İtiraf etmek gerekirse... İskender Pala'nın Abum Rabum romanını okumak epeyce zamanımı almıştı. Kitabın hacmi değildir beni zorlayan. Yazarın okuru 'bilgilendirme' ısrarcılığıydı. Özellikle bunu kahramanlarına yazdığı uzun monolog yahut diyaloglarla yapmaya çalışmasıydı. Dikkatimi toplamakta zorlanmıştım.
Son romanı İtiraf'ı aynı kaygıyla aldım ve okumaya başladım. İtiraf etmek gerekirse pişman oldum. Hayır, kitabı aldığım ve okuduğum için değil. Pala'nın okuması zor bir roman yazmış olabileceği düşüncesi bir anlığına da olsa zihnimden geçtiği için
Dört saatlik bir uçak yolculuğunda İtiraf'ı neredeyse başımı kaldırmadan okuyup bitirdim. Hatta bazı bölümlerini işaretledim ve dönüp tekrar okudum. Keyif ve zevk aldım. Pala'nın erken dönem kitaplarında Divan edebiyatına meraklı bir lise talebesi olarak duyduğum hazzı, bu romanda orta yaşlı bir edebiyat okuru olarak duydum.
GERÇEK VE HAYAL
İki meseleye belki biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
Bunlardan ilki ifadelerin gramatik ayrımı. Tarihi bir dönemde mesela Fatih döneminde geçen, içerisinde Ali Kuşçu gibi tarihi şahsiyetlerin bulunduğu bir esere, kurmaca karakterler eklemek ne kadar doğrudur?
Bence bunda bir yanlışlık yok; çünkü aksini düşünmek edebiyatı ve diğer birçok sanatı imkansız kılar. Öte yandan tarihin de bilimselliği tartışmalı bir bilim olduğu düşünülürse ifadeleri; tarihi ifadeler, masalsı ifadeler ve hikaye ifadeleri olarak ayırıp yola devam etmekte bir mahzur yok.
İkinci mesele edebiyatta anakronizme ne kadar müsaade edilebileceği. Sanatçı yaşadığı çağda gözlemlediği sorunlarla yüzleşmek, onları çözümlemek için geçmişe kaçabilir mi?
Bu soruya da evet demekten başka şansımız yok, hatta bu kaçışı bir mecburiyet olarak dahi görmek mümkün, özellikle insanın tabiatında ve cemiyetin yapısında zaman içerisinde değişmeyen ya da pek az değişen hususlar olduğu düşünüldüğünde, mevzubahis olduğunda, bugünü anlamak ve anlatmak için dünden hatta yarından faydalanılabilir.
TEFRİKA ÇIKARMAK
"Akıl bir küheylana benzer; evcilleştirmeden, gem vurmadan binerseniz sizi üzerinden atar" der eskiler. Bilgi güçtür fakat kötüye de kullanılabilir. İlim sahip olunması teşvik edilen, övülen bir hususiyettir fakat kibirle birleştiğinde insanı körleştirebilir, cahilleştirebilir. Yakıcı ve yıkıcı bir nitelik kazanabilir.
Bu arıza yalnızca fert için değil cemiyet için de geçerlidir. Toplumlar da tıpkı insanlar gibi hastalanabilir. Fitne, fesad çıkarılabilir; tefrika tohumları ekilebilir, taammüden işlenmiş bir kötülük toplumu ifsad edebilir. Üstelik bu belaların açtığı yaraları onarmak, cemiyeti bu hastalıktan kurtarmak her zaman mümkün olmayabilir.
İtiraf romanında kahramanın kahramanın işe yaramayan son pişmanlığı bununla alakalıdır.
BEKLENEN ESER
SABAH gazetesinin hafta sonu eklerinde çalışırken İskender Pala ile yeni çıkan kitapları hakkında mülakatlar yapmıştım. Pala'nın bu mülakatlarda ısrarla vurguladığı hususlar arasında "sanatçının çalışkan olması" ve "sanatçının topluma yararlı olması" geliyordu. İlk makalelerinden başlayarak kendisine bir misyon edinmişti. Romanlarının çoğunda bugünün gençlerine 'rol modeli' olabilecek şahsiyetlerin hayatını konu ediniyordu.
Bu romanda bir farklılık var. Çünkü kahramanımız örnek alınması değil; alınmaması ve kendisine karşı dikkatli olunması gereken bir şahsiyet. Bana kalırsa bu farklılık yazarı misyonundan uzaklaştırmıyor, bilakis yaklaştırıyor. Çünkü her şey zıddıyla kaimdir.
Son olarak şunu söylemeliyim: Dilerim İskender Pala'nın evvelki konuşmalarımızda sözünü ettiği "ateş denizinde mumdan gemileri yüzdüreceği" fantastik romanı da bir an evvel yayımlanır. Yazarın çocukları büyümüş olabilir ama halen büyüme çağında olan ya da büyümeyen çocuklar var.