Roman, öykü ve denemelerinin yanı sıra senaryo ve oyunlarıyla da Türk edebiyatına muhtelif muhtevâlar kazandıran Selim İleri, koca bir asrın son çeyreğine henüz girmişken aramızdan ayrıldı. Okurları ve onu takip edenlerle sadece kalemiyle değil, kelâmı, hitâbeti, hâl diliyle de bağ kuran usta isim, yeni senenin ilk günlerinde tüm sevenlerinin kalbinde buruk bir hüzün bıraktı. Kendisiyle sıkı bir ilişki içinde olmadığı insanların bile bir yerlerde rastladığında biraz durup kulak kesildiği bir yazar Selim İleri. Dinginliği, mütevâzılığı, nahifliği, sınırlarını muhafaza eden samimiyeti insanlara dokunabilmesindeki en büyük etkenlerden biri muhakkak. Bu kapsayıcı kimliği ve duruşuyla her fikirden insanın dikkatini de bir şekilde celbetmiş bir isim.
Henüz lisedeyken yazdığı ilk romanı 'Unutulmak', hiçbir yayınevinden kabul görmeyip herhangi bir yazılı mecrada da tefrika edilmeyince yazarlık kariyerinde ilk hayâl kırıklığını yaşayan, ancak küskünlüğü reddeden İleri, yazmaktan ve yazılarının değerlendirilebileceği alanları aramaktan vazgeçmedi. 1968 yılında, daha 19 yaşındayken ilk öykü kitabı Cumartesi Yalnızlığı – Güz Notları yayınlandığında bile ne kapılardan dönmüş, nerelerden çevrilmiş, yazdıklarına göz ucuyla bile bakılmamıştı. En nihayetinde bu bereketli toprağın, kuşkusuz ki büyük bir emek, çalışma ve disiplinle mahsûlâtını verdiğini bugün görüyoruz. Behçet Necatigil'i hatırlatarak başladığı ve babasına ithaf ettiği Cumartesi Yalnızlığı'nda –Sonra büyür daha da / Korkunç yalnızlığımız- 'Suva dö Pari' öyküsü tek başınalığı en güzel anlattığı öykülerden olabilir: ''İnsanların çekilip kaybolabilecekleri romanları olduğunu evsiz barksız kaldığım akşama kadar bilmiyordum'' derken, kitabın belki de en iyi edebî gerçekliğiyle aynı öyküde geçiyor yine: ''Sonbahar, kırık pencere camından bir sarmaşığın kızıl yaprak dökümüyle geldi.'' Dostlukların Son Günü, Yağmur Akşamları, Her Gece Bodrum, Yarın Yapayalnız, Kamelyasız Kadınlar, Kar Yağıyor Hayatıma, Yaşadığım İstanbul gibi roman, öykü ve deneme kitaplarının yanında Kilit, Afife Jale, Bir Demet Menekşe gibi çok sayıda sinema ve televizyon filminin de senaristliğini üstlenen Selim İleri, Türk edebiyatında kalemini en fazla ortaya koymuş yazarlardan biri. Yazdığı eserlerde 'kahramanlarıyla birlikte yaşıyormuş' gibi hissettiren hâlini, verdiği bir röportajda şöyle anlatıyor: ''Edebiyatta bana yol açmış olan bazı eserlerin kişileri, onların hafızamda bıraktığı izler hep yaşadı. Çok kalabalık bir dünyam var ve o insanlar beni mutlu kıldı, sadakatimi hiç yitirmedim.'' Selim İleri'nin bir başka eşlikçileri de şüphesiz ki objeler. Süs eşyalarından, duvarda asılı bir nesneden, bir evin dekorasyonundaki nüanslardan yola çıkarak hareket etmesinin temel itkisi, başkalarının o metni okurken kendisinin gözünden görme ihtimalini kuvvetlendirmek.
YALNIZLIKLA BAŞLADI YALNIZLIKLA BİTTİ
Yalnızlıktan bahsetmenin bir tutku olduğunu düşünen usta yazarın son romanı yine bir 'yalnızlık' içeriyordu ve 'yeni' değildi üstelik. 90'lı yılların sonunda Atilla İlhan ile birlikte Çolpan İlhan'ın evlerinde oldukları bir akşam, İlhan'ın evinin sıcak kendi evinin tüm kaloriferlerinin yandığı hâlde hep soğuk olduğundan yakınan Selim İleri'ye cevaben, Çolpan Hanım'ın ''Yalnız evler soğuk olur oğlum'' demesi, yazarın içine taş gibi oturmuş.30 küsur yıl sonra kitabına bu ismi vermesi hoş bir anı olarak kaldı. Üstelik geçmişle ilintili farklı ipuçları taşıyan eserin baş kahramanı Süha Rikkat karakterinin yazarın eski bir kahramanı olduğunu dikkate aldığımızda, İleri'nin yazınında 'çağrışım' ve 'bağlantı'ların ne denli rol oynadığını görüyoruz. Okurla ilişkisinin ''Cumartesi Yalnızlığı'' yla başlayıp, ''Yalnız Evler Soğuk Olur'' ile bitmesi hüzünlü bir tevâfuk. Bizim hissemize düşense 'yeni' çıkan bir kitabı incelemek yerine, nice söyleyebileceği yeni sözlerini yitiren değerli bir yazarı vefâ ile yâd etmek oldu.