Yazar, senarist ve sanatçı dostlarımızla zaman zaman bir araya geliriz. Eserleri ile alakalı görüşlerimi paylaştığımda bazıları gülerek şöyle der: "Beni övme, bana para ver." Elbette gözlerini para hırsı bürümüş insanlar değiller. Aslında, kendilerine sorarsanız, parayla pulla hiç işleri olmaz ama ciddiye alınmak, değer görmek istiyorlar. Bunun da yolu çok belli değil mi? Pek çoğu edebiyat ödüllerini de bu çerçevede değerlendirir. Edebiyat ödüllerinin hangisi makbuldür, sorusuna verilen cevaplar bunun bir göstergesi. Eğer ortada hatırı sayılır bir para yoksa ödülü anlamlı kılan tek şey kazandıracağı paye olabilir.
Bu yüzden, gelenek oluşturmayı başarmış ödüller bir adım öne çıkar. Ödülü veren kurumun büyüklüğü, itibarı, o ödülün yıllar içerisinde kimlere verilmiş olduğu gibi hususlar da mühimdir. Kimi ödüller vardır ki hayatları boyunca hiçbir yarışmaya katılmamış olmakla övünen yazarlar ve sanatçılar tarafından dahi kolaylıkla reddedilemez.
YAN CEBİME KOY
Üçten fazla eser neşretmiş, kitapları on binlerce insan tarafından satın alınmış, çeşitli ödül törenlerinde sahneye çıkmış bazı yazar tanıdıklarımla bu konuyu tartıştım. Hemen hepsi, eserlerini bir yarışmanın konusu yapmayacaklarını söylediler. Yani bir yarışmaya şahsen müracaat etmeleri düşünülemez ve teklif dahi edilemezdi. Buna rağmen, kendilerinin haberi olmadan, eserleri bir seçici kurul tarafından değerlendirilip ödüle layık bulunmuşsa ne ala; yan cepleri açıktı. Jüride kimlerin bulunduğu da pek mühim değildi onlar için. Genç ve idealist bir sanatçı iken "Onlar kim oluyor" demişlerdi ama yıllar onları "Ödül verilmeyene ödülü reddetmek kolaydır" cephesine getirmişti. Alkışlar ve zafer... Yazar dostlarıma göre ödülün mutlaka maddi bir değeri olmalıydı. Elbette onlar para için yazmıyorlardı ama ortada bir de maişet meselesi vardı. Sanatçının kafası rahat olmazsa nasıl üretecekti? Ayrıca, edebiyatı ve sanatı desteklemek isteyen kurumlar ellerini taşın altına koymalıydılar. Bu işi sadece kendi reklamları için yapmamalıydılar. Birkaç yazar dostumuz, kendileri için bir şey istiyorlarsa namert olduklarını, hatta bunu ispat etmek için kazanacakları parayı bağışlamaya hazır olduklarını ifade ettiler. Hayallerimden biri şudur: Hayır kurumlarına bağışlanacağı söylenen telif gelirlerinin ne kadarı yerine ulaşmıştır; bunu açıklayan eksiksiz bir rapor...
BARTLEBY SENDROMU
Öte yandan genç bir yazar için ödül almanın hissiyatı farklıdır. İlk eser, ikinci eser, genç yetenek ödülleri... Şöhrete açılan bir kapı ya da penceredir onlar. Edebiyat elitleri ya da kültür endüstrisinin moda deyimle 'paydaşları' tarafından tanınma ve kabul görme olarak değerlendirilebilir. 'Kimse benim farkıma varmıyor' yakınmasını ortadan kaldırır, takdir edilmenin hazzını yaşatır, umut vaat eder. Hatta yazmaya teşvik ettiği de söylenir. Ben bu son cümleden emin değilim. Bu yüzden bir başka hayalim de şudur: Memleketimizde şu ana kadar 'ilk eser' ödülü almış yazarların yüzde kaçının ikinci ve üçüncü eserlerini verdiklerini açıklayan eksiksiz bir rapor... Bu sayede ilk eserleriyle büyük bir sıçrama yaptığı düşünülen yazarlarımızın kaçının bilahare Bartleby (Bardılbi) sendromuna yakalandığını anlayabiliriz. Bakınız: Bartleby ve Şürekası, Enrigue Vila-Matas...
ÖDÜLLER NE KADAR DEMOKRATİK?
Edebiyat ödülleri asla demokratik değildir. Öncelikle seçimlere katılabilmeniz için jürinin sizden haberdar olması gerekir. Kimse her yıl yayınlanan binlerce kitabı aynı anda okuyamayacağı için sizi öne çıkaran bir çevren, bir muhit, bir yayınevi, bir ideolojik çevre hatta bazen bir klan üyeliği lazımdır. Bu da yetmez; edebiyat klanının şeflerinin sizden memnun ya da ümitvar olması icap eder. Maksat genellikle bir ideolojik ya da kültürel duruşu tahkim etmektir. Bazı ödüllerde bu yaklaşım peşinen ve açıkça ilan edilir. Doğru olan da budur. Asıl ikiyüzlülük saf bir edebiyat ve sanat kaygısı taşıdığını iddia eden ödüllerde yaşanır. Yani mekanizma aynıdır ama sizden ortada böyle bir mekanizma olmadığına inanmanız beklenir.
NE MENEM İNSANLAR?
Sizden beklenen şeylerden bir diğeri de jürinin otoritesini tartışmamanızdır. Ödül alanları, onların bu ödüle layık olup olmadığını tartışın; ama ödülü verenlere karşı o kadar da acımasız olmayın! Belki bir gün işiniz düşer, çoktan düşmediyse... Jüri üyelerinin isimleri haberlerde en fazla bir cümle olarak yer bulur haberlerde, meşruiyetleri ise pek irdelenmez. Sözgelimi, bu yazıyı okuyan kaç kişi Nobel edebiyat ödüllerini dağıtan jüri üyelerinden haberdar? Ya da Booker ve Pulitzer ödüllerinden. Böyle bir konu var mı zihninizde? Birkaç yıl önce ortaya atılan cinsel taciz iddiaları olmasaydı neredeyse Nobel ödüllerinin bir seçici kurul tarafından belirlendiği bile aklımıza gelmiyordu. Gelse bile bu üyeleri bireyler olarak değil, tartışılmaz bir üst aklın gizemli temsilcileri olarak görüyorduk. Ne kadar yanlış? Bunlar kimdir, neden ve nasıl, kim tarafından seçilmişlerdir? İsveç Kralı olabilir mi? Meşruiyetlerinin kaynağı Nobel'in vaktiyle dinamit satarak kazandığı para mı? Halen bu konuyu bütün boyutlarıyla irdelemeyi, sır perdesini aralamayı başardığımız söylenemez.
ZAMAN USTADIR
Konu uzun fakat yerim dar. Bu yüzden bitirirken bir hayalimi daha paylaşmak isterim: Ödülleri veren seçici kurulların kendi aralarında yaptıkları toplantıların kayıtları tıpkı VAR hakemlerinin konuşmaları gibi kamuoyuna açıklansın. Çünkü eğlenmek bizim de hakkımız. Hem o zaman ödülleri belki daha çok ciddiye alırız. Hangi eserlerin gelecekte de okunacağına jüriler karar vermez. Hiçbir jüri bir kitaba ya da yazara ödül vererek onu klasik haline getiremez. Hangi eserlerin kalacağına, hangilerinin gideceğine zamanın hakemliğinde insanlar ve cemiyet karar verir. Zamanın ustalığı başka ustalıklara benzemez ve güvenmek en doğrusu ve iyisidir.