor.