Ceren Öner / Sabah İnternet
Günlük Müstehcen Sırlar / Yıldırım Fikret Urağ
Müstehcen, 'ayıp'.Tanımlamak gerekirse; "toplumun utanma ve edep duygusunu inciten, şehvet duygusunu uyandıran açık saçık ve yakışıksız" olan. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yakın zamanda 'ayıp' bir şey yaptı, Şilili yazar, yönetmen Marco Antonio de la Parra'nın ünlü oyunu "Günlük Müstehcen Sırlar"ı (La Secreta Obscenidad De Cada Dia) Yıldırım Fikret Urağ yönetiminde sahneye koydu.
Oyun 'bankta' birbirini bulan teşhirci kılığındaki iki adamın, kurbanlarını beklediklerini dinlediğimiz, halbuki kurban edilen, hem de oldukça karikatürize şekilde birbirlerine, kendilerini, içine 'düşürüldükleri'ni anlattıklarına seyirci oluyoruz. Anlatılan 'sır'lar aslında sır değil, oldukça tanıdık, üstelik araya denizler, okyanuslar girse de, isimler kulağa tanıdık gelmese de; içinde bulunan 'alelade'lik pek tanıdık ve içinde barındırdığı 'müstehcenlik'se, şehvetten uzak belki ama, utanç vericiliğini koruyor. İnsan izlerken, bir şeylerin tüm "açık saçık"lığıyla ortaya durmasına rağmen, 'görmediği' için, hatta çoğunlukla görmesi engellendiği için, hicap duyuyor.
Bu nedenle, fantezilerle süslü, şehvet dolu bir oyun bekliyorsanız, bu oyun 'o' oyun değil ne yazık ki. Bakmayın afişe göze çarpan 'kırmızı' çembere alınmış yaş sınırına, oyun aslında yaştan öte, "dikkat gerçeklik algınız sarsılabilir, duyduklarınız, sır diye merak ettikleriniz sizi rahatsız edebilir" diye uyarı vermeli. Santiago'daki parkta önünüze serilenler, sanki oyuna gelirken, önünden geçtiğiniz parkı fazlaca andırıyor, iki adamsa, bir çoklarıyla ortak kaderi paylaşanlarla epey tanıdık, oldukça 'günlük'.
Günlük Müstehcen Sırlar'ı anlatanlarımız, Caaaar(!)los rolünde Cengiz Tangör ve 'derinler'den keşifleriyle Sigmund rolünde Erkan Sever, üstün bir performansla ve sahnede sekteye uğramayan enerjileriyle oldukça göz dolduruyorlar. Kondisyonlarına da vurgu yapmamak mümkün değil. Cengiz Tangör, kanayan bacağına aldırış bile etmeden, hız kesmeden devam ediyor, Erkan Sever, bir önceki oyundan yara bandıyla karşımıza çıkıyor. Taciser Sevinç'in elinden çıkmış sahne dekoru ise adeta kusursuz, oyunun enerjisine ayak uyduruyor her köşe. Oyun, her sahnede kendi içinde sürprizler ve sarsıntılarla seyirciyi yakaladığından, detaya girmek tadını kaçıracaktır. Sıklıkla yükselen enerji, aralarda verdiği 'es'lerle ve bu vesileyle seyirciye izlerken sorgulama zamanı tanımalarıyla da ne kadar titizlikle kurgulandığını gösteriyor.
Kırmızıyla kalın kalın çizilse de çizgiler ve sayfalarca karşı çıkılsa da düşündüklerini özgürce, 'sarhoş olmayı' beklemeden söylemek isteyenler ve kendilerine sunulan 'özgürlüğün' peşinden gitmek isteyenlerin inancıyla perdelerini açmaya devam ediyor. Çünkü başka topraklarda yazılsa da tarih, 'insanlık' tarihi oldukça ortak ve bu tarihte inançla, sevgiyle yazılmış satırlar da yok değil. Dünyanın öte yanında; Şili'de Pinochet darbesi döneminde tüm vahşetiyle engellenen, sanatla buluşmasın diye çaldığı gitarla beraber kırılan ellerinin koparılıp asıldığı stadyuma, o sanat adamını, halk kahramanı Victor Jara ile yaşayan , yaşatılan bir tarih ve biz tanıklık ederken, Türkiye'de engellere direnerek 'özgür düşünce'nin altını kırmızı kalemle çizerek, yazılmakta olan tarih.
Gerçekle, hayalin; görünenle, gizli kalmışın zıtlığıyla sizi sarsan oyun, oldukça etkileyici,
tarihsel önemi de cabası. Afişe ekleme ihtimalim olmasa da naçizane uyarayım gördükleriniz 'müstehcen' olmaya inat açık seçikliği ve 'sır' olmaktan çok hepimizin bildiklerini yüzümüze vurması nedeniyle epey sarsıcı, karar sizin ! Ne de olsa 'özgürlük' hala sizin elinizde, fırsatını bulmuşken kullanın derim..
İyi seyirler..