Geçtiğimiz sezon sinemadaki performanslarıyla dikkat çeken Tülin Özen, Ezgi Mola, Selma Ergeç, Görkem Yeltan, Saadet Işıl Aksoy ve Beste Bereket'i; Milliyet Sanat dergisinden Nil Kural biraraya getirdi. Ünlü oyuncular dizi sektöründeki sosyal sorunlardan, oyunculuk ekollerine kadar pek çok konuyu değerlendirdi...
SELMA ERGEÇ
50'LİK BİR ERKEĞE JÖN ROLÜ OLUYOR
Son dönemde hem Türkiye'de hem de dünyada daha doğal, 'oynamak değil de olmak üzerine' performanslar görülüyor. Yönetmenlerin talepleri ve oyunculuk metotları bu yönde... Hikayeyi daha doğal, hayata daha yakın bir üslupla anlatmak, hikayeye daha çok hizmet ediyor.
DÜNYA SİNEMASINDA DA AYNI...
Kadın üzerine çok az iyi film yapılıyor. Aslında bu yıldan 'Kıskanmak' ve 'Uzak İhtimal'i düşünürsek, sanki biraz daha çoğaldı. Ama sinema erkeklerin elinde... Yapımcılar, senaristler, yönetmenler erkek. Tabii, parasını erkek verip, senaryosunu erkek yazıp, filmi erkek çekerse ne olabilir ki? Bu sadece Türkiye'ye özgü değil, dünya sinemasında da durum aynı. Belki bizde boyut farklı ama kadın oyuncuların durumu, özellikle popüler sinemada her yerde aynı... Erkek 50 yaşında da jönü oynar. Ama sevgilisini oynayan hatun 20'lerinden öteye geçemez. Bağımsız sinemada, daha ilginç kadın öyküleri görüyorum.
BURNU HAVADA İZLEYİCİ DEĞİLİM
Oyuncunun para kazanabileceği, bir reklam sektörü var, bir de dizi. Sinemadan henüz öyle bir para kazanılmıyor, keza tiyatrodan da öyle. Türkiye'nin inanılmaz bir dizi yoğunluğu var, izlenme oranı yüzde 94 gibi bir şey. Kimse kitap okumuyor, radyo dinlenmiyor, gazete okumuyor, herkes dizi izliyor. Ben hiç burnu havada bir izleyici değilim, hatta eğlence sinemasının ve dizilerinin büyük bir hayranıyım. 'Sex and the City' manyağıyım ama dizilerimizin bir iki tane tatlı repliği olsun, bir iki tane soruna parmak bassın, bir iki düşündürtsün istiyorum. Yemeğine bak, kocanla kavga et, bizim dizilerde bir şey kaçırmazsın...
İNSANİ SORUNLARA DEĞİNİLSE...
Biraz sosyal sorumluluk derdine girsen, karakterleri biraz daha derinleştirsen, gerçekten insani sorunlara değinsen, birazcık gerçek hikayeler anlatsan ne olur. Böylece en azından televizyon, eğitim sistemiyle birlikte yürüyen manipülatif bir sistem olmaktan çıkar.

GÖRKEM YELTAN
KALİTE SORUNU POPÜLER SİNEMADA
Meslek örgütleri birlikte örgütlenmedikleri, muhataplarını alamadıkları sürece tek bir meslek grubunun örgütlenmesiyle zaten sektör oluşmaz. Oyuncular örgütlendiğinde karşısına bir yapımcıyı muhatap alamıyorsa, çayı taşıyan abi ile yapımcı aynı gün işsiz kalıyorsa, kimsenin iş garantisi yok. Tehlikeli bir yerdeyiz. Dizilerin oyuncu için avantajları var. Bir oyuncunun, İstanbul gibi bir yerde kurumsal bir tiyatrodan kazandığıyla yaşaması mümkün değil. İkincisi de oyuncularla buluşma imkanı veriyor. Senede bir tane filmde oynasam, çalışabileceğim oyuncu sayısı belli. Ama dizilerde ustayla karşılaşma imkanınız var.
SONUCU UMUTLU OLUR MU?
Bu ülkeden bir yılda 70 tane hikaye çıkmış. Bunlar sıkıntının içerisinden yeşeren insanlar. Demek ki o sıkıntıların içerisinden düşük bütçelerle, çekebileceği şekilde film çeken insanlar çıktı. O yüzden 70 rakamı umutlu. Karşılığı umutlu mu? Olmayabilir, hepimiz biliyoruz bunu. Benim gözlemim şu yönde: Zaten Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan'ın da aralarında olduğu isimler, yurtdışında takdir edilerek, kişisel hikayelerle, bir yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Kalite sorunu dediğimiz bence, sanat filmlerinde değil, ticari, popüler sinemada.
TÜLİN ÖZEN
DİZİLER CEPTEKİNİ SÜREKLİ GÖSTERİR
Yeni bir dünya yarattığını düşündüğüm senaryo, beni her zaman çekiyor. Okurken başka dünyalar görüyorsun. Başka bir yerde, başka bir evde... Senaryoda bu dünya yarımsa veya dünyadan dünyaya geçiyorsa, benim için senaryo orada kırılıyor ve daha tam olmamış hissi veriyor. Diziler sizi sürekli oynattığı için cebinizdekileri görüyorsunuz. Ama cebinizdekileri orada harcamak istemiyorsunuz. Başı sonu belli bir karakter yaratmak başka bir şey... Dizilerde her hafta başka bir şey yapabilen bir karakter oynamaya zorlanıyorsun. Yönetmen "Oraya biraz daha üzülsene, belki oradan yürürüz" diyebiliyor mesela.
EZGİ MOLA
ENSEST SORUNU SİNEMADA YOK

Türkiye'deki oyunculuk, dünyadaki oyunculuk tarzlarıyla paralel ilerliyor. Mesela 50'lerin sinemasında saçlar, makyajlar abartılıydı, oyunculuklar da öyle. Şimdi daha sıradan gibi gözüken ama alelade olmayan bir tarz hakim...

Türk Sineması'nda kendine yer bulamayan sadece kadın öyküleri değil. Mesela son yıllarda ciddi bir ensest sorunu var. Mecliste konuşulması bile düşünülüyor ama sinemada hiçbir şey göremiyoruz.

Bu yılki, Yeşilçam Ödül Töreni'nde, Reha Erdem sahneye çıktı ve "Benim, oy veren jüri üyesi kadar seyircim var" dedi. Çok trajikomik bir durum ama böyle... Tabii ki, çok film yapılması heyecan verici...

Seyirciyi sinemaya çekmek için kafa yapısını değiştirmek lazım. Sinemaya gitmek bir hobi olarak gösteriliyor. Düzenli bir seyirci olabilmek zor bizim toplumumuzda.
BESTE BEREKET
KADIN HİKAYESİ OLMAMASI NORMAL
Bu yıl çekilen filmlerde kadınlara yönelik roller daha azdı... Ataerkil bir toplumda, kadınların problemleri erkeklerden kaynaklanıyor. Bir erkeğin bir kadının hikayesini yeterince güçlü yazamaması çok normal. Çekirdek çıtlarken de, çocuk bakarken de takip edilebilir bizim diziler. Zaten bir şey düşünmeye sevk eden bir şey olduğunda çok insana ulaşmıyor.
SAADET IŞIL AKSOY
SERT BİR FİLM ÇEKİLECEK Mİ?

Bir Yunan filmi izledim 'Dog Tooth' adında, çok iyi ve sert bir filmdi. Aramızda sadece bir Ege Denizi var ve benzer süreçleri yaşamış toplumlarız. Dibimizdeki bir coğrafyada bu yapılıyor. Türkiye'de yapılsa yine yapılır. Ama nasıl yapılır acaba? Ne zaman yapılacak, ne zaman oynayabileceğiz? Bunu yapamamamızın nedeni de bence tamamen kendimize koyduğumuz engeller...

Geçen yıl Türkiye'de 70 film çekilmiş olması güvenilir bir veri değil. Kendimizi trendlere çabuk kaptıran bir toplumuz. Dolayısıyla seyirciye ona yeni bir şeyler vermek çok önemli. İzleyici parası çalınmış gibi hissetmemeli. Bu dengeyi tutturmak çok önemli ki, devamlılığı olabilsin.