Geçtiğimiz hafta ahirete göçüşünün üçüncü senesini idrak ettiğimiz Sezai Karakoç modern Türk şiirinin kurucusudur. Sadece şiir yazmamıştır Karakoç; düşünce yazılarından fıkraya, hikâyeye, hatırata kadar çok çeşitli disiplinlerde kalem oynatmış bir yazardır. Yazdıkları ile yaşamı mükemmel bir uyum içindedir. İddia sahibidir. Kavramları yenileyen, onlara yepyeni anlamlar kazandıran ihtilalci bir yanı vardır. Kelimeleri de başkalaştırır Karakoç. Yazdıkları muhteşem bir sadelik içindedir. Benzetmelerinde hep doğadan, gerçek hayattan faydalanmıştır. Dilimizin hüner sahibi, büyük bir şairidir. Gelin, Karakoç'u nasıl okumamız gerektiğine dair bir yol haritası çizmeye çalışalım.
Önce şairdir dedim Karakoç için. Dolayısıyla O'nun dünyasına adım atmak için şiirlerinden başlamak gerekli. Karakoç, dokuz kitaptan oluşan toplu şiirleri Gün Doğmadan'ı yaşarken neşretti. Gün Doğmadan'ın ilk kitabı da haliyle sonradan kitap olarak yayınladığı Monna Rosa'dır. Türk şiirinde daha sonra İkinci Yeni olarak anılacak olan akımın, yani modernleşme hareketinin ilk nüveleri Karakoç'un ilk kitaplarındaki şiirlerde atıldı. Hece şiirinin imkânlarını kullanarak yazmaya başladı Karakoç. Daha sonra Fransız şiirinin de etkisiyle daha sembolist bir şiir evreni kurdu. 50'li yıllarda başlayan İkinci Yeni hareketi şiirde anlamla, ölçüyle uğraşan, kendine özgü bir anlatım olanağı kuran bir şiirdi. Şairden şaire farklılık arz etse de, genel itibariyle dünyadaki sürrealizm hareketlerinden etkilenmiş, şiirde anlamın gereksiz olduğunu, ölçünün şairi kısıtladığını düşünen bir hareketti aslında. Karakoç'un Körfez, Şahdamar ve Sesler adlı kitaplarındaki şiirleri İkinci Yeni'den izler taşır. Fakat Karakoç daha sonra özellikle Hızır'la Kırk Saat ile birlikte hem kendi şiirinde hem de Türk şiirinde farklı bir kapı aralar.
Neredeyse bilinç akışıyla yazılmış bir roman gibi tasarladığı eserinde şair, zamanlar ve tarihler arasında bir seyahate çıkardı okurunu. Tıpkı Hızır'ın şahsiyetinde de olduğu gibi kah İbn Arabi'nin yanında bulduk kendimizi, kah Musa ile bir dağ ziyaretine çıktık, bir bakmışsın Nuh nebinin yaptığı gemide işçi olduk. Zamanı için oldukça sıra dışı olan bu metin, aslında İkinci Yeni tarafından konu dışı bırakılan geleneğimizle temas kurmanın yollarını öğretmiştir şiir okuruna.
İSLAM BİRLİĞİ FİKRİNDEN DİRİLİŞ'E
Karakoç'un sonraki şiir kitapları tamamıyla bu düşünceye hizmet etti. Şeyh Galip'i yeniden okudu, gül ve bülbül mamzunlarını modern şiirde yeniden kullandı, hatta bütün eleştirileri göze alarak Leyla ile Mecnun mesnevisini modern usullerle tekrar yazdı. Taha'nın Kitabı'nı yazdı misal. Şeyh Galip'in Hüsnü Aşk'ından hareketle Taha'nın anlatısını yeniledi. Zamana Adanmış Sözler'de İslam Birliği fikrini düşünmeye başladı şiirlerinde. Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine isimli uzun ve büyük şiir, aynı zamanda İslam birliği düşüncesinin de ilk olarak şiirde kullanılması üzerine örüldü. Oldukça sıra dışı bir şekilde Çeşmeler adlı bir kitap kaleme aldı. Çeşmeler'de unutulan, unutturulmak istenen tarihimize temas etmenin, onunla bir şekilde bağlantı kurmanın yollarını aradı durdu. Çeşmeler kitabı bir anlamda İkinci Yeni'ye de ciddi bir karşı çıkıştı. Çünkü İkinci Yenicilerin şiirlerinde sıkça kullandıkları Kilise isimleri, azınlıklara dair detaylar, kanon diye İslam geleneğini bütünüyle atlayıp eski Yunan'dan klasik arama çalışmalarını eleştirdi aslında. Ayinler'de modern insana savaş açtı neredeyse. Ve Ateş Dansı. Emperyalist devletler tarafından işgal edilen, toz topraklaştırma operasyonu çekilen İslam ülkelerini andı. Artık şiiri de giderek şekillenen Diriliş düşüncesinin söylem ayağını doldurmaya başladı. Ve son şiir kitabı Alınyazısı Saati. Artık tamamen gerçekçi, politik bir şiirdir. Özellikle Siyonist İsrail'in Müslümanlara uyguladığı zulmü Kudüs şehrinin Tanrı katında kurulması alegorisinden anlatır ki sanırım Karakoç şiirinin anıt metinlerinden birisidir. Gün Doğmadan adlı toplu şiirlerin Alınyazısı Saati'nde yayınlanan son şiiri Ağustos Böceği Bir Meşaledir şiiridir. Masalcının Ağustos böceğine attığı iftiranın şiiridir aslında. Doğayla nasıl diri ve taze bir temas kurduğunu anlatır şairin. Karakoç şiiri ilk şiirinden son şiirine kadar evinden uzaklaşmış adamın şiiridir. O adam yeri gelir Masal şiirinde Batı'nın tam ortasına bir mezar/ev kazar, gün gelir üniversiteyi ve gençlik heyecanlarını araştırır, zamanlar arasında Hızır'la buluşur, Taha ile çeşitli maceralara atılır, Şehzadebaşı'nda gün doğmadan belirir, Afganistan'da Rus zulmünü kötüler, Mescid-i Aksa'nın yakılma çalışmaları karşısında "sonunda bunu da yaptın ey Yahudi" diye seslenir. Balkonlara çıkıp annesini arar geceleri... Evinden uzaklaşmış o adam, üç ayrı çözülüş karşısında çaresiz kalmıştır. Tanzimat, Osmanlı'nın çöküşü ve kendi ailesinin dağılışı. Evini arayan adan, sonunda bütün bu düşünüş evrelerini son bir umutta birleştirir; diriliş... Basubadel mevt. Yani ölmeden önce ölür ve dirilir. Yitik Cennet'te peygamberler tarihini olağanüstü bir sadelikte bir araya getirir. Hz. Adem'den başlayarak Peygamber Efendimize kadar getirdiği bu okuma biçimi yepyeni olanaklar kazandırır peygamberler ve dinler tarihine. Medeniyet fikri böylece ilk orada ortaya çıkar. Diriliş Neslinin Amentüsü'nde gençler için çıkış yollarını bir araya getirir. Oradan İnsanlığın Dirilişi'ne kadar varır. Ayrıca döneminde kimsenin anmadığı Mehmet Akif'e, Mevlana'ya, Yunus Emre'ye dair birer biyografi yazar. İki cilt halinde bir araya topladığı hikâyelerinden piyeslerine kadar çok geniş yazı alanlarında hep Diriliş nesline seslenerek bir anlamda şiirlerinden düzyazılarına kadar bir neslin kendine güvenini yerine getirmiştir. Tek başına bir adam olarak çıkar tarihin karşısına Sezai Karakoç. Arkadaşı Cemal Süreya'nın dediği gibi "sıkıştırılmış dâhi"dir. Yazdıkları ile yaşadıkları birbirini bütünleyen, tarihte örneğine çok az rastlayabileceğimiz kılavuz önderdir Sezai Karakoç.