Yasemin Mori'yle bir gün…
Dört yıl aradan sonra yayınladığı yeni albümü "Deli Bando" vesilesiyle Yasemin Mori'yle buluştuk. Bir "Anadolu yakası" bağımlısı olan Mori'yle olan İstanbul turumuz Bağdat Caddesi'nde başladı, Fenerbahçe sahilinde devam etti ve Erenköy'de bitti.
SEBLA KOÇAN / TOUCH İSTANBUL
Müzisyen Yasemin Mori, İstanbul'da yaşamanın tam anlamıyla tadını çıkarıyor. Şehir hayatının göbeğindeki kaostan ziyade, Anadolu yakasının sahil kesiminde olmaktan ve köpeği Badu'yla çıplak ayak denizkenarı yürüyüşleri yapmaktan hazzediyor, mesela. Feneryolu'nda oturuyor, Özgürlük Parkı'na kurulan organik pazardan alışveriş yapmayı, Bağdat Caddesi'nde kahve içmeyi de seviyor. Spordan ise asla vazgeçemiyor. Erenköy'deki Marmara Yelken Kulübü'nde denediği "stand-up pedal" yeni hevesi. Mori'yle erken saatlerde buluştuk ve Touch İstanbul için yazdan kalma bir günün keyfini birlikte çıkardık.
Küçüklükten beri mi Anadolu yakasında oturuyorsunuz?
Aslında İstanbul'da hep Yeniköy'de yaşadım. Avrupa yakasının şehir hayatına adapte olamazdım. Sakin yaşamayı seviyorum çünkü. Bu yüzden doğanın olduğu yerlere, uzaklara, tekbaşıma olabileceğim yerlere taşındım. Şehri yaşamak eskiden zevkliymiş. Şu anki yaşama uyduramıyorum kendimi. Yeniköy'den karşıya taşınmayı hiç düşünmemiştim.
Nasıl karar verdiniz diğer yakaya taşınmaya?
Birlikte çalıştığım müzisyen arkadaşlarım hep karşıdaydı. Fenerbahçe'de atölye vardı ve gidiş geliş beni çok zorlamaya başlamıştı. Sonra bir gün atölyenin karşısında kiralık ilanını gördüm ve gelip evi kiraladım. Çok beğendiğim bir yerdi. Üç, dört yıl önceydi. Bir anda buranın bağımlısı oldum. Bu kadar seneyi ben nasıl zorlayarak böyle geçirmişim, inanamıyorum şimdi…
Hayatınızda çok şey değişmiş galiba…
Kesinlikle öyle. Şimdi hiç Avrupa yakasına geçmek istemiyorum. Buraya geçince köpeğim oldu: Badu… Üç buçuk senedir benimle. Karşıda bu çok zor. Bu yüzden kaostan kendimi arındırdım.
Hiç mi Avrupa yakasına işiniz düşmüyor?
Çok gidiyorum şehre tabii. Tiyatrosudur, gezme alanlarıdır falan. Ama ben Eminönü, Balat, Mısır Çarşısı, Sultanahmet, Kapalıçarşı'yı çok seviyorum. Balat'taki arkadaşlarıma gitmeyi çok seviyorum. Oralarda yaşamayı düşünemiyorum ama hep gidecek mesafede olmak istiyorum.
"BURADA SOKAKTA YALINAYAK DOLAŞABİLİYORUM"
En çok nesini seviyorsunuz Anadolu yakasında olmanın?
Ben burada kendimi özgür hissediyorum. İnsanlar şehrin içinde, mesela Nişantaşı'nda birbirlerine çok odaklılar. Sürekli bir bakış var… Burada ben sokakta yalınayak gezebiliyorum. Burada insanlar daha kibar, daha özgürlükçü, daha sevgi dolu. En çılgın elbiselerle Bağdat Caddesi'nde gezebilirim, başka bir uygarlığa gelmiş gibi hissediyorum. Burada her şey neşeyle yürüyor, insanlar seni kabul ediyorlar.
Bu özgürlük müziğinize de yansıdı mı?
Evet, birinci albüm çok dertliydi. Bu sefer başka bir şey oldu. Denize gidebilmek, oturduğun yerde ağaçların olması, üzerine bir şey geçirip sahilde yürüyüşe gidebilmek çok önemli.
Sanki bu İstanbulluların bildiği bir şey değil gibi… Oysa İstanbul'da her şeyi yapabilmek mümkün.
Evet, bu lüks. Bu şehir yalnızca Taksim'den ibaret değil. Ben paten kayıyorum mesela. Yeniköy'de otururken Bebek'ten Sarıyer'e kadar giderdim. Burada Fenerbahçe'den Bostancı'ya kadar gidiyorum. Oradaki hisle buranın hissi çok farklı. Burada herkes paten kayıyor, bisiklete biniyor, spor yapıyor. Mesela "stand up pedal"ı öğrendim demin. Sahile yakın olan insanların içi temizlikle dolu. "Gel sana öğretelim" diyebiliyorlar, sanki bir Ege kasabasında yaşıyor gibiler. Ben spora meraklı bir insanım. Bu insanın yaşam tarzını, müziğini etkiliyor. İstanbul'un içinde her şey var. Aradığında kendine istediğin gibi köşeler bulabiliyorsun. Kişisel özgürlüğüme, huzuruma burası çok iyi geliyor. Bu albümü de hiçbir şey düşünmeden bir bahçeye iki yıl boyunca kapandık ve yaptık. Ne parayı ne de hayatı dert ettik. Burada bir sorunsuzluk var, herkes keyif adamı. Hayatın zevki böyle çıkıyor.
Eskiden böyle değil miydiniz?
Ben daha toplumsal bir tiptim. "İnsanlar zordaysa ben de o insanların acısına ortak olmalıyım" derdim. Sosyal düzende konumlanmaya çalışır, kendimi unuturdum. Önemsemezdim kendimi. Bu albümle birlikte değişti ama bu. İnsanlar böyle olmasını istiyorlar ve ben hiçbir şeyi değiştiremiyorum, bunu anladım. Kimse kimsenin umrunda değil. Eğer sen iyi durumda değilsen bir şey veremiyorsun onlara. Bu kapitalizmin tuhaf bir çelişkisi. Herkes aynı düzeyde olduğunda daha huzurlu hissediyorum ben. Artık kendi sevdiğim şeyleri önplana çekiyorum.
Başka bir şehre gittiğinizde İstanbul'u özlüyor musunuz?
Ben bir yere gittim mi diğer şehri özlemiyorum aslında. Ama İstanbulluluk var serde. Bu bir düş gibi, hayal gibi… Çok değerli bir şey bu. Hani New Yorkluluk falan vardır ya, anlatırlar, o saçma. İstanbul'da her şeyi yapabilirsin. Osmanlı'yı, öncesini hissetmek muhteşem bir şey.
Bu şehre hayransınız, her sözünüzden belli.
Aynen öyle… Elimde kayıt makinesiyle İstanbul'un seslerini kaydettim mesela. Bir araba geçiyor "dan dan dan" diye tekno çalıyor. O arada birisi "yeter lan!" diye bağırıyor. Kargalarından martılarından tut, bir sürü ses… Qbase'i açıp bakıyorum bazen o seslere. Şehrin tatlı tınıları bunlar. Ses olayı bende bir takıntı. Bu yüzden Boğaziçi Caz Korosu'yla da şarkı yaptık.
"ZORLUKLARI SEVİYORUM, İNSANA ÇOK ŞEY KATIYOR"
Uzun bir süre, dört yıl ara verdiniz bir albüm için…
Albüm hazırlık döneminde zorluklar yaşadım mesela. Beraber yola çıktığım bütün hayranlarımı bırakıp "kusura bakmayın şu an bir şey üretemiyorum, üzgünüm" demek zorunda kaldım. Ama zor olsa dahi bir şeylerin peşinden gitmek güzel. Zorlukları seviyorum, insana çok şey katıyor.
Kendinizi garantiye almak istemediniz mi hiç? Bu kadar uzun ara vermek riskli değil miydi?
En büyük yanlış bu ama müzikteki. Şarkıların içeriği çok kuvvetsiz. İnsana kalben gerçek bir şey söylemiyor. Şarkıların hepsi planlanmış, endüstriye hizmet edebilmek için yapılmış şeyler. Müzik öyle değil oysa. Bana çevremdekiler o dönem "Buradan yürü, buradan güzel para kazanırsın, buradaki fanların seni besler, bizim dediğimiz gibi yap, çok fazla sorgulama" diyorlardı. Ben bunu istemedim.
Yeni şarkılarınızda belirli bir formül yok sanki. Punk gibi neredeyse… Bunu cesur bir hareket olarak görüyor musunuz?
Evet, cesur bir şey olarak görüyorum. Müzikal olarak iyi bir şey yapmanın peşindeyim. Kafamda bir sürü şey duyuyorum. Müziğin ne demek olduğunu unutturdular insanlara. Ve ben buna uyandım. Ülkemizde müzik diye bir şey olmasın diye uğraşıldığının farkındaydım. Ben müzikten kendime yollar çıkarmak, kendi varoluşumla ilgili bir şeylere daha çok değebilmek; hem köklerime hem başka alemlere akabilmek isterim. Aramak ve bulmak… İki komik laf, bir tatlı sözle olmaz bu.
Şarkıları yazdığınız sırada ne okudunuz?
Doğu felsefesi ve mitolojisi ile ilgili şeyler çok okudum. Şamanlarla ilgili… İyileştirme, şifa verme kafasına girdim. Bu şehirde nasıl uygulanabilir bilmiyorum ama ben eğer bu şehir olmasaydı, bir ormanda nasıl yaşar, nasıl kendimi güçlü kılardım onu düşündüm.
"Dünya"nın klibi de onu yansıtmış sanki.
Evet. Bu şehir bana göre kalıcı değil. Her şey bir gün bitecek ve tek gerçek olan, doğa kalacak. Bu ağaçlar cansız değil, önemsiz değil. Ağaçlar sabırla çok büyük bir şey veriyorlar insana. Bir sürü şey de deneyimledim. Spiritüel bir dünyanın içine girdim, bu daha çok keşfedilmeyi hakediyor. Bu evrenlerden yalnızca biri. Şu an garip bir gerçeklik yaşıyoruz. Ama bunun etrafını saran bir sürü paralel evren var insanın bunun üzerine zıplayabilme şansı var. Teknoloji bunlardan beslenerek bizi uyutuyor.
Ne dinlediniz peki, bir şeyler kaydederken?
Rock dinlemiyorum, bıraktım o durumu. "Ay şunun sound'u çok güzel" demek anlamsız.
Arabanızda The Doors CD'si görmüştüm...
Evet, tatile çıktık ve bana bir sürü şey yaşattı. Ama onun dışında asıl koptuğum şey free jazz oldu. Piyanistler, virtüözler… Ornette Coleman mesela. Zorlayan şeyleri dinlemeyi seviyorum, ben cazın gelişkin türlerini de seviyorum. Açılıp açılıp, her şeyin büyüdüğü, çoksesli, formların önemsiz olduğu, sadece seslerin ve enstrümanların duyulduğu, başka frekansları açmaya çalıştığı… Jazz çünkü bir matematik. Yere göğüe sığdıramıyorum bunu.
Çok yönlüsünüz. Bazı şarkılarınızın sözleri çok şiirsel. İlk albümde de albüm kapağını siz çizmiştiniz. Müzik dışında bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?
Bilmiyorum, bazen saatlerce düz yazılar yazıyorum. Ama en sonunda kelimeler bana kifayetsiz geliyor. Murakami mesela, inanılmaz bir yazar. Üslubu ne kadar güzel, küçücük bir kelimeye neler atfediyor. Keşke öyle bir yeteneğim olsaydı, ama o zaman müzikle ilgilenmemem lazımdı. Enerjimi tam olarak bir disipline kanalize etmek isterim ben. Resim yapmayı da bırakmış değilim. Evimde uygun bir ortam sağlayamadım sadece. Müzikle birlikte resim bana acayip iyi geliyor hatta, birbirlerini tetikliyorlar. Bunu yapmak isterim. Belki bir gün yazılarımı toplarım. Ama müziğin içinde çok mutluyum ben.
"ERKEKLERİN VAROLUŞUNA BAYILIYORUM, ÇOK TATLILAR"
** Erkeklerin varoluşuna bayılıyorum, çok tatlılar. Basit ve netler. Kadınlarla her şey daha zevkli, komplike ve besleyici olabiliyor ama. Kadın arkadaş gibisi yok. Erkek arkadaş da değerli ama o sonuçta her zaman seni bir kadın olarak görüyor. Arada hep bir şey var, o da senin seksüelliğin.
** 30'uma gelmeden hayatın değerini anlayamadım. Hayat sanki daha önce bana bir bağış değil de, bir an önce harcayıp bitirmem gereken bir şey gibi geliyordu. Bu değişti.
** Gittim iki ay ormanda, bir kulübede yaşadım. Elektrik yoktu hiçbir şey yoktu. Kendimle ilgili bir devrim yapmak istedim. Tüketmeden yaşamak istedim. İnsan için başka sistemler de var. Berbat, insanlık dışı bir sistemin içinde yaşıyoruz kabul edelim.