Sanatta köpeğin nasıl ele alındığını inceleyen bu çalışmayı yapma fikri nasıl doğdu? - Ne köpeğe ne de kitapta ele aldığım köpeklerin yer aldığı resimlere özel bir ilgim vardı. Müzik üzerine yaptığım yoğun bir çalışma sırasında, bir sergiye gittim ve bütün çalışmam alt üst oldu. Bu sergide, Bayram Candan'ın Köpek Sayfaları adlı yerleştirmesi vardı. Sergiyi gördükten sonra içim rahat etmedi, mutlaka bu konu üzerinde çalışmam gerektiğini düşündüm. Yaptığım çalışmayı kesip, iki yılımı bu çalışmaya ayırdım.
- Konunun sınırlarını neye göre belirlediniz?
- Çok geniş bir konu, mümkün olduğunca sınırladım. Sanatında, köpeğin ciddi biçimde yer ettiği sanatçıları ve alımlamasını ilginç bulduğum birkaç sanatçıyı aldım. Mesela Oktay Anılanmert, köpeği sadece bir dönem ele almış. Üç sanatçının üzerinde de çok durdum. Müzikte fazla bir şey bulamadım, sadece Vivaldi var, onu yazdım. Edebiyattan birkaç örnek aldım. Zannediyorum bu şekilde, köpeğin toplumdaki alımlanmasına ışık tutmuş oluyorum.
- Yurt dışında bu konu üzerine yayınlanmış inceleme kitapları var mı?
- Çok az bulunmakta. İsviçreli bir hanımın bilimsel bir doktora çalışması ve tanınmış bir sanat tarihçisinin, baştan sona köpekleri ele alan bir kitabı var. Ama minyatürlere kadar gitmiyor.
- Kitabınızın dikkat çeken bir özelliği de; alımlama yaptığınız sanatçıların yaşamları ve genel olarak sanatları hakkında da bilgi veriyorsunuz.
- Ben biraz bağlamcıyım. Alımlama, kızımla aramızdaki tartışma konusudur. Bir resim, bir kitap tek başına da alımlanabilir ama bence çok eksik kalır. Mutlaka onu bir bağlam içinde almak gerek; sanatçı içinde ve toplumsal yapısı içinde, benim bütün çalışmalarım öyle.
- Türk sanatında köpeğe, kedi kadar yer verilmeme sebebi sizce ne?
- Tam nedenini bilmiyorum. İslam dininde köpek için 'mekruh' derler, ama bunun böyle olduğuna inanmıyorum. Belki sonra hadislerle çıkarılmış olabilir. Köpek, Kuran'da Yedi Uyuyanlar hikayesinde geçer. Feridun Oral kitap üzerine bana bir mail atmış; 'Kediler bu kitabı çok kıskanacak,' diye.
- Edebiyatta köpeğe, resimdekinden çok daha fazla yer verilmesini nasıl açıklayabiliriz?
- Onun nedenini bilemiyorum. Zannediyorum, sanatı köpeğin bakış açısından ele almak, yazar için çok daha ilginç. Köpeğin bakış açısından resim yapan ressam pek yok. Yüksel Arslan'da bile yok. Yüksel Arslan yine insanın bakış açısından köpeğe bakıyor, köpeği insanlaştırıyor ya da köpek olarak ele alıyor. Köpeği aşağılıyor ya da yüceltiyor, ama hep bir insan bakış açısıyla yapıyor bunu.
KÖPEK ÜZERİNDEN TOPLUM ELEŞTİRİSİ
- İncelediğiniz sanat eserlerine bakıldığında, değişik toplumların köpeğe olan bakış açılarının da farklı olduğu göze çarpıyor...
- Virginia Woolf'un Flush öyküsünde olduğu gibi İngiltere'de köpeğe bir birey olarak önem veriliyor. Thomas Mann'ın Efendi ve Köpeği kitabında ise efendi ön planda. Bu hâlâ Almanlarda olan birşey. Haldun Taner de, Sancho'nun Sabah Yürüyüşü'nde bir Alman köpeği anlatıyor.Tam bir Alman ve faşizan duruşla, köpeğin duruşunu anlatıyor. Fransa'da ise köpeğe daha geç değer veriliyor, ondan öncesinde hep süs eşyası gibi. Kuzey sanatında köpek, çocuklarla birlikte olan toplumun içinde bir birey gibi. Bu deneysel bir çalışma olduğu için, biraz da okura bırakmak istedim.
- Türk Edebiyatı'nda çoğunlukla, köpek üzerinden toplum eleştirisi yapılmış.
- Mesela Orhan Kemal olsun, Refik Halit Karay olsun, onlarda çok toplumsal eleştiri var. Tabii Haldun Taner'in eseri de öyle. Taner, köpeğin gözünden bütün bir Ankara sosyetesini anlatıyor. Hep köpeğin bakış açısından okuyoruz, müthiş bir toplumsal eleştiri.
- Zaman içinde sanatta köpek insanlaştırılırken, insan da köpekleştirilmiş. Mesela Yüksel Arslan'ın insanı eleştirmek için onu köpekleştirmesi, yine köpeğe olumsuz bir bakış açısı değil mi?
- İnsanın köpekleştirilmesi çok olumsuz birşey. Köpeğe yönelik değil, ama o da karışıyor. Yüksel Arslan'da birbirine karışan şeyler var. Köpeği hem olumlu, hem olumsuz gösteriyor.
- Kitabı hazırlarken Yüksel Arslan ile köpeğe nasıl baktığı konusunda konuştunuz mu?
- Yüksel ile bunu konuşmadım. Siz şimdi söyleyince farkına vardım, belki de bilinçaltımda bu konuşmayı yapmak istemedim. Çünkü sorarsam, kendi alımlamam etkilenecek. Oysa ben alımlamada tamamen özgür kalmak istiyorum. Sanatçının hiç düşünmediği bir şey de olabilir, benim o resime kattığım bir alımlama boyutu olabilir belki de.
- Sanatçı Guillermo Habacuc Vargas'ın bir bienalde, sokaktan bulduğu bir köpeği bağlayarak, ölüme terk ettiği ve büyük tartışmalara yol açan yerleştirmesine de değinmişsiniz. Böyle bir şeyden sanat diye söz etmek mümkün mü?
- Tabii değil. Ona çok tepki geldi. Savunması; 'Zaten ölecek, sokakta yüzlercesi böyle ölüyor,' şeklindeydi. Sanat değil bu. Sanat bir yerde yaratıcılık olmalı, bunda bir yaratıcılık yok.
- Bu tarz örneklerden yola çıkarak, sanatın tıkandığı yolundaki düşüncelere katılıyor musunuz?
- Belki sanat, bugünlerde tıkanma yaşıyor denilebilir. Çünkü biraz da biçim değiştiriyor. Çok değişik sanat türleri çıktı ortaya. Daha çok videolar, yerleştirmeler var, yurt dışında öyle. Eskisi gibi 'bir manzara resmi alıp duvara asalım' diyen yok, ama bu, sanat ölüyor demek değil.
- Üzerinde çalıştığınız yeni çalışmanızdan bahseder misiniz?
- Yeni çalışmam Mozart ve onun son operası Sihirli Flüt üzerine. Müzik incelemesine girmiyorum, çünkü müzik bilimcisi değilim. Ama sahneleme, operanın yorumu, Mozart'ın yorumu ve bugünün gözünden Mozart üzerinde duracağım. Sihirli Flüt, bizde de iki kez sahnelendi. Bizim izleyicimizi de ilgilendirir, diye düşünüyorum. Ama asıl benim merakım, Mozart'ı çok seviyorum. Özellikle Sihirli Flüt'ün, Mozart'ın politik duruşunu ortaya koyduğuna inandığım için böyle bir çalışmaya giriştim.
- Sizin ciddi bir müzik eğitiminiz ve bu alanda çalışmalarınız var zaten. Almanya'da çembalo ve oda müziği eğitimi görmüşsünüz. 'İstanbul Barok Müzik Topluluğu' kurucularındansınız...
- Evet, müzik eğitimim var. Konservatuarı burada okudum. Çembalo çalmak çok istiyordum ve 1968 yılında Almanya'da Freiburg Yüksek Müzik Okulu'na gidip öğrendim. Müzik eğtimim var, ama müzikolog değilim tabii.
- Türkiye'de çembalo çalan çok az kişi var değil mi?
- Şimdi nasıl bilmiyorum ama azdı. Buraya geldiğim zaman Ankara'da çembalist bir hanım vardı, başka kimse yoktu. Sonra gençler yetişti. 20 yıldan uzun süre konser verdik, ama tabii çok küçük çevrelerde. Mesela kiliselerde konser veriyorduk, Türk - İngiliz dernekleri bize çok ilgi gösteriyordu. Çok hoş konserlerdi.