Kuban'ın üzerinde düşünmediği mimarlık, kent, sanat tarihi, estetik sorunsalı yok gibi. Üstelik bunları akademik bir yazının 'steril' yaklaşımıyla ele almıyor. O Türk-Osmanlı sanatı ve mimarisi alanlarında evrensel düzeyde bir uzman
Türkiye sanat tarihçiliği bakımından zengin bir ülke değil. Hatta biraz geriye bakarak düşünülürse bu alandan ve estetik, sanat kuramı alanından hatırlanacak isimlerin pek de fazla olmadığını insan üzülerek görür. Bir dönemlerin kurucu ismi Celal Esat Arseven, daha sonranın Mazhar Fuat İpşiroğlu, Suut Kemal Yetkin gibi adları bugün de ilgili çevrelerin zihinlerinde. Daha sonraki dönemler çok parlak çalışmalar yapan bazı akademisyenler tanıdıysa da onların bu ölçüde topluma mal olduğunu söylemek mümkün değil.
Nedeni basit: akademik dünyanın dışa kapalılığı içinde geliştirilen söylem ve toplumsal sorunlara mesafeli davranmak bu alanları soyutluyor.
Doğan Kuban, andığımız adlardan sonra gelip toplumsallaşmış bir isim. Bunun tek bir nedeni var: Kuban sadece konulara yetkin bir bilim adamı olarak yaklaşmakla kalmıyor, bilimsel çalışmalarıyla sağladığı birikimi toplumsal sorunların tartışılması, çözüme kavuşması için bilgelikle seferber ediyor.
Kuban, esasen bir mimarlık tarihçisi. Fakat kendisiyle yapılan bir nehir söyleşi kitabına verilen adla onu bir Rönesans İnsanı olarak nitelendirmek gerek. Kuban'ın üzerinde düşünmediği mimarlık, kent, sanat tarihi, estetik sorunsalı yok gibi. Üstelik bunları akademik bir yazının 'steril' yaklaşımıyla ele almıyor.
Kuban'ın sanat/mimarlık tarihçiliği Orta Asya'dan bugünkü kentsel dokuya, mimarlık sorunsallarına kadar tüm alanları kapsıyor. Söz konusu çalışmalarının bazıları bugün kendi alanında birer klasik kabul ediliyor. Batıya Göçün Sanatsal Evreleri, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, Sinan'ın Sanatı ve Selimiye, Osmanlı Mimarisi, Selçuklu Çağında Anadolu Sanatı, Türk Hayat'lı Evi bunların bazıları. Bu birikim bir yandan İslam sanatının temel problemlerini irdelerken bir yandan da Divriği Ulu Cami'de olduğu gibi biricik, benzersiz yapıtların 'soybilimsel' irdelemelerini içeriyor. Kısacası, Türk-İslam-Osmanlı sanatı büyük mukayeseli perspektifi içinde Kuban'ın çalışmalarının bel kemiğini oluşturuyor.
Geçerken belirteyim, bu verimin bu derecede güçlü olmasının elbette birçok nedeni var.
Fakat Kuban'ın evrensel sanat tarihi birikimiyle içli dışlı olması herhalde yabana atılmayacak bir boyut. Bu nedenle yıllar önce okuduğum (maalesef Türkiye'de erişememiş, Princeton Üniversitesi Firestone Kütüphanesi'nde bulmuştum) onun doktora ve doçentlik tezleri olan Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme ve Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekan Teşekkülü: Rönesansla Bir Mukayese Kuban'ın formasyonunu nasıl bir anlayışla hazırladığını göstermesi bakımından çok önemli.
Fakat hepsinden önemlisi Kuban'ın bütün çalışmalarının arka planına sinmiş bilgeliktir.
Bu kavramı bir belagat kavramı olarak kullanmıyorum.
Çünkü öyle olmasaydı, Kuban bilimsel birikimini bilgelikle birleştirmeseydi, damıtmasaydı demek daha doğru olur, şimdi elimizde tuttuğumuz yapıtı, Doğan Kuban Yazıları Antolojisi, Cilt 1: Sanat, Mimarlık, Toplum Kültürü Üstüne Makaleler, meydana getiren yazıları yazmazdı, belki yazamazdı.
Kitabın adı neredeyse her şeyi açıklıyor.
Bununla birlikte bir noktaya değinmek öncelikle gerekiyor. Kuban, 'toplum kültürü'nden söz ediyor. Bu kavram onun mimarlıkla ve sanat tarihiyle ilişkisini kuran kilit sözcük. Kuban mimarlığı da onun bir parçası olduğu sanat tarihini, estetiği de toplum kültürünün bir parçası olmasa bile kurucu öğesi olarak görüyor.
Mimariyi incelemek bu büyük kanavayı incelemektir.
Modernin geleneksel olanla ilişkisini bu çizgide birleştirmek ve yorumlamaktır.
***
Kuban, haklı, doğru ve yerinde olarak meseleleri bu planda ele alıyor. Kitabın ilk kesimini
Türk Sanatı Üzerine başlığı altında toplanmış yazılar oluşturmuş. Elbette çok ilginç yazılar var. Ortaçağ Anadolu-Türk Sanatı incelendiği gibi, bu bölümde, bana çok dikkat çekici gelen '
Osmanlı sanatında Anadolu-Türk kültürü yorumu' da bir başka yazının konusu. Ama sonraki üç kesim mimarlık sorunlarına ayrılmış. Bunlar '
Türk Kenti Üzerine', '
Çağdaş Mimari' ve '
Mimarlık Eğitimi' başlıkları altında birleştirilen yazılar. (Bu makaleler 45 yıla yayılıyor.
Kuban tüm yazılarını topluyor, antoloji o demek; çok da iyi yapıyor.) Asıl önemlisi '
Türk Kenti Üzerine' bölümündeki yazılar. Birçok toplumsal sorunumuzun kaynağını bu yazıları irdeleyerek bulmak mümkün; çözmekse ayrı bir sorun.
Kitabın daha sonraki bölümlerinden biri beni özel olarak ilgilendiriyor:
Kuramsal Sanat Üzerine Yazılar. Bu yazılar 'özgün' bir estetik görüşün temellerini atıyor. Dikkat çekici nokta ise az sonra değineceğim bir olgu. Kuban'ın evrenselle yerel arasındaki sürekli olarak gözettiği denge. Bu nedenle, örneğin, '
kuramsal yaklaşımda geleneğin dinamik yorumu'nu özel olarak ele alıyor ve bu bir dizi-yazı.
Bir diğer bölüm
Güncel başlığını taşıyor.
İfade edeyim ki, 1980'lerden bugüne uzanan bu sorunlar yumağı bize güncel olarak ne türden konularla iç içe olduğumuzu bir kere daha hatırlatıyor. Bütün serinkanlılığına ve bilgeliğine rağmen bu yazıları okuyunca Kuban'ın da köklü, ayrıntılı çözümler üstünde düşünürken bir o kadar da öfkelendiğini ve durumu doğrudan doğruya sorguladığını gördüm.
***
İşte o noktada Kuban'ın
İstanbul'u ele aldığı yazıları devreye giriyor. Kentleşme, imar, toplumsal altyapı gibi kavramlar etrafında çözümlüyor, irdeliyor, tartışıyor bu sorunu Kuban.
Bu yazıları okurken başka bir şey düşündüm.
Demin belirttiğim gibi asla değişmeyen bir çekirdek hakim İstanbul konusuna. Bu da son kertede rant ekonomisiyle ona direnen bir tutum arasındaki bitmez tükenmez çatışmadır.
Bu 'stadium'un aşılmasını olanaksız gördüğümüz müddetçe İstanbul sorununu daha çok tartışacağız.
Ne var ki, bu, işin maddi ve altyapısal kısmı. Kültürel üstyapı sorunu da var. Ben, bu realitenin diğeri tarafından belirlendiği kanısındayım, her zaman. Fakat bu noktada Kuban'ın benim için ayrıca ilginç ve özgün olan bir tutumu devreye giriyor. Bu da Kuban'ın ideolojik perspektifidir.
Kuban kesin olarak Atatürkçü/Batıcı bir düşünür sıfatıyla kaleme alıyor bu yazılarını.
Atatürkçülüğü ise militarist bir anlayışla benimsemediği açık. Kuban, bu ideolojiyi daha ziyade
Batılı hümanizma/Rönesans-Aydınlanma ve biraz da katı bir
bilimselcilik çizgisine oturtuyor.
Bu modenist bir anlayış ve benim tanımlayışımla '
çekirdek/gerçek' ('ur') Kemalizmin merkezini oluşturur. İdeolojik olarak kabul veya reddedilir o ayrı mesele ama bu kendi içinde normatif bir gerçektir. Nitekim ilgili yazıları hoca
Atatürk, Cumhuriyet ve Devrim Yazıları başlığıyla bütünleştirmiş.
***
Bu kesin ve verili gerçek beni özellikle şu nedenle ilgilendiriyor. Kuban, İslam sanatı ve mimarisi, Türk-Osmanlı sanatı ve mimarisi alanlarında evrensel düzeyde bir uzman. (Kitapta bir de '
Çağdaş İslam Mimarisi' bölümü var.) Fakat bütün bunları yukarıda andığım ideolojik çerçeve içinde kuşatıyor. Son derecede ilginç ve önemli bir özellik bu. Çünkü, Türkiye'de, çok yanlış ve çok 'sekter' bir kanı olarak bu alanların muhafazakar ve 'sağ' çevrelerin ilgisi dahilinde olduğu düşünülür. Oysa Kuban neredeyse bütünüyle zıttı diyeceğimiz bir tercihle gelip o konuları kuşatmış durumda. Ve hiçbir muhafazakar yorumcunun yapamadığı düzeyde bir analiz gerçekleştiriyor, analiziyle koşut bir birikim oluşturuyor. Onunla da kalmayıp geleneksel, örfi ve yerel olanla ilgili çok güçlü yorumlar ortaya koyuyor.
Değindiğim bu durum öteden beri üstünde durduğum bir konuya ışık tutuyor. Geçmiş kültüre yönelmenin ben bir
yöntem sorunu, öncelikle bir yöntem sorunu olduğunu düşünüyorum.
Başta da belirttiğim gibi Kuban'ın yazıp dergilere terk ettiği bu makalelerin şimdi derlenip yeniden önümüze getirilmesi büyük bir imkan. Böylece Taksim'e veya Çamlıca Tepesi'ne camiden '
Anadolu'da Türk şehir mimarisi'ne kadar bir çok alanda yeniden ama bilimsel kaygıları yokumsamayarak düşünmek fırsatını buluyoruz.
Bir hazine bu kitap...