Kitapta 1944 yılında başlayan bir süreç var, Türkiye'nin kendi kendini 'yönet(e)meme' süreci bu ne zaman son buluyor?
2006 yılında bu süreç bitiyor, Türkiye Cumhuriyeti'nde yeni bir sayfa açılıyor. Tabi bu ikinci kitabın konusu. İlk kitap 1993 - 1996 bandını kapsıyor! Düşünebiliyor musun , altmış yıllık bir alışkanlık, gelenek ve ilizyondan bahsediyoruz… Şimdi, bunu adama pat diye çıplak bir gerçek olarak verirsen adam Muhammed Ali'den kroşe yemiş gibi olur… Kimse hazır değil buna…
Adım adım gidecek olursak, kitapta elimizde bir Şato var ve bu Şato Türkiye'yi yönetiyor. Şato'dan kasıt da Amerika ve MOSSAD sanırım?
ABD - İsrail aslında. MOSSAD bizzat İsrail demek! Ben Türkiye içindeki Amerika'nın ve İsrail'in ne kadar etkin ve dominant olduğunu, hayatımızın her aşamasında ne kadar bulunduklarına işaret ettim. Bu sadece benim bildiğim bir gerçek değil, bunu bilenler var. Fakat kimse bunu yazmadı ve herkes yıllarca bundan beslendi.
Kitapta İsrail'in Mısır Apartmanı'nda kurulduğundan da bahsediliyor!
MOSSAD'ın ilk adresi, İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı. 1948'de hayata geçen İsrail Devleti'nin temellerinin de Mısır Apartmanı'nda atıldığını görmek mümkün. İsrail Türkiye'nin içinden doğmuştur. Ben Gurion'un da sözleri vardır. Hep, "Buradaki Türk kardeşlerimiz" falan diye bahseder. O süreçte burada yakın ilişkide bulunduğu insanlardan… İsrail'in kuruluşunda Türkiye'nin desteği vardır.
Bunun bir önceki periyoduysa şudur, onu gözden kaçırmamak lazım! Theodore Herzl'in el yazmaları var, yayınlandı bunlar. Herzl, Sultan Abdülhamit'e geliyor, onlarca defa ve sadece bir kez görüşüyor. Filistin'deki bir kısım toprağın Yahudilere tahsisi ile ilgili olarak… Sultan'ın yanıtı, "Atalarımın kanıyla sulanan bir karış toprağı kimseye vermem" şeklinde oluyor. Böyle bir zihniyetten, 1948 sürecine geliniyor. Atalarımızın katiyetle verilmesini engellediği o toprak parçası bir şekilde alınıyor ve bir devlet kuruluyor… Bu devletin kuruluş yeri de Beyoğlu. İroniye bakar mısın?
Kitapta "1944'den beri burada bizim istediğimizin dışında bir şey olmadı" diye bir laf geçiyor Şato'nun ağzından bunu biraz açmanızı rica edeceğim?
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Amerika, amiyane tabirle Avrupa'ya çöküyor! Almanya giderek yayılan bir güçken Amerika savaşın kaderini değiştiriyor. Bunu koç ve oyuncukları arasındaki ilişki gibi düşünmek lazım! Bu adamlar Avrupa'nın koçu oluyorlar… "Biz güçlüyüz" diyorlar ve mahallede kuralları bunlar koyuyor. İtalya'da 'Gladio', Yunanistan'da 'Sheepskin', Belçika'da 'SDRA8', Fransa'da Rüzgâr Gülü", İspanya'da 'GAL' olarak karşımıza çıkıyorlar. Takma adlarla, ülkelere 'devletçik'leri yerleştiriyorlar. Yerleştikleri en önemli ve en büyük devlet de Türkiye.
Çok önemli bir Amerikalı, çok önemli bir Türk'e "Washington'dan vazgeçeriz, ama Ankara'dan vazgeçmeyiz" diyor. Olayın derinliğini anlayın yani. Bu isimleri ikinci kitapta açıklayacağım.
93 bandında faili meçhul cinayetlerin zirveye ulaştığı bir dönem kitapta buna da dikkat çekiliyor!
Biraz ufuk açmak lazım. Türkiye'nin hep içe kapanması isteniyor. Kafayı kaldırıp kuklacıyı görmemiz engelleniyor! Gorbaçov'la başlayan bir süreç var. Perestroyka ve Glasmost. Bizim o süreçte seçtiğimiz meclise koyduğumuz insanların çok fazla söz hakkı yok. Bizim bir sorunla uğraşmamız lazım! PKK zaten var. 93 bandındaki cinayetlerin bu kadar sık olmasının nedeni de bu. 1993'te Özal da gidiyor. Özal bu oyunu bozmak isteyen ilk adam. Bu eksenden çıkmak istiyor ve bunu da canıyla ödüyor. Bunun lamı cimi yok, kim ne derse martaval!
Bu 'kendi derdimize düşmemize yönelik' planlar hâlâ yürürlükte mi?
Bizim en büyük handikabımız içimizdeki yabancılar. Şu anda sıradan bir insanın AK Parti hükümeti süresince kaç tane 'finansal darbe' yapılmaya çalışıldığından haberi yok! Mesela Mayıs 2006'da Durmuş Yılmaz'ın bir ifadesi var; "Büyük bir tehlike atlattık" diyor! Kimse bunu tek sütun haber yapmadı. Türkiye'ye Amerika kaynaklı büyük bir darbe yapılmaya çalışıldı, aynı 2001 krizindeki gibi. Türkiye yemedi bunu. Şimdiki ekseni koruyabilmek için büyük mücadele verildi.
Türkiye'nin özgürlüğe kavuşmasıyla ilgili bir tarih veriyorsunuz: 2006 Kitaptaki kahramanımız Affan'ın da burada büyük bir payı var? Affan Şato'nun şifresini çözüyor!
Bilmediğimiz yerlerde bilmediğimiz savaşları kazanan insanlar var. Bilmediğimiz yerlerde bilmediğimiz savaşlarda canlarını veriyorlar… Etrafımızda bir koruma kalkanı var, insan bunu öğrenince mutlu oluyor. Tabi bu devletler arası bir mücadele. 60 yıllık bir alışkanlık, bir yol haritası kaldırılıp çöpe atılıyor. Amerika'yla artık 'eşit ortak' gibi konuşuyoruz. Bu onurlu bir ilişki. 2006'dan beri seni karakol gibi kullanamıyor artık. Valisi Mr Goldsmith artık yok, ben onu söylüyorum.
Ergenekon süreci – Şato ilişkisini nereye koymak lazım? Bir bağlantı var mı aralarında? Bu süreci nasıl okumak lazım..
Ergenekon büyük bir ahtapotun sadece bir kolu. Bunun finansı var, iş dünyası var, basını var, ekonomisi var. Var oğlu var. Biz Ergenekon'u tanıyoruz üç - dört yıldır, ama sadece bir kanadı alınıp içeri götürüldü. Bunu şöyle düşün; Genel Kurmay bir açıklama yaptı ve bugün internet üzerinden hükümet karşıtı yayın yapan elli siteyi Dursun Çiçek'in yönlendirdiğini söyledi. Ben de halka diyorum ki; ne olur kısa haberleri iyi okuyun, şifreler gazetelerde var! Biraz dikkatli okuyalım sadece… Kadın - kız haberlerini, spor haberlerini okuyup geçmeyelim… Bir arınma var ben de bu arınmanın ne olduğunu okuyucuya bırakıyorum. Benim kitabımı okusunlar, haberleri okusunlar… Ama Dursun Çiçek'in haberine iyi baksınlar. Adamlar, "O yaptı" diyor, şimdi nasıl 'okuyacağız' bu haberi Allah aşkına! Okuyucu düşünsün bunu.
Israrla askerle hükümet arasında bir sorun varmış gibi yansıtılıyor, yok! Eğer öyle bir şey olsa 'mâlum gazete' askerden binlerce haber yapıyor olurdu son dokuz yılda. Bir tane haber yapamadı. Önceden alıyordu, şimdi neden alamıyor, çünkü devlet değişti, bak sana da şifreleri veriyorum yavaş yavaş...
Kitapta Adnan Menderes ve Turgut Özal'ın mezarlarının bulunduğu caddeye de bir atıf yapıyorsunuz…
Doğru neden ismi 'Vatan' olan caddede iki liderin kabirleri orada da kalan herkes Ankara'da! Bunu sorsun okuyucu cevabı da kendileri versin lütfen… Ben sadece düşünmeye davet ediyorum.. Cevabı da kitapta veriyorum. Okuyucu da bir düşünsün Ergün Diler ne demek istiyor diye!
Kitabın dayanak noktalarından biri de Özdemir Sabancı suikastı! Olaylar bu suikastın etrafında anlatılıyor!
Özdemir Sabancı suikastının önemi şu, bu yapının en son ve en önemli cinayeti Özdemir Sabancı. Özdemir Sabancı suikastı şöyle önemli, Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, cinayeti işledikleri düşünülen isimler. Mustafa Duyar öldü, kuvvetle muhtemel ki, diğerleri de öldüler. Benim Selçuk Parsadan'la yaptığım, yayımlanmayan bir röportajım var. Duyar'la aynı koğuşta kalıyorlardı. Orada bende kalmak kaydıyla söylediği bazı şeyler var Parsadan'ın. Madem Özdemir Sabancı'yı bunlar öldürdü, niye ortadan kaldırılıyor ve niye Belçika'ya NATO'nun üssüne kaçıyorlar! Niye Uganda'ya gitmiyorlar, niye Belçika'ya sığınıyorlar…
Devlet adına iş yaptıklarını zanneden kişilerin aslında Şato adına iş yapan insanlardan da söz ediyorsunuz…
Haluk Kırcı da vatan millet adına bir şeyler yapıyordu, ama onun bağlı olduğu adamların en tepesinde, en arka planında Şato vardı. Şato ahtapotu yönetiyor. Burada şeytani zekayı taşıyan kırk bir adam var. Bir numara Amerikalı! Mr Goldsmith! İki numara, üç numara var! Kaç zamandır konuşuluyor, kimse yazamıyor. Hatta şunu da söyleyeyim kitaptaki isimlere bakınca orada da şifreler var. Oradan hareketle gerçek isimleri bulmanız mümkün.
Goldsmith ismi gerçek mi peki? O son dönemin bir numarası sanırım!
Goldsmith gerçek isim, Amerikalı. Bunları Amerika'nın valisi, karakol komutanı gibi düşün. Bunlar dönem dönem bayrağı devralıyorlar. Bu 2006'dan önceki son bir numara. En son arkasına bakmadan kaçan Goldsmith.
2011'de tamamen bir arınmadan söz edebilir miyiz?
Zaten belli değil mi, ülke büyüyor, ülke genişliyor. İnsanlar yüzde elli oy veriyor. İnsanlar bir şeyi fark ediyorlar ama neyin en olduğunu bilmiyorlar. Erdoğan'ın Davos'taki 'One minute çıkışından sonra Brezilya, Küba ve Venezuella gibi 18 ülke Filistin'i tanıdı. Bu bile Türkiye'nin artan gücünü ortaya koyuyor. Filistin'e sadece 'Mavi Marmara' olarak bakmasın arkadaşlar.
Kitapta anlıyoruz ki 'derin devlet' gerçekten de derinde?
Derin devlet lafı Mehmet Ağar'dan çıkmıştır Uğur Mumcu suikastı sonrası. O da 93. Derin devletten kasıt, benim Şato'daki derinlikle paralel. Şato bire bir bir tanıma uygun olduğu için aslında doğru bir şey söylüyor adam. Ama biz onu sıfat olarak algıladık 'derin' diye. Aslında fiziksel olarak da derin. Biz bilinmeyen görünmeyen, çok sofistike bir yapı zannettik aslında basbayağı yerin altında….
Kitabın sonuna doğru anlıyoruz ki, aslında onların iki numarası bizim bir numaralı destekçimiz?
Adam geliyor devletini kuruyor ama biz yine oraya bir adam sokuyoruz. Bu da bize özgü bir şey.
Bir de Cem Ersever melesi var! Uğur Mumcu suikastında onun temin ettiği patlayıcılar mı kullanıldı?
Gençliğimizde yabancı silahlar ve patlayıcılar hep Bulgaristan sınırından girerdi. Sonra bir anda bunlar Kuzey Irak'tan girmeye başladı. Demek ki, Amerika yıllar önce Irak'a çökme planını yapıyor. Cem orada etkili, Cem'e diyorlar ki, " Bize C4 lazım. Cem Ersever patlayıcıları alıp, Ankara'ya gönderiyor ve akabinde Uğur Mumcu ölüyor. Ersever, Mumcu'nun, kendisinin hazırlayıp gönderdiği C4'lerle öldürüldüğünü anlayınca Ankara'ya gidiyor ve "Dünyayı başınıza yıkacağım, diyor. "Toplayacağım bütün gazeteleri, televizyonları anlatacağım," diyor. O şansı ele geçiremiyor…
Bir de Hiram Abas'la ilgili bir anekdot var kitapta!
Hiram Abas, bir gidiyor Beka'ya bakıyor, 'ülkücü' burada 'solcu' burada, ASALA burada, PKK burada. Diyor ki, "Faka bastık!" Hemen Özal'a yanaşıyor. Özal onu MİT'in başına getirmek istiyor, fakat gücü yetmiyor. Devlet Başkanı olsanız da bazen gücünüz yetmiyor…
Amerika'nın Türkiye'de gizli üsleri var mı?
Türkiye'de bilinmeyen 33 tane Amerikan üssü var(dı)! Hatta çok önemli bir Paşa, 1. Ordu'da görevliyken, Kandıra'daki bilinmeyen Amerikan üstünde gözaltına alınmak istendi.
İkinci kitaptan biraz ipucu alabilir miyiz?
1996 – 2006 arasında önemli bir on yıl var. İkinci kitabın konusu bu on yıl olacak. Tabi kitap yazmakla ilgili zamanla ilgili bir problem var.
Bu tarihler arasında da önemli süreçler yaşandı. 28 Şubat ve 2001 krizi ilk akla gelenler. Bunların Şato bağlantısı var mı?
28 Şubat, şeriat hadisesi falan değil. İçerdeki yabancılar, Şatonun kararıyla, 120 milyar dolar paramızı götürdüler.. Bir para çalınıyorsa ve para burada kalıyorsa yine sorun olmaz. Sağ cepten sol cebe gidiyorsa sorun yok, ama bambaşka bir cebe gidiyorsa sorun tabi. İftar dediler, yemek dediler, canımıza okudular. Bir iftar yemeği 120 milyar dolara mâl oldu. Dünyanın en pahalı iftar yemeği. Neymiş üç tane Müslüman bir araya gelmiş, nerede gelecek bunlar bir araya. Yapmasınlar mı iftar?
Bir de o dönem Kaddafi'nin meşhur çadırında Erbakan'a gösterdiği bir tepki var, nedir bunun sebebi?
O dönem Filistinli Şakaki öldürülüyor. Çadıra da Tansu Çiller'in de içinde olduğu bir operasyonla CIA ajanları tarafından öldürüldüğü bilgisi geliyor. Kaddafi de diyor ki, sen nasıl Amerika'yla iş birliği yapan bir kadınla (Amerika ile iş birliği yaptı için değil ona gelen bilgi öyle olduğu için) hükümet ortağı olursun diyor. Bu işi kotaranlar ise Mehmet Özbay ( Abdullah Çatlı'ya kimlik hazırlayan kişi) ile Türkiye'de özel bir üniversite sahibiyle birlikte kotarmıştır. Bu iki şahıs Malta'da buluşuyor, dosyalar hazırlanıyor, Şato'nun emriyle ve Kaddafi'ye başka kanallardan ulaştırılıyor. Çiller'in de haberi yok Erbakan'ın da. Ama olay Erbakan'a patlıyor. Niye sen CIA'e hizmet eden bir kadınla işbirliği yapıyorsun diye…
2001 krizine bir etkisi var mı Şato'nun?
Bunun bir Anayasa kitapçığıyla olmadığını bilsinler tabi. Bunlar o kadar kolay işler değil. Hiç rahat bırakılmıyoruz 2001'i var, 1994'ü var. Var oğlu var. Bitmez krizler bizde. Ama şu anda yapamıyorlar. Biz yirmi yıldır Yunanistan kadar olamadık diyen köşe yazarlarını okuduk. Bu kadar yanlış analiz yapan insanlara bir çuval dolusu para vermek nasıl bir iştir! Koca koca gazeteciler koca koca köşe yazarları… "Yunanistan kadar olamadık, onların milli geliri şu kadar" diye, genç nesli zehirlediler. Ne oldu şimdi peki? Birisi çıkıp niye köşesinden özür dilemiyor? Niye çıkıp bir tanesi de bu hükümeti alkışlamıyor? Demek oluyormuş bunlar Türkiye'de, biz bize kaldığımızda oluyormuş, halk bir lidere güvendiği zaman, devlet kenetlendiği zaman oluyormuş. Olmayı bırak, ne diyor balkon konuşmasında Başbakan, "Saray Bosna'dan Şam'a kadar sesleniyorum" diyor. Niye rahatsız oluyorsun! Birbirimizi yiyelim, aynı silahla on beş sağcı, on beş solcu genç ölsün, eskiden olduğu gibi, bunu mu istiyoruz?
Türk devleti artık değişti. Her ülkeyle eşit ve onurlu bir şekilde konuşuyor. Önceden eğilip bükülen birinin dediğini şıp diye yapan ülke artık yok. Şu an Türk devletinin kafasına yatmayan hiçbir şey olmuyor. Pakistan'dan Tunus'a olan hatta Türkiye'nin haberi olmayan hiçbir şey yok. Nerede Türk varsa orada bilgi var. Tarihi Şato ve adamları yazdığı için öğrenemiyoruz gerçeği! İnsanlar bizim Padişahımızın vermediği toprağın adamın Taksim'de alındığınıdığını bilsin! O Şato'da ele geçen belgelerde şok görüntüler var!
Kitapta güzel laflarda var söylenen kahramanların ağzından.. Kitapla ilgili ne söylemek istersiniz son olarak?
Vakit olmadığı için kitabı gece yarısı yazdım. Gece 1'le sabah 5 arasında. Demek ki, o ara şair ruhum uyanıyor, öyle düşünmek lazım… Herkesin okuması ve elinin altında bulundurması geren bir kitap. Bunu kibir olarak algılanmasın. Benim bir gazeteci olarak yedi sekiz yıllık faaliyetimin ürünü bu. Onlarca insanla bir araya geldim, konuştum, çok uykusuz kaldım. Ben bu kitabı bin iki yüz sayfada yazabilirdim, ama herkes anlasın diye çok sarih ve en az tutabilecek sayfada tuttum. Kimsenin zamanı yoktu ve herkesin zamanına saygı gösterdim. Altmış yılı iki yüz sayfaya sığdırmaya çalıştım, sığmaz ama sığdığı kadarıyla…